Amerikan medyası savaşları nasıl pazarlıyor?
Medyanın başarısızlığına dair yazarların değindiği bir diğer nokta ise 2004 sonbahar döneminde yüzlerce Amerikalı’nın, Saddam’ın geniş kitle silahlarına sahip olduğuna ve el-Kaide’ye yardım ettiğine inanmaları. “Medyanın bu derece kör olması inanılamaz.”
Dünyaca ünlü ekonomist, medya analisti ve Pennsylvania Üniversitesi Wharton Akademisi’nde finans profesörü olan Edward S. Herman’ın, John Nichols ve Robert W. McChasney’nin Tragedy and Farce adlı kitabı üzerine yazdığı, Z Magazine’de yayınlanan eleştiriyi yayınlıyoruz:
Tragedy & Farce (Trajedi ve Komedi): Amerikan Medyası Savaşları Nasıl Pazarlıyor, Seçimleri Etkiliyor ve Demokrasiyi Yok Ediyor
Edward S. Herman
Çeviren: Bahar Çelik
John Nichols ve Robert W. McChesney
Nichols ve McChesney, Amerikan medyasının şu anki durumunu ve son dönemde haber iletme konusundaki düşük performansını tarif eden ve konuyla ilgili olarak neler yapılabileceğini tartışan, okunmaya değer bir kitap yazdılar.
Yazarlar, medyanın son durumuyla ilgili analizlerini tarihi ve normatif bir çerçeveye oturtuyorlar. Medyada çeşitlilik 19.yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarından beri ciddi biçimde azaldı. Birinci Dünya Savaşı öncesi yıllarda, günümüze oranla çok daha fazla gazete ve dergi yayımlanıyordu. Dahası bu gazetelerin arasında, o yıllarda meydana gelen reformları önemli ölçüde destekleyen yüzlerce sosyalist ve diğer karşıt görüşlü gazeteler de mevcuttu. Birinci Dünya Savaşı ve akabinde gelen “kırmızı alarm” ve sıkı önlemler karşıt görüşten medya kollarının büyük bölümünü yok etti. O dönemden beri de ticarileşme ve merkezleşmenin büyümesine şahit olduk. Bu muhalif eğilimler 1996 Telekomünikasyon Yasası ve 2000 ve 2004 yıllarında yaşanan cumhuriyetçi zaferler sonrasında yükselişe geçmişti. Medya kâr hanesine odaklanması, reklam amaçlı bir yarış içerisine girmesi ve yerel kanalların birleşme ya da geri ödemesiz hükümet yardımıyla büyümek için hükümetin gözüne girmek istemesi sonucunda fazla ihtiyatlı, tutucu ve itaatkâr bir görünüme büründü. Sağ kanat medyanın yükselmesi basını daha da idare edilir kıldı ve hükümetin uşaklarına dönüştürdü. Tüm bu gelişmelere; medyanın, hükümetin ya da özel kurumların sömürüleri karşısında, halkın gözcüsü olarak teorik ve kritik rolünün ve bağımsız, bilinçli vatandaşlar olarak, halkın politik gelişmelerde yer almasını sebep olacak haberleri sağlayan kurumlar olduklarının altını çizmesi bakımından kitapta geniş yer alıyor.
Kitabın adı, Tragedy & Farce (Trajedi ve Komedi) James Madison’ın 1822 yılındaki sözlerinden alınmış: “Popüler bir hükümet, popüler haberlere sahip olmadıkça ya da böyle haberleri iletemiyorsa, ancak bir trajedi ya da komedinin giriş sahnesinden ibarettir.” Nichols ve McChesney, medyanın savaşa sebebiyet verebilme gücünün kötüye kullanımından endişelenen kurucu atarlımızın, yaşasalardı, günümüz medya kuruluşlarının hataları ve özgürlüğün bekçi köpekleri konumundan, süs köpeklerine dönüşüp, hükümetin savaş propagandası sürecinde “bozacının şahitliğini” yapması karşısında şaşırıp kalacaklarına değiniyor.
Yazarlar, “bozacının şahitliği” durumunu, medyanın, “içine sokulduğumuz” savaş sürecindeki performansının oldukça iyi bir analiziyle açıklıyorlar. Her savaşın vatanseverlik kamuflajıyla örtüldüğüne, ancak, yönetimin sunduğu davanın zayıflığı, uluslararası kanunların ihlali ve halkın büyük oranda savaş karşıtı olmasına rağmen daha dürüst ve hükümete daha az itaat eden basın kuruluşlarını desteklememesi bir yana, Irak işgali için öne sürülen bu kamuflajın savaş öncesinde bile işe yaramadığına dikkat çekiyorlar. Muhalif görüşlerin baskınlığına rağmen, savaş karşıtı tutumun medyadaki yansıması zayıftı, resmi kaynaklara bağımlılık ağırlıktaydı ve eleştirel kaynaklara başvurma isteği, hatta ileri sürülen kanıtların değerlendirilmesi için temel kriterlere bağlı kalınması bile neredeyse söz konusu değildi (Şubat 2003’te Collin Powell’ın Birleşmiş Milletler karşısında kabul görmesi ve övülmesi gibi.) Ve “eğer Powell’ın BM konuşmasıyla ilgili manşette, gazeteciliğin en basit kavramlarından feragat edilmesi bir trajediyse, Bush’un savaş öncesi son basın toplantısında, medyanın tutumu bir komediydi.” Tabii “Sorgu yargıçları” gibi sorular yönelten Washington basını dışında. Yönlendirilen gazetecilik ve “Amerikan televizyonundaki tam gaz şovenizm” eleştirel gazeteciliği dışarıda bıraktı.
Yazarlar, New York Times ve Washington Post’un savaşa çağıran manşetlerine izin verilmesiyle ilgili olarak medyanın çarpıcı iddaanamelerine değinirken, bu konuda basın adına halktan özür dilemenin Virginia, Fredericsberg’te yerel bir gazeteye bırakıldığına dikkat çekiyorlar. Rick Mercier, 28 Mart 2004’te Free Lance-Star’da şunları yazdı:
“Manşetlerimizde asılsız iddalara yer verdiğimiz için üzgünüz. Irak konusunda Beyaz Saray’ın karşısında yer alan uzmanları hafife aldığımız için üzgünüz… Hala işe yarayabilecekken yönetimi paçasını ateşe vermediğimiz için üzgünüz.” Medyanın başarısızlığına dair yazarların değindiği bir diğer nokta ise 2004 sonbahar döneminde yüzlerce Amerikalı’nın, Saddam’ın geniş kitle silahlarına sahip olduğuna ve el-Kaide’ye yardım ettiğine inanmaları. “Medyanın bu derece kör olması inanılamaz.”
Ancak, medya, halkın görüşüne eleştirel yönden hizmet açısından sadece savaş konusunda, değil, seçimler konusunda da eşit oranda başarısız oldu. Nichols ve McChesney 2004 yılı başkanlık seçimlerinin hem bir trajedi hem de komediye dönüşmesinde basının oynadığı büyük rolü iki mükemmel bölümde gözler önüne seriyorlar. “Policing the Primaries” (Esasları Denetleme) adlı bölümde, Karl Rove’un Howard Dean’in adaylığından korktuğunu ve John Keny’nin adaylığını desteklediğini, çünkü Dean savaş karşıtı bir politika izleyebilecekken, Kerry’nin savaşın yanında yer alacağını tartışıyorlar. Medya, Dean’i çok uzak bulup, Rove’u zorunlu kıldı – “çığlık” sahtekarlığı sadece Dean’in göz önünde bulundurulmaması için sürdürülen sistematik yıpratma kampanyasının bir parçasıydı. Kucinich ise, medyanın, “ciddi” bir aday olmadığı konusundaki kararlılığı sonucunda çok daha çabuk elendi. Kampanya döneminde belirli konuların tartışmaya açılması yönündeki güçlü çabaları medyanın bu esasları “denetleme”si sırasında kenara itildi.
“The Media and the November Election” (Medya ve Kasım Seçimleri) başlıklı bölümde Kenny’nin zayıf bir aday olduğunu, Bush savaşında inandırıcı ve önemli bir pozisyon alamamasının yanı sıra, gerçeklerin ve mantığın geçerli olmadığı, agresif ve dramatik saldırıların ve tutumların işe yaradığı bir ortamda çalışabilmekten de aciz olduğunu gözler önüne seriyorlar. Bush kanadı tabii ki, başkanlık statüsünün getirdiği güç sayesinde vatanseverlik propogandası ve korku tacirliği yapan Bush kampanyası, sağ kanat ve sinmiş “liberal medya”dan yardım aldı. New York Times’ın Bush’un sandığı kolunun altındayken elektronik ortamda yapılan zayıf tartışmalara dikkat çekecek bir makale yayınlayamaması, ve yine seçim çok yakın olduğu için CBS’nin, Bush’un Irak işgali konusunda kanıtları çarptırmasıyla ilgili bir program başlatmakta isteksiz oluşu, seçmenlerin oy kullanmadaki kararlarına ilişkin haberleri bastırdı ve Bush kampanyasının ekmeğine yağ sürdü. CBS’nin kararına (New York Times’ınki için de geçerli) bakacak olursak, “2004 sonbahar döneminde neler olduğunu açıkça görebiliriz: CBS News [ve aynı mantığa göre New York Times] haber kuruluşu olmayı bıraktı.”
En azından, Swift Boat gazilerinin Kerry’e karşı tutumlarının medyada geniş yer alması, medyanın, Kerry’nin kötü gözükmesine sebep olarak mucizevi bir biçimde Vietnam gazilerine destek olması ve sorumlulukları konusunda yan çizen Bush’un bu işten paçayı sıyırması da aynı büyüklükte bir skandaldı. Yazarlar bu konuyu ve Rathergate davasını oldukça iyi bir biçimde ele alıyorlar. Swift Boat kampanyasıyla ilgili tartışmalarında, yazarlar, Kerry’nin bu saldırıyı agresif bir karşı atakla bastırabileceğine değiniyorlar. Kerry’nin, medyaya, performansı ve odakları açısından saldırmasının yararına olacağı düşüncesi gibi bu da tartışmaya açık bir konu. Daha önce de belirttikleri gibi Howard Dean’in medya karşıtı tutumu, kendisini destekleyen seçmenleri heycanlandırıp onu hedefe taşıyabilir ya da medyayı tamamen aleyhine çevirebilirdi. Ancak bu tutumun hiçbir yardımı olmadı.
Yazarlar ayrıca, medyanın, 2004 seçimlerine hile karışmış olabileceğine dair iddaaları da ciddiye almaktaki isteksizliğine de değiniyorlar, ki aynı medya konuyla ilgili araştırma yaptığı ve bu yöndeki duyumları gizlediği gerekçesiyle John Conyers’ın üzerine gitmeye cesaret etmişti. John Coyners ise sadece “gözlemliyordu”. Medyanın, Swift Boat gazileri ve Bush savaş kampanyaları (önce Irak ve şimdi İran için) konusundaki tutumu nasıl Amerika’nın zayıflayan demokrasisinin geleceği için hayra alamet olmadıysa, bu önemli konuyu ciddiye alma konusundaki başarısızlığı da, ulusal seçimleri hilesiz kılabilecek reform hareketlerini bastırdı.
Tragedy & Farce’ın en önemli özelliği tüm bu konulara çözüm bulmaya odaklanması. Yazarlar aslında, demokratik bir medya reformu yapmak için bir seçim bölgesi oluşturmayı amaçlayan Free Press adlı organizasyonun liderleri. Yazarlar, eskiden medya politikalarının tartışılmasında halk görüşüne hiç başvurulmadığına değiniyolar ve bu konuda birşeyler yapılması için çaba gösteriyorlar. 2005 yılının ortaları itibariyle 200.000 üyeye ve 15 tam zamanlı çalışana sahip olan Free Press, medya politikalarının, halk görüşüne başvurularak daha demokratik bir çerçevede belirlenebilmesi için çalışıyor. Çabaları, 2003 yılında, köklü kuruluşların ve ilgili grupların tartışmalarının sağlanması ve toplum üzerinde uyandırılan bilinç sonucunda, medya kuruluşlarına sahip olmayla ilgili kanunun durdurulmasında, şüphesiz önemli bir rol oynadı. 2003 ve 2005 yıllarında medya meseleleri üzerine verdikleri konferanslar yoğun ilgiyle karşılandı.
Yazarlar, medya politikası konusundaki reformun yalnızca eleştiri ve alternatif, ticari amaç gütmeyen yayın organları vasıtasıyla gerçekleşebileceğine dikkat çekiyorlar. Bence iki nedenden ötürü ağırlık alternatif basın kollarına verilmelidir: birincisi medyanın direnişi politik süreçlere odaklandığı için, bu dönemde egemen medya üzerinde reformlar yapmak çok güçtür, ikincisi, büyük reformlar, medyanın tutumunu belirleyen ticari kaygıların getirdiği engellerle karşılaşacaktır. Yeni, alternatif medya anlayışına direniş güçlü olsa da aslında büyük basın kuruluşlarını doğrudan değişikliklere sevk edecek kadar güçlü değildir. Ayrıca, alternatif basının tutumu da halkın ilgi alanlarından daha kolay etkilenmektedir. Yine de Nichols ve McChesney’nin tutumu önemlidir ve tek başına, medya reformundan bile daha etkili olabilir. Yazdıkları kitap, basına ilişkin meselelerin anlaşılmasına gerçekten önemli bir katkıda bulunmaktadır. (Medya Platformu)