Annapolis’te, emperyalizmle kolkolalık, daha bir kaybetmektir!
Çünkü, haklılık ve hayatiyeti olan dâvaların, artık yokedildiğinin zannedildiği en umulmadık zamanlarda bile sosyal patlamalar halinde yeniden yükseldiğine dair yığınla örnekler vardır, dünya tarihinde.. Müslümanların mücadeleleri ve ateşle imtihanları da daha çoook sürebilir..
Selahaddin Eş Çakırgil
‘Annapolis Toplantısı’ başladı.. Emperyalizm dünyası, bunu 7 yıllık bir aradan sonra, Ortadoğu’da barış için bir ‘altın fırsat’ olarak değerlendiriyor.. Ve, B. Amerika, ‘Annapolis Toplantısı’ndan beklediğini elde ederse, ‘Ortadoğu’da etkinliğini daha bir artırdığını’ ileri sürdüğü İran’ın frenlenmesinde büyük bir psikolojik üstünlük sağlıyabileceğini ve bu hususta şimdiden başarı kazandığını bile düşünüyor.. Çünkü, ‘B. Amerika+ siyonist İsrail rejimi’ siyasetlerine hemen daima İİC ile birlikte hareket eden Suriye, bu kez, son anda da olsa, ‘Annapolis Toplantısı’na katılmaya ikna edilmiş bulunuyor.. Bu durum, ‘İran’ın bölgede yalnız kaldığı’ görünümü vermesi açısından, USA emperyalizmi için önemli..
Ancaaak, İran’ın tecrid edilmiş, yalnız bırakılmış olması, Amerikan diplomasisi açısından kağıt üzerinde bir başarı sayılsa bile, bu durumun, Ortadoğu halklarının nazarında, İran İslam Cumhuriyeti’ne, devlet planında, ‘Amerikan emperyalizmine karşı direnen tek müslüman güç odağı’ olarak kalması açısından daha bir itibar kazandıracağı da açıktır. Bu açıdan, geçen hafta, ‘Ortadoğu güvenliğinin kilidi, İran’ın elindedir’ diyen Refsencanî’nin bu sözü, ‘Ortadoğu’da barış ve güvenliğin kendileri olmaksızın sağlanamıyacağını’ söyleyen T. C. yetkililerinin sözlerinden daha bir inandırıcılığı vardır.. Çünkü, T.C. yetkilileri bu gibi rolleri üstlendiklerini düşünürken; kendi güçlerinden ziyade, emperyalist güç odaklarıyla girdikleri muamelelere ve onlarla sağladıkları uyuma dayanmakta ve siyonist İsrail rejiminin 60 yıllık bütün cinayetlerini görmezlikten gelip cinayet, terör, kan ve irin üzerine bir barış kurulabileceği gibi bir pragmatist anlayışla hareket etmektedirler..
İİC ise, bu uluslararası kombinezonların dışında kalmakla, sadece HAMAS’la değil, bütün mazlûm Ortadoğu halklarıyla kalbî ve fikrî bağını daha bir güçlendiriyor.. Ve unutulmaması gerekir ki, HAMAS, henüz 20 ay önceki seçimlerde Filistin halkının yüzde 65’inin oyunu almış ve bu beklenmedik başarı karşısında şoke olan Amerikan emperyalizmi ve ‘demokrasi cebhesi’nin öteki güçleri, HAMAS’ı, -üstelik de halkın ancak yüzde 30’unun oyunu alabilmiş bir ‘El’Feth’ Başkanı Mahmûd Abbas’ eliyle ve onun kağıt üzerinde de olsa ‘Filistin Özerk Yönetiminin Devlet Başkanı’ statüsündeki yetkilerini kullandırarak safdışı ettirmişlerdir.
Bu durum, görünürde, emperyalist-şeytanî güçlerin elini masabaşında daha güçlü yapmışsa da, mücadelenin ne kadar çetin ve uzun soluklu olması gerektiği idraki, Müslüman halkların şuûrlarına da bir o kadar daha bir kazınmıştır.. ‘İntifaze’ rûhunun, yeni şartlara göre, yeni şekillerde nasıl tezahür edeceğinin yollarını arayacağı da açıktır. Çünkü, haklılık ve hayatiyeti olan dâvaların, artık yokedildiğinin zannedildiği en umulmadık zamanlarda bile sosyal patlamalar halinde yeniden yükseldiğine dair yığınla örnekler vardır, dünya tarihinde.. Müslümanların mücadeleleri ve ateşle imtihanları da daha çoook sürebilir.. Ve, emperyalist- şeytanî güçler, maddî imha güçleriyle üstünlük sağlamış gibi bir duruma gelebilirler.. Ama, kalblere hükmetmek meselesine gelince.. İşte, asıl mes’ele budur.. Ve Müslümanların en büyük güçleri, onların kalblerine düşmanlarınca hükmedilememesinden gelmektedir..
Bu bakımdan, bugün ‘Amerika+İsrail’ entrikaları, hemen bütün Müslüman coğrafyalardaki rejimlerin desteğini sağlamış gözükse de, o rejimler şimdi, kendi halkları nezdinde, her zamankinden daha da zayıflamış bir duruma düşmüşlerdir..
Hakkını, haklılığını, şahsiyetini, izzetini savunmak azminde olan ferd veya toplumların zorluklar çetinleştikçe daha bir bileylendikleri, sadece müslümanlar açısından değil, bütün beşer tarihinde de ilginç örnekler halinde karşımızdadır..
Bunu, Filistin’deki 100 yılı aşan mücadelelerin genel çizgisi bile bize defalarca göstermiştir.. Hattâ, bâtıl dâvalarda harcanan emeklerin bile boşa gitmediğinin örneğidir ‘sionist mücadele..
Bu vesileyle hatırlayalım ki, 110 sene önce, İsviçre’nin Basel şehrinde 1897’de, toplanan ilk ‘sionist yahudiler kongresi’nde Theodor Herzl, ‘ikibin yıldır vatansız ve dünyanın her bir yanında perişan yaşayan yahudiler için bir vatan tesis olunması’ ideali olan siyonizmin hedefine ulaşacağını söylerken; herhalde, 50 yıl sonra, 1948’de, uluslararası hukuk açısından devlet sayılacak bir siyonist rejimin gerçekleşeceğini iddia etseydi, en yakınları bile gülerdi.. Nitekim, o zaman 600 nüsha kadar bastırdığı (Yahudi Devleti) isimli kitabından ancak 160 kadarını satabilmişti. (Herzl’in Sultan A. Hamid’le bile görüşebilmesinin, Müslümanların bir zaafı olduğu da hatırlanmalıdır..) Ve ona o zaman en büyük desteği, en çok ezilen Rusya yahudileri verirken, zengin Amerikan yahudileri dudak büküyorlardı..
Bunun için, geçen hafta, ‘İsrail’in kurulması inanılacak gibi değildi.. Bu hadise, 20. yüzyılın en büyük mucizesidir..’ diyen Fransa C. Başkanı Nikolay Sarkozy’yi anlamak gerekir.
(Tabiatiyle Sarkozy’nin bu sözü, Ortadoğu’da ve özellikle de ‘Filistin Buhranı’nda, açıkça bir taraf haline getirdiğinden Fransa’yı daha bir etkisizleştirecektir. Ve Fransa’nın Ortadoğu ve hele de Filistin siyasetinde büyük bir yön değişikliğine işaret etmektedir. Çünkü, geçmişte birçok zikzaklara rağmen, Fransa, genel olarak, İsrail rejimine mesafeli durmaktaydı.. Şimdi ise, Sarkozy’nin Amerikan aşkı çok net olarak depreşmektedir. Nitekim, geçen ay, Amerika’ya yaptığı gezi sırasında Sarkozy, yaptığı konuşmada, ‘Geçmişte, Fransa’nın Amerika’ya niçin uzak ve soğuk davrandığını hiçbir zaman anlıyamadığını’ söylemiş ve Bush’u mest etmişti. Halbuki, yıllarca İçişleri Bakanı olarak Fransız Hükûmeti’nde idi.. Yani, içinde yer aldığı Hükûmet’in siyasetini bile anlamamış imiş.. Bu durum, elbette ki, Ortadoğu’daki satranç oyununun yönelişlerinde de yeni bir unsur olarak etkili olacaktır.)
Batı dünyası genelde İsrail rejiminin yanında olduğu gibi, Ortadoğu’daki hemen bütün rejimler de, bu zamana kadar varolan itirazlarına rağmen, şimdi ‘Annapolis Toplantısı’nda artık, ‘işgal, gasb ve devlet terörü’ üzerine kurulu bir İsrail’le kolkola çözüm aramak durumuna düştüklerinden ‘Filistin Buhranı’, bundan sonra daha değişik mücadele metod ve taktikleriyle, daha bir derinden devam edecektir.
‘Siyonist yahudiler’, rüyalarının 2000 yıllık bir mücadeleden sonra gerçekleştiğini gördüler.. Filistin mücadelesinin İslamî temeller üzerinde yükselmesinin mücadelesi ise, 1936’de şehîd olan Şeyh İzzeddin el’Qassâm’dan sonra geçen 60-70 yıllık bir aradan sonra, son yıllarda yeni yeni şekilleniyor ve kendi imanî- fikrî temellerine kavuşuyor..
Bu durum, öyle bir iki sloganla veya birkaç patlamayla değil; kalblerden beyinlere ve bedenlere kadar her şeyin bir inanç sisteminin temel çerçevesinde şekillenmesiyle, nesilden nesile sürecek bir çetin mücadelenin de habercisidir..