Atasoy Müftüoğlu ile Hacc izlenimleri üzerine
Atasoy Müftüoğlu ile henüz gerçekleştirdiği hacc ibadeti üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik, Hacc sırasında edindiği izlenimleri dinledik.
İlk olarak Hacca gidiş öykünüzden başlayalım isterseniz…
Önce şundan bahsetmek istiyorum, ben yıllardan beri hep şöyle bir klişe duyarım: “Parası olan değil, nasibi olan Hacca gider”. Bu klişeyi her duyduğumda, çok ciddi bir şekilde incinirdim. Kendimi rencide olmuş hissederdim ve derdim ki; “Hem param yok, hem de nasibim yok. Demek ki bizimle ilgili bir sorun var.”
Fakat bizimle ilgili asıl problem, 80’li yıllarda düzenlediğimiz Haremeyn’in geleceği konulu konferanslardı. Bu etkinliklerde Haremeyn’in, bir diktatörlüğün tasarrufu altında olmaması ve ümmetin oluşturacağı bir iradenin, Haremeyn’in yönetiminden sorumlu olması gerektiğine dair çalışmalar yaptık. Yaptığımız bu çalışmalar sebebiyle bizim Hacca gidişimiz engellenmişti bu güne kadar. Şimdi, ömrümüzün bu son zamanlarında biz de böyle bir şeye mazhar olduk. Paramız olmasa da nasibimiz olduğu anlaşıldı.
İhram, insana sorumluluklar yüklüyor
İnsan hacca gitmek üzere ihrama girdiğinde yeni bir iklime giriyor, yeni bir duyarlılıkla karşı karşıya kalıyor. Bütün dikkatini bu niyet istikametinde topluyor. Bu yeni iklim ve heyecanla yola vasıl oluyoruz.
İhrama girmek, ihrama girdiğiniz andan itibaren sürekli bir sorumluluk ve dikkat içinde olmanızı zorunlu kılıyor. Hiçbir insanı veya hiçbir canlıyı hiçbir şekilde incitmemek anlamına geliyor ihrama girmek. Dolayısıyla böyle bir uyarıyla yola çıkıyorsunuz. Ve bu uyarı size sadece ihram anında değil, her durumda aynı inceliklere sahip olmanız gerektiğini hissettiriyor.
Uçağımız tamamen hacı adaylarından oluşan ve kalabalık, 400 kişilik bir uçak. Herkes ihramlı ve ihramın ikliminde yaşıyor. Bir heyecan olduğunu hissedebiliyorsunuz. Fakat uçağa bindiğimizde benim merakıma mucip olan ilk şey şuydu; bu 400 kişilik uçakta acaba kaç kişi okuyor? Bu benim için çok önemliydi. Uçağı dolaştım ve çok üzgünüm, herhangi bir şekilde okuyan veya elinde herhangi bir kitap bulunduran hiç kimseyi görmedim. Gönlümden şöyle bir şey geçiyordu; oradaki hacı adayları, özellikle de gençler, Ali Şeriati’nin “Hac” kitabı, veya Mustafa İslamoğlu’nun “Hac Risalesi”, veya da bir Kur’an-ı Kerim meali okuyor olabilirlerdi. Hac’la ilgili konuları okuyor olabilirler gibi bir merakım vardı fakat bu merakımı izale edecek bir durum göremedim. Ayrıca şunu da belirteyim, hac boyunca Mekke ve Medine’de de Kur’an-ı Kerim dışında bir kitap okuyan bir hacıya rastlamadım.
Mekke kenti: Büyük bir düş kırıklığı
Cidde’den Mekke’ye yöneldiğinizde insanı çok farklı bir duyarlılık etkisi altına alıyor. Bunu doğrudan doğruya hissediyorsunuz. Çünkü insanlığın en büyük, en eski, en kadim coğrafyasına gidiyorsunuz. Kur’an-ı Kerim’in indiği mekana gidiyorsunuz. Bütün peygamberlerin bir şekilde geçtiği, mesajlarıyla etkilediği bir beldeye gidiyorsunuz. Emin bir beldeye gidiyorsunuz. Bütün bunlarla birlikte içinizde bir heyecan çarpıntısı hissederek Mekke’ye gidiyorsunuz.
İlk defa giden birisi olarak benim için Mekke kenti büyük bir düş kırıklığına neden oldu. Çünkü Mekke’nin bütün bir tarihsel ve kültürel dokusunun bilinçli olarak imha edildiğini ilk nazarda görebiliyor insan. Sonradan anlıyoruz ki bu imha, mezhepçi bir ideoloji devleti tarafından bu noktaya getiriliyor. Eğer Mekke ve Medine’nin dokunulmazlığı sürdürülebiliyor olsaydı, bu şehirler mevcut çarpık yapılaşmadan ve betonlaşmadan korunabilirdi. Ama orada böyle bir hassasiyetin olmadığını görüyorsunuz.
Tabi Mekke’ye gidince ilk işiniz tavaf ve say yapmak oluyor. O anda Kabe’ye yaklaşmak, Kabe’yi hissetmek, Kabe’yi görmek, olağanüstü bir durumun adı. Bunu sözcüklerle tanımlamak mümkün olmayabilir. Bu ancak yaşandığında hissedilebilecek bir şeydir. Orada duygularınız tanımlanamayacak bir noktaya ulaşıyor. Orada sizi bütünüyle altüst eden bir ruh haliyle karşılaşıyorsunuz. Çünkü Allah’ın evindesiniz ve Allah’ın misafirisiniz. Bundan daha büyük bir lütuf olamayacağını düşünüyorsunuz ve o bilinçle oraya varıyorsunuz.
Önce bir ziyaret namazı kılıyorsunuz ve sonra tavaf yapıyorsunuz. Bu tavaf sırasında gözünüze, gönlünüze ve bilincinize ilk çarpan şey şu oluyor; Kabe, bütün renkleri, bütün dilleri, bütün farklılıkları, bütün etnisiteleri, özgürleştiriyor. Orada bütün renkler, bütün diller ve bütün ırklar sonuna kadar özgür, bütün ırkçılıklar reddediliyor. Daha da önemlisi, bütün ayrıcalıkların da reddedildiğini görüyorsunuz. Orada hiçbir ayrıcalığa yer yok ve hiçbir ayrıcalık da orada kendisini hissettirmeye çalışmıyor. Çünkü orada ümmetin bir parçası oluyorsunuz. Ümmetin bir parçası olmak çok heyecan verici bir şey. Bu renkleri yargılamadan, bu renklere karşı herhangi bir olumsuz izlenim taşımadan, bütün bu renklerle bütünleşmek olağanüstü bir olay.
Kabe, eşi görülmemiş bir buluşmayı gerçekleştiriyor
Benim Hac’la ilgili iki farklı izlenimim oldu. Biri olumlu ve heyecan verici boyutu, diğeri de eleştirel ve olumsuz olan boyutu. Olumlu olanı, orada farklı renkten insanlarla aynı safta buluşuyor olmanın verdiği umut. Fakat daha sonraki günlerde bu farklılıkların ne anlama geldiğine ilişkin çözümlemeler yaptığınızda bu umutlarınız maalesef zayıflayabiliyor.
Kabe, başka hiçbir uygarlıkta benzerini bulamayacağımız bir içeriğe, niteliğe ve özelliğe sahip. Çünkü Kabe, insanlık tarihi boyunca bir benzeri olmayan bir buluşmayı gerçekleştiriyor. Bu buluşmanın sayılarla değil, niteliklerle ifade edilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz.
Kabe bu muhteşem buluşmayı hem gerçekleştiriyor, hem de sürdürüyor. Çünkü Kabe demek, sürekli devinim demek. Orada zamanın hiçbir şekilde sınırlandırılmadığını görüyorsunuz. Orada namaz vakitleri dışında sürekli bir akış, hareketlilik ve heyecan var. Aynı zamanda sürekli bir umut hali var, Herkes Rabbi ile konuşuyor, ona müracaat ediyor, ona ihtiyaç duyduğunu belirtiyor. Yani orası, Allah’a doğrudan yöneldiğimiz bir mekan olarak somutlaşıyor gözümüzde ve herkes orada kendisine bir çeki düzen veriyor, daha dikkatli hareket etme ihtiyacı duyuyor. Dolayısıyla Kabe’nin böylesine hareketli bir hali var. Orada hareketlilik hiç eksilmiyor. Bir yandan da bu hareketliliğin içeriği hakkında düşünmek gerektiğini hatırlıyoruz.
4 milyon hacı üzerine düşünmek
Ben Hac’da, Mekke ve Medine’de geçirdiğim günlerde, bu büyük ve muhteşem buluşmayı gerçekleştiren 4 milyon kişi üzerinde düşünme fırsatı buldum. Bu 4 milyon kişi ne vaat ediyor?
Ben insanların niyetlerini ve duygularını sorgulamıyorum. Bu insanlar samimi niyetleri sebebiyle oraya geldiler, ben bunun bilincindeyim. Fakat bu insanların davranışlarını sorgulamak gibi bir sorumluluğumuz olabileceğini de düşünüyorum. Yani sokakta, caddede, Kabe’de insanlar ne tür davranışlar içerisindeler, bunu değerlendirebiliriz.
Beni heyecana sevk eden şey, ümmetin bütün renklerinin ve bütün farklı yorumların bir arada ve hiçbir sorun söz konusu olmadan var oluşunu orada somut olarak görmekti. Fakat daha sonra, bu var oluşun Kabe’den ayrıldıktan sonra devam etmediğini hatırlayarak, bu defa bir umutsuzluğa ve düş kırıklığına uğruyorsunuz. Ben burada umutsuzluk derken şunu kastediyorum; evvela her Müslümanın şunu bilmesi gerekiyor; çaba harcamayan, sorumluluk almayan Müslümanların, bireylerin ve toplumların umuda istihkakları olmadığını konuşmamız gerekiyor. Yani teslimiyetçi bir umut bizleri yanıltabilir ve helâke sürükleyebilir. Teslimiyetçi bir umut, gerçeklerle rüyalar arasında bir ayrım yapamayacağımız noktaya getirebilir bizi. Dolayısıyla düşlerden gerçeğe uyanmak gibi bir sorumluluğumuz var.
Bu 4 milyon kişinin Kabe’deki buluşmasının Kabe dışındaki dünyaya bir yankısı olmuyor. Halbuki böyle bir yankısı olmalıydı. 4 milyon kişi ne söylüyor, ne istiyor, ne bekliyor, dünyayı nasıl algılıyor, olayları nasıl algılıyor? Ortadoğu ülkeleri birer birer yeniden sömürgeleştiriliyor fakat bu ülkelerden gelen hacılar bu konuda herhangi bir siyasal çözümleme yapma yeteneğine sahip değiller. Bunlar üzerine düşünmek gerekiyor.
Ayrıca orada, bu büyük buluşmada, gerçek anlamda bir buluşmayı başaramıyoruz. Çünkü Müslümanlar arasında dil sorunları var. Bu dil sorunları sebebiyle sağlıklı bir iletişim kurulamıyor. Farklı ülkelerden gelen insanlar birbirleriyle selamlaşmıyorlar. Kabe avlusunda toplanan, yatan binlerce insan, sadece kendi içerisinde sohbetler ediyor.
Haccın gündemi olmalı!
Haccın bir gündemi olmalı. Bu gündem, her sene İslam dünyasının temel ve öncelikli sorunlarıyla ilgili belirlemeler yapmalı ve bu sorunlar, İslam dünyasının seçkinleri, alimleri, kültür adamları, siyaset adamları tarafından ele alınmalı; bütün bunlar, Arafat’ta bir araya gelen ehliyet sahipleri tarafından tartışmaya açılmalı. Biz şu anda tartışmanın dışındayız ve bunları tartışmıyoruz. Haccın bir gündemi yok.
Hac’da kimi kişisel diktatörlükler sorgulanırken, kimilerinin de dokunulmazlıkları olduğunu görüyorsunuz. Örneğin Suriye gibi, Mısır gibi, Libya gibi ülkelerdeki kişisel diktatörlükler devrilirken, Suudi Arabistan diktatörlüğünü tahkim eden bir emperyal proje var. Çünkü Suudi Arabistan aracılığıyla onlar İslam dünyasını kontrol edebileceklerini düşünüyorlar. Bu ikiyüzlü politikaların Hac’da tartışılması gerekiyor. Suudi Arabistan şu anda bölgede Amerika’nın çıkarlarını temsil ediyor. Mekke ve Medine’nin güvenliği Amerika tarafından sağlanıyor. Bunlar kabul edilebilir şeyler değil.
Haremeyn’in bir ailenin tekelinde olmaması gerekiyor, o ailenin perspektifi ve yaklaşımıyla sınırlandırılmaması gerekiyor. Aynı zamanda bu ailenin İslam’a ne derece hizmet edip etmediğinin, İslam dünyasının sorumluları tarafından tartışılması gerekiyor. Çünkü bu Suudi ailesi ve kabilesinin prensleri ve prensesleri, hacıların gelirlerini dünyanın ünlü kumarhanelerinde israf ediyorlar. Lüks, ihtişam, debdebe, sefahat ve saltanat için hunharca paralar harcıyorlar. Yine bu Suudi yönetimi, ülkelerindeki bir isyan hareketini bastırmak için kitlelere milyarlarca dolar rüşvet dağıtıyor. Orada bunları düşünüyorsunuz.
(Söyleşi: İsmail Kaplan / Dünya Bizim)
-
Şinasi ULUDOĞAN 18-09-2012 22:04
Sayın Atasoy Abinin hacc değerlendirmelerine katılmamak elde değil. Zira bende 2006 sonu 2007 başı hacc mevsiminde oradaydım. Hele Mekkeye ulaşıpta Kabeyi görmeye ramak kala tüm benliğinize inanılmaz bir heyecan inanılmaz bir kavuşma arzusu doluyor. Zira bunu Oradan ayrılırken çok daha yoğun hissediyorsunuz.Yani kavuşma anındaki o inanılmaz duygunun nedenini anlıyorsunuz. Aslında ve kısacası önce Allah'a ve O'nun beytine daha sonrada Resulullah'ın mescidine misafir olmak dünyadaki en hayırlı misafirlik olsa gerek....
-
Mehmet Gündüz 16-12-2011 23:21
Rabbim Haccınızı mebrur, amelinizi makbul eylesin, hayirli ömür sağlıkı sıhhatlı beden bahşetsin RAHMAN Olan Rabbimiz kuran ile inşa ettiği ilk kuran nesli olan peygamber ve sahabesi mekkeyi fethedip RABBİMZİN Buyruğuna ve atamız olan hz ibrim çağrısın icabet ederek o inkilabi ibadeti yaparak içlerindeki ve dışlarındaki şeytanları devirdilerse bizlerede o bilinç düşünce akide ve cesareti versin selam ve dua ile ALLAHA Emanet.
-
bekir 07-12-2011 10:15
Rabbim haccınızı kabul etsin.İnşaallah hac ile izlenimlerinizden istifade etmeyi,ümmet bilincine sahip olmayı Allah nasib etsin.
-
ilyas metin 06-12-2011 21:07
Abimizden Allah razı olsun düşüncelerinden istifade ediyoruz bu yazıyı paylaşanlardanda Allah razı olsun