Atasoy Müftüoğlu: `Ilımlı İslam`la ılımlı işbirlikçilikler kastediliyor
Düşünür Atasoy Müftüoğlu, İktibas Dergisi`nin Haziran sayısı için kaleme aldığı `Azgın Propaganda Fırtınaları` başlıklı yazısında emperyalizmin İslam`a ve Müslümanlara karşı giriştiği topyekün imha harekatını ve buna karşılık direnişi yükseltmesi gereken Müslümanların saflarında yaşanan çözülmeleri kaleme aldı.
Düşünür Atasoy Müftüoğlu, İktibas Dergisi'nin Haziran sayısı için kaleme aldığı "Azgın Propaganda Fırtınaları" başlıklı yazısında emperyalizmin İslam'a ve Müslümanlara karşı giriştiği topyekün imha harekatını ve buna karşılık direnişi yükseltmesi gereken Müslümanların saflarında yaşanan çözülmeleri kaleme aldı. Müftüoğlu yazısında şu acı tesbiti yapıyor:
"Direniş bilincine ve kültürüne sahip olmayan Müslümanlar, cemaat hareketleri, hayatta kalabilmek için, teslimiyetçi konumları, yöntemleri, tarzları seçiyor. Radikal düşünceler, tercihler, tavırlar itibardan düşüyor, yaftalanıyor, karalanıyor. Ilımlı İslam, ılımlı Müslüman yeni bir kategori olarak moda haline getiriliyor. Ilımlı İslam ve ılımlı Müslüman ile aslında ılımlı araçlar/araçsallaştırmalar, ılımlı işbirlikçiler kasdediliyor."
Atasoy Müftüoğlu'nun yazısını dikkatlerinize sunuyoruz:
Azgın Propaganda Fırtınaları
Atasoy Müftüoğlu / İktibas Dergisi
Terörü mekanik hale getiren emperyalist/faşist güçlerin iktidar oyunları adına araçsallaştırılan İslam toplumları yerle bir ediliyor, milyonlarca masum insan sürgüne, işkenceye, soykırıma, katliama maruz bırakılıyor. Maddi hırslar ve çıkarlar modernlik maskesi altında gizleniyor. İnsan hakları tanımı yalnızca serbest piyasa ideolojisini kapsıyor. Avrupa merkezci önyargılar, her şeyin Avrupalı kavramların sınırları içerisinde değerlendirilmesini dayatıyor. Avrupa-merkezcilik bütün toplumları kendi modernlik kriterlerine asimile etmeye çalışıyor.
Aydınlanmanın ve aklın egemenliğinde gerçekleşen teknik-bilimsel uygarlığın insanlığın olgunlaşmasına, erdemli hale gelmesine, daha adil bir dünya kurulmasına hiç bir katkıda bulunmadığını görüyoruz. Mekanik ve araçsalcı bilimin seküler bir din haline gelmesi, bilimin tek bilgi biçimi olarak algılanması, dünyayı ahlaki çürüme noktasına getirdi. Saldıran bir zenginliğin yaşandığı günümüz dünyasında bilgi de metalaşıyor, saptırılıyor, çarpıtılıyor; tarih ideolojik amaçlarla sömürülüyor; para eksenli hayatlar/ilişkiler yaşanıyor. Piyasa ekonomileri daha çok küresel çıkar gruplarına hizmet ediyor. Devletsiz çokuluslu güçler/yanlar, uluslararası sınıflar belirleyici hale geliyor. Modern kavram ve kurumlar günümüzde entelektüel uyuşturucu işlevi görüyor.
Laik ulusçuluğun ortaya çıkışıyla birlikte dini ölçülerin, bağların, kategorilerin, çerçevelerin zayıfladığını, zayıflatıldığını görüyoruz. Ulusal homojenliğin dayatıldığı toplumlarda etnik çatışma ve gerilimler kaçınılmaz hale geliyor.
İçerisinde yaşadığımız dönemde, sömürgeci yalancılık, İslam ve Müslümanlar hakkında azgın bir propaganda fırtınası estiriyor. Eli kanlı modern emperyalistler, çıkarları için her türlü kötülüğe tevessül etmekten çekinmiyor.
Direniş bilincine ve kültürüne sahip olmayan Müslümanlar, cemaat hareketleri, hayatta kalabilmek için, teslimiyetçi konumları, yöntemleri, tarzları seçiyor. Radikal düşünceler, tercihler, tavırlar itibardan düşüyor, yaftalanıyor, karalanıyor. Ilımlı İslam, ılımlı Müslüman yeni bir kategori olarak moda haline getiriliyor. Ilımlı İslam ve ılımlı Müslüman ile aslında ılımlı araçlar/araçsallaştırmalar, ılımlı işbirlikçiler kasdediliyor.
Güç ilişkilerinin korkunç bir eşitsizlik içerisinde olduğu bir dönemden geçiyoruz. Soğuk Savaş sonrası dönemde, Amerika'yla rekabet edecek bir güç kalmadı. Amerika sahip olduğu gücü, İslam dünyasının zenginliklerini sömürerek kazanıyor. Bugünkü egemenlik biçimi, askeri güç kullanmak suretiyle sürdürülen bir barbarlık biçimidir. Modern emperyalistler, İslam toplumlarının kendi kendilerini yönetme yeteneğine sahip olmadıklarını, yönetilmeleri gerektiğini düşünüyor. İslam toplumlarında, ulusal devlet seçkinleri de, aynen emperyalistler gibi düşünüyor, halkların tercihlerine, hassasiyetlerine hiç bir şekilde saygı duymuyor. Türkiye'de olduğu gibi; topluma/ülkeye hiç bir zaman gerçek seçenekler sunamayan yozlaşmış bürokrasiler, yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşen müdahalelerle sık sık toplumsal/kitlesel hayal kırıklıklarına neden oluyor. Toplum, devlet elitleri tarafından tasarlanan ideolojik dil ve söylemle kontrol altında tutuluyor.
Toplumlarımız, İslamî eğilimleri/tercihleri/yönelişleri nedeniyle hayatın zorlaştırıldığı toplumlar haline dönüştürülüyor. Günlük hayat dünyasının dar sınırları içerisine hapsediliyoruz. Sayısal çokluklar, zihinsel bir dönüşüme hiç bir şekilde bir katkıda bulunmuyor; sayısal çoğalma, niteliksel çoğalma anlamına gelmiyor. Duygu yapıları birer birer tahrip edildiği için, gündelik hayatın içerisinde her tür ilişki mekanikleşiyor. Günümüzde yalnızca güçlülerin özgürlüklerinden söz edilebilir, güçsüzlerin değil. Özgürlük bir bilinç durumunun, bir irade durumunun yansımasıdır. Güç karşısında ne pahasına olursa olsun, hakkı temsil edebilecek bir ahlaka ihtiyacımız var. Kendi ruhlarını özgürleştiremeyenler, toplumlarını özgürleştiremezler. Günümüzde olaylar tarafından bir o yana, bir bu yana sürükleniyoruz. Bir değişim ve özgürlük yönelişi içerisine giremiyoruz. Yeni bir hayat, yeni bir insan, yeni bir bilinç; yeni bir düşünce ve ahlakla kurulabilir.Tekdüzeliklerden, alışkanlıklardan, statükoculuklardan, muhafazakarlıklardan bir direniş dili, kültürü, tavrı çıkmaz, çıkarılamaz. Tevhid bilinci süzgecinden, eleştiri süzgecinden geçirmeksizin, geleneksel birikimi tüketmek çok açık bir tükenişle sonuçlandı. Hayatı, sanatı, edebiyatı, siyaseti, etkileyebilecek, dönüştürebilecek bir dil ve irade oluşturamadık. Hiç bir İslamî akım, zihinsel ve algısal temel bir dönüşüm için sağlıklı bir zemin ve radikal bir etki oluşturamadı. En güçlü İslamî akımlar/cemaatler de, gelenek, görenek, statüko ve ulusçuluk sınırları içerisinde yapılandı. Bu akımlar, sistemle bütünleşmek, barışmak ve uzlaşmak için her renge bürünebiliyorlar.
Her yerde, her durumda, aynı iman'ın sözcüsü/temsilcisi olmak durumundayız.
İmanımızı her zaman büyük bir aşk, büyük bir umut, büyük bir bilinç ve büyük bir eylemle somutlaştırmamız gerekir.
Aklî, kalbî, vicdanî ve duygusal bir bütünlüğe sahip olmayan insan, her yönde kullanılabilir, yönetilebilir ve köleleştirilebilir.
İnsanın, kendisini bütün bir bilinciyle, kalbiyle ve ruhuyla bir davaya adayarak hayatı anlamlı kılması kadar büyük bir zenginlik olamaz.
Tercihlerini akılla, bilinçle, beğeni ile değil de, modalara göre yapan bireyler, kişilikleri gelişmediği için bu yönde hareket ederler.
İlahî ahlakı, soyut bilgilerle ve sözcüklerle değil, eylemlerimizle temsil edebiliriz.
İlahî hikmete kapalı olanlarla hiç bir şey gereği gibi konuşulamaz.
Bilgeliğin yolu sadelik ve tevazudan geçer.
Gerçek bilgelik, bilim, ahlak ve eylemi birleştirmekle sağlanabilir. Ölümü hatırlayarak yaşamak bilgece yaşamayı, sorumlu yaşamayı ve anlamlı yaşamayı mümkün kılar.