Baban da mı şapka giyerdi?
“Şapka Kanunu” çıkmadan önce Ankara`da bir genci yukarıdaki sual eşliğinde tartaklayan isim, merhum İskilipli Atıf Hoca`yı “şapkaya muhalefetten” asan hakimlerden Kılıç Ali`ydi. Bu olaydan birkaç ay sonra ise şapka zarurî olunca Erzurum`da arz talebi karşılamadığı için, kadın şapkaları `kelle korkusu` taşıyan erkeklerin başlarını süslemişti…
“Şapka Kanunu” çıkmadan önce Ankara'da bir genci yukarıdaki sual eşliğinde tartaklayan isim, merhum İskilipli Atıf Hoca'yı “şapkaya muhalefetten” asan hakimlerden Kılıç Ali'ydi. Bu olaydan birkaç ay sonra ise şapka zarurî olunca Erzurum'da arz talebi karşılamadığı için, kadın şapkaları 'kelle korkusu' taşıyan erkeklerin başlarını süslemişti… Sizce, travmatik miymiş?
Bir organın yapısını bozan ve dıştan mekanik (ezilme, çarpma vs) etki sonucu oluşan yerel yara”ya verilen ad travma. Son günlerdeki istimâli ise malûm, siyaseten… Peki, artık meşhur olan o beyanatta denildiği gibi devrimler, toplumsal bir travmaya yol açmış mıydı? Bakalım…
“HARF DEĞİŞİMİ FELAKETTİR, HERCÜ MERCTİR”
Bilal Şimşir, TTK yayınları arasından 16 yıl önce çıkan “Türk Yazı Devrimi” isimli kitabında, “Harf İnkılabı”nı belki “travma”nın da ötesine taşıyan kimi yorum sahiplerinin değerlendirmelerine de yer vermişti. En sert eleştirilerden birisi Kazım Karabekir'e aitti. İzmir İktisat Kongresi'nde bu yönde haberler alan Karabekir, bakın neler demişti: “Bu fikrin müthiş bir felaket olduğunu Arnavut kavmi de pek geç anladı. Azerbaycanlı arkadaşlarımız da bu felakete düştü. Bugün hangi ecnebi ile görüşseniz ilk işiteceğiniz sözler: 'Türkçe güzeldir fakat harfleri fenadır.' Bir kuvvet bütün bir cihana bu propagandayı yapıyor. Latince kabul edilir mi? Kabul edildiği gün memleket herc-ü merce girer. İşte düşmanlarımızın çalıştığı şeytankârane fikir budur. Sonra bizim dilimizi terennüm edecek hiçbir Latin huruf (harf) yoktur. Bugün Fransızca huruf o kadar karışıktır ki, bizim dilimizi, kabil değil terennüm edemez. Kutsal kitaplarımız, tarihimiz ve binlerce cilt âsarımız bu lisanla yazılmışken istirham ediyorum, böyle fikirler içimize girmesin. Sonra büsbütün lâl-ü ebkem (konuşamaz, şaşkınlık) olur.”
ALFABEMİZİN BAŞINA ŞAPKA GEÇİRMEYİN
Kitapta, harf değişikliğine karşı olan bazı yayınlardan örneklere de yer verilmişti. Mizah dergisi Akbaba, “Bunca yıllık harfleriz, güzeliz Latinceden / Latin harfi geçemez öteye Derince'den” taşlamasıyla tartışmalara katılırken; Ahmet Hikmet Müftüoğlu da Resimli Gazete'de girişimi, “akla, mantığa sığmayan, çocukça tedbir” olarak nitelendiriyordu. Bir kitapçık bastıran Ali Seydi ise “Alfabemizin başına 'şapka geçirmeğe' millî gurur nasıl katlanır? Eski kültür kurban edilir mi? Bunların en önemlilerini Latince'ye çevirmek ise en az çeyrek yüzyıl alır. Bu arada birkaç yüzbin bedbaht Türk çocuğu, kitapsız, öndersiz, bilgisiz, kör cahil yetişir” diyordu.
YA İNGİLİZLER RUSÇA YAZSAYDI…
Değişiklik, Batı'da da ilginç yazılara konu olmuştu. İngiliz The Times'dan yapılan alıntıda şunlar yazıyordu: “İngilizlere, bundan böyle Rus alfabesi ile okuyup yazmak zorunda oldukları söylenseydi, sıradan bir İngiliz bundan mutluluk mu duyardı?” H.E Wortam isimli bir İngiliz yazar da, “Atatürk, bütün bir ulusu yeniden okula gönderdi” diyordu. Evening Standard gazetesi ise şunu soruyordu: “Bakkala ve kasaba dilinin nasıl yazılacağını öğreten başka bir devlet başkanı var mıdır?” İskandinav ülkeleri de devrimi büyük bir merakla takip ediyorlardı. Kopenhag'taki Berlingske Tirende gazetesi, “Bu öyle köklü bir reform ki kapsamını kavramak güç. Eski bir kültür birkaç yılda tarihe karışacaktır” derken, Ekstrabladet gazetesi ise “Yaşlı Türkler Latin alfabesini bilmiyor ve bundan hoşlanmıyorlar” diye yazıyordu.
KALFA KADIN'A GÖRE ŞAPKA “MUNDAR”DI
Cumhuriyet'in ilanından birkaç yıl önceydi. Yahudi doktor, evdeki bir hasta için gelmiş; şapkasını da, taşlıkta bırakmıştı. İşi bitip, gittiğinde, Kalfa Kadın, “mundar oldu, mundar oldu” diyerek, şapkanın konulduğu yeri arap sabunuyla ova ova helak olmuştu. Bu hatırasını Çankaya'da anlatan Falih Rıfkı Atay, Mütareke yıllarında bir arkadaşıyla sokakta şapka giyme denemelerini de, “Züppeler sizi' bağrışları eşliğinde az daha dayakla neticelenecekti” diye yazar. Şapka giymenin, o yıllarda “zındıklık” gibi görüldüğünden müşteki olan Atay, yaşlı bir tanıdığının şapka giymemek için ömrünün sonuna kadar evinden çıkmadığından, bir başkasının ise evinde zaman zaman fotr şapkayı ayağının altına alarak, “Seni ben giymedim, bana seni zorla giydirdiler” dediğini de aktarıyordu.
BABANDA MI ŞAPKA GİYERDİ?
Belki de en trajik şapka vakası ise İskilipli Atıf Hoca'yı şapka yasasına muhalefet ettiği gerekçesiyle idama mahkum eden heyetteki Kılıç Ali'nin, yasa çıkmadan önce şapkaya gösterdiği tavırdı. “Gayri Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi” üçüncü cilt, sayfa 75'te anlatıldığına göre, genç bir gazeteciyi yargılayan -başındaki kalpağıyla- Kılıç Ali, gencin duruşma salonuna şapka ile geldiğini görünce, yakasından tutup, tartaklamış, bir tekmeyle merdivenlerden yuvarlamıştı. Bir yandan da bağırıyordu: “Bu ne kepazelik? Baban da mı şapka giyerdi?” Bir dönemin “lanetli kitabı” Bozkurt'un yazarı H. C. Armstrong da, şapka kanunu çıkınca Erzurum'da yeterince şapka bulamayan erkeklerin, bir bayan giyim mağazasına doluştuklarını, tüylü, tüllü, renkli ne buldularsa başlarına geçirdiklerini iddia etmiş, sonra da eklemişti: “Artık sorun, şapkanın türü değil, o şapkanın takılacağı kafayı yerinde tutabilmekti.”
Dans ederken terler, bunalırlardı
“Ankara'dan emirnameler geliyordu. Çarşaf, peçe yasak. Balolara gidecek, dans hem de iyi dans edecektik. Medenî Türk hanımları olarak bunları yapmaya mecburduk. Ama nasıl?” Böyle yazıyordu, merhume Halide Nusret Zorlutuna “Bir Devrin Romanı” isimli anı kitabında. Şevket Süreyya Aydemir de, ilk baloların kadınsız olduğundan şikayet ediyordu. Adeta zorla bir baloya giden Yakup Kadri'nin eşi Leman Karaosmanoğlu, Atatürk'e, “Paşam, bu inkılâbın kurbanları yalnızca bizler miyiz?” demişti. Mevhibe İnönü'nün birkaç kez baloya gitmemek için İsmet İnönü ile tartıştığını, “Hayat ve Hatıratım”da yazan ise Rıza Nur'du. Falih Rıfkı Atay da “Roman”ında, daha birkaç yıl öncesine kadar erkek erkeğe, kadın kadına eğlenmeyi bilenlerin, şimdi karışık balo ortamındaki hallerine güldüğünü anlatıyordu: “Ya danslarınız, ya danslarınız… Aman Allah'ım, balolar karnavala döndü. Bir köşede durup, sizleri seyrederek kıs kıs gülmek için davetlere gider oldum.” Armstrong ise “Bozkurt”ta, işin “bunaltı” tarafını aktarıyordu: “Dans ettiler, etmeyenleri de Gazi kalkmaya zorladı. Dans bilmedikleri için çarpışıyorlar, alışık olmadıkları akşam kıyafetleriyle terleyip, bunalıyorlardı.” Niyazi Ahmet Banoğlu da, “Nükte ve Fıkralarla Atatürk”te, bir balo sahnesi için, “Tavır, eda ve hatta yürüyüşte bile acemilik çekiliyordu” diye yazıyordu.
Çobana “çok sesli zulmü” direkten döndü
* Bayram Bilge Tokel, “Türkiye Dergisi”nin Cumhuriyet Özel sayısında anlatır. Batı müziği ile ilgili kurulan komisyonun üyelerinden birisi, çok sesli müziğe uyum için tek sesli müziğin yasaklanması önerisini getirmişti. Bu absürd teklifi duyan Cemal Reşit Rey, “Ne yani” diyecekti, “Bir çoban davarlarını otlatırken türkü söylemek istese, bir koşu köye gidip, ikinci bir çoban bulup, 'gel birader, sen de şu ikinci sesi uydur' mu desin?”
“Sultanahmet Camii'ni resim galerisi yapalım”
Mehmet Kafkas “Geçmişi Bilmek”te anlatır. Çallı İbrahim, İstanbul'da resim galerisinden mahrum olduklarından şikayetle bir yer istiyordu. Bu iş için “en uygun” mekan olarak Sultanahmet Camii'ni belirledikleri herzesini savuran Çallı İbrahim, “Ama”, diyordu, “Camide yukarıdan gelen ışığın az oluşu resimlerin iyi şerait altında teşhirine mani olacaktır. Bunun için kubbenin belli yerleri yıkılarak buralara güneş ışığının girmesi için delikler yapılmalıdır.” Komisyonda bulunan merhum Mimar Kemaleddin Bey, Çallı İbrahim'in bu cüretkâr önerisini duyunca pürhiddet yerinden kalkmış, ağır sözler sarfederek toplantıyı terk etmişti. Bu gelişme üzerine Çallı'nın önerisi hayata geçirilememişti.
(Taceddin Ural / Yenişafak / Pazar)