Şükrü HÜSEYİNOĞLU

09 Ekim 2018

AVM VE STADYUM ARASI “MESCİD”, CAHİLİYE ARASI “İSLAM”

Tarih boyunca toplumlar, Rabbimizin kendileri için bütüncül bir hayat nizamı olarak bildirdiği dinine karşı temelde üç pozisyon almışlardır. 1- Bütüncül bir tasdik ve ittiba. 2- İnkâr. 3- Rabbimizin kendileri için belirleyip bildirdiği sınırlara ittiba yerine, Rabbimize ve dinine kendi hevalarınca sınır çizmeye, Hakkı hâkim kılmak yerine ancak kendi cahili değer yargıları ve işleyişleri çerçeve ve bünyesinde mahkûm bir konumda tutmaya kalkışmak.

Rabbimizin dinini/insanlar için belirlediği hayat nizamını iş ve işleyişlerinde hâkim kılmak yerine ona ancak mevcut cahili işleyişleri içerisinde mahkûm bir konum biçen, bireysel ibadet ve kimi ahlaki öğretilerine lütfen yer açan yaklaşım, tarihte olduğu gibi günümüzde de en yaygın tutumu ifade etmektedir.

Özellikle de jakoben laiklikten anglo-sakson ılımlı laikliğe evrilmenin yaşandığı günümüz Türkiye şartlarında makrodan mikroya tüm iktidar alanlarında bu trendin yansımalarına tanıklık etmekteyiz. Makrodan kastımız olan devletin siyasi, askeri ve iktisadi egemenlik ilişkileri ve işleyişinde de, mikrodan kastımız olan eğitim-öğretim kurumları, sosyo-kültürel ve iktisadi işleyiş ve işletmelerde de din-i mübin-i İslam hâkim bir hayat nizamı olarak değil, ancak bireysel bir inanç ve ritüele indirgenmiş ibadet boyutuyla kendisine yer bulabilmektedir.

Makro boyutuyla, anglo-sakson laikliğe geçiş sürecinin yönetildiği Külliye’deki Millet Camisi de, Rabbimizin insanlar/toplumlar için belirlediği ahkâmı şer’iyyenin belirleyici olmadığı diğer devlet kurumlarında açılan mescitler de, mikro boyutuyla laik-kemalist eğitim-öğretimin tüm putperest vasfıyla sürdürüldüğü okullarda, kapitalizmin mâbedleri olarak niteyebileceğimiz “alışveriş ve yaşam merkezleri” AVM’lerde lütfen yer verilen mescitler de hep hâkim değil mahkûm bir din algı ve anlayışının somut ifadeleri durumundadır.

Muhafazakâr-demokrat medyada büyük ve önemli bir gelişme olarak yer verilen “Fenerbahçe futbol kulübünün stadında mescit açılması” işbu trendin son örneğini teşkil etmiştir. Türkiye’de kitlelerin sevk ve idaresinde önemli bir işlev gören futbol endüstrisi ve futbolizmin başat temsilcilerinden olan Fenerbahçe kulübünün, stadyumda taraftarlar için mescit açması muhafazakâr-demokrat medyada “Ali Koç’un ilk icraatı” başlığıyla şu şekilde haberleştirildi:

“Fenerbahçe'nin yeni yönetimi taraftarların sesini dinledi ve yıllardır süregelen bir sorunu çözüme kavuşturdu. Ülker Stadı'na sarı-lacivertli renkleri desteklemeye gelen Fenerbahçe taraftarları namaz kılmak için merdiven boşluklarını ya da stadın müsait bölgelerini kullanıyordu. Genellikle yerlere serilen karton kağıtlar veya poşetlerin üzerinde namaz kılan taraftarların bu durumunu gören yönetim, Ülker Stadı'na mescit yaptırdı.”[1]

Tabii ki muhafazakâr-demokrat algı ve zihin yapısından, gerçek anlamda kitlelerin afyonu ve kapitalist bir sömürü endüstrisi işlevi gören futbolizme dair bir eleştirel bakış açısı veya bütüncül bir bakış açısıyla namaz ve futbolizm arasındaki çelişkiyi, doku uyuşmazlığını görüp konu edecek bir performans bekliyor değiliz. Onlar için bir AVM’de, bir stada namaz kılınacak bir yer bulundu mu tüm meseleler halledilmiş, İslami açıdan artık orada bir sorun kalmamış oluyor!

Rabbimizin insanlık için hayat menbaı olarak bildirdiği dinine karşı alınan inkâr ve açık düşmanlık pozisyonu sahiplerinin okullarda, AVM’lerde vs açılan ve o mevcut işleyişlere halel getirmeyecek şekilde salt bireysel ibadet mekanları olarak işlev gören mescitlere de tahammüllerinin olmadığının bilincindeyiz tabii ki.

Fakat, cahili algı ve işleyiş sahiplerinin “Ey Şuayb! Babalarımızın kulluk ettiklerini, yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın”[2] hitabına muhatap olan Şuayb (a.s.)’ın izini takip etmekle mükellef olan, Allah’ın dininin cahiliye bünyesinde mahkûm bir konumda değil, yeryüzüne hâkim kılınmasını savunmak durumunda biz Müslümanlardan kimse “AVM arası mescit”, “Stadyum arası mescit” gibi pratikler karşısında kapitalist işleyişe veya futbolizme şükran borcu ifade etmemizi, makro iddia ve itirazlarımızdan vazgeçmemizi beklememelidir.

2012 yılında Rabbimin inayetiyle Umre ibadetini yapmak nasip olmuştu. Döndükten sonra izlenimlerimi kaleme aldığım bir yazıda Arabistan’ı değerlendirirken “Mekke ve Medine’ye ve oralarda da Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’ye sıkıştırılmış bir İslam”dan söz etmiştim. Aslında bu durum ne yazık ki tarihte ve günümüzde çoğunlukla toplumların Allah’ın dini ile ilgili tutumlarını ifade eden bir durum.

Başta da dediğimiz gibi, hâkim değil mahkûm olan bir din algısı. İnsanlık için sınır çizen, iş ve işleyişleri belirleyen değil, kendisine sınır çizilen, egemenlik alanlarına müdahil kılınmayıp, dar çerçevelerde kendisine lütfen yer verilen religon anlamında bire din anlayışı. Böyle olduğu içindir ki özellikle son 16 yıldır Türkiye’de bir yandan devası camiler yükselirken, diğer yanda onların yanıbaşında devasa AVM’ler ve devasa stadyumlar da yükselmesi, bizler gibi artık tamamıyla aykırı ses muamelesi gören üç-beş kişi dışında kimsenin gündemine bile girmiyor, bu durumu sorgulama anlamında.

Eskilerde cami merkezli bir yapılanma ve sosyal işleyişin hâkim olduğu şehirlerin kimliğini ve kıblesini değiştirme misyonu gören AVM’yle temsil olunan kapitalistleşme trendi ve stadyumların sembolize ettiği futbolizme karşı itirazı ve direnişi olmayan bir cami algısı oluşturduktan sonra, değil bir, bin adet devasa cami inşa edilse ne olur edilmese ne olur!

Cahiliyeye ve onun tüm biçimlerine, siyasi, ictimai, iktisadi, kültürel alanlardaki işleyişine itirazı olmayan, yeryüzünden fitnenin kaldırılması ve egemenliğin ancak Âlemlerin Rabbi’nin ölçülerine hasredilmesi iddiasından koparılmış, cahiliye bünyesinde kimi öğreti ve pratiklerine lütfen yer verilmesine razı olmuş, cahiliye içinde renklerden bir renk, tonlardan bir ton ve gök kubbede hoş bir seda olarak kalmayı kabullenmiş bir din algısı asla İslami değildir.

İslam; bâtılla uzlaşmak, bâtıla ve onun geleneksel veya modern biçimlerine karşı esastan itiraz ve inkılab iddialarından vazgeçme karşılığında cahiliye bünyesinde kendisi için hayat hakkı talep eden, sığıntı olmayı kabullenecek bir religion değildir. İslam bütüncül bir hayat nizamıdır ve üstelik onun, yegâne hak din olmak ve dolayısıyla kendisi dışındaki tüm algı, anlayış ve izm’leri bâtıl kabul etmek gibi orta yol bulmayı, ilkesel anlamda uzlaşmayı imkânsız kılan bir vasfı vardır.

“Bilakis, biz hakkı bâtılın üzerine atarız da, onun beynini parçalar. Bir de bakarsınız o yok olup gitmiştir. Nitelemelerinizden dolayı yazık size.” (Enbiyâ, 21/18)

“De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur.” (İsrâ, 17/81)

Evet, tüm türevleriyle birlikte bâtılı ve onun siyasi, iktisadi, ictimai, kültürel egemeniğini ortadan kaldırma ve hakkı/Âlemlerin Rabbinin sözünü-ölçülerini hâkim kılma iddiası İslam’ın temel vasfıdır. Bu iddiasından koparılmış, cahili işleyişler bünyesinde mahkûm olarak lütfen hayat hakkı tanınan bir “mabed dini/religion” olmayı kabullenmiş bir din algısının Rabbimizin, Rasulullah (a.s.) ile bize bildirdiği İslam’la ilgisi yoktur.

İslam, kendisi için AVM’de, stadyumda mescid talep eden değil, tüm yeryüzünü mescid (Âlemlerin Rabbi’ne secde/itaat edilen yer) kılma ufkuna ve iddiasına sahip hayat nizamıdır. Onu salt bir “mabed dini” olarak görmek, hevaları gereği o sınırda algılamak isteyenler AVM ve stadyumlarda açılan mescidlere sevindirik olmaya devam edebilirler.

Bizler ise, Şuayb (a.s.)’ın Medyen’de ve Muhammed (a.s.)’ın Mekke’de yaptığı gibi her türlü putperestliği, kapitalist sömürü çarklarına, insan hevasına dayalı egemenlik ilişkilerine “Lâ” demeye ve cahiliyenin imhası ve hakk ve ona dayalı adaletin inşası Rabbani iddiasını/dâvasını sürdürmeye devam edeceğiz inşallah.

Zihinlerin ve kalplerin kuşatılmışlığında söylediklerimiz aykırı ve çatlak ses olarak algılansa, o muameleyi görse de biz bâtılı bâtıl bilip ondan ictinap ve hakkı hak bilip ona ittiba etmenin gereği olarak bu gerçekleri ifade etmeye devam edeceğiz. Ta ki insanlar şunu anlasın: Ekmek arası köfte olur, fakat cahiliye arası İslam asla olmaz! Ne İslam'ın cahiliyeye, ne de cahiliyenin Rabbimizin razı olduğu haliyle İslam'a tahammülü vardır. Fert ve toplumlar ya İslam'dan yana ya da cahiliyeden yana net tercihlerini yapmak durumundadırlar.


[1] haber7.com/fenerbahce/haber/2720683-ali-kocun-ilk-icraati-taraftar-namaz-kilsin-diye/?detay=1

[2] Hûd, 11/87

(Bu makale, İktibas dergisinin Ekim 2018 sayısında yayınlanmıştır.)