17-04-2010 15:35

Bardakoğlu, Baykal gibi konuştu: İslam`ın rejimlerle sorunu yok

Bardakoğlu`nun `İslam, insanların hangi rejimle yönetildiğiyle değil, dinin o insani, ahlaki değer ve hedeflerinin ne kadar gerçekleştirildiğiyle ilgilenir. Adaleti, dünya nimet ve külfetlerinin doğru paylaşımını sağlayabiliyor, insana insan olarak değer verebiliyor, istişareyi, katılımı, ötekini adam yerine koymayı başarabiliyor musunuz? Esas olan odur.` sözleri, kendisinin ve şahsında Diyanet`in nasıl bir anlayışa sahip olduğunu anlamk için yeterli ipucu veriyor.

Bardakoğlu, Baykal gibi konuştu: İslam`ın rejimlerle sorunu yok

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Star gazetesinden Fadime Özkan'a Diyanet'in işleyişi, misyonu ve geleceğe dair beklentileri konusunda bir mülakat verdi. Ak Parti'nin Diyanet İşleri başkanlığına atadığı Bardakoğlu, küresel sistemin İslam'a biçtiği "Zulme ve bâtıla karşı çıkmayan, iktidar talebinden vazgeçmiş, küresel sistemle ve yerel işbirlikçi sistemlerle uyumlu bir din" gömleğiyle uyumlu bir yaklaşımı içselleştirmiş görünüyor. 

"İslam, insanların hangi rejimle yönetildiğiyle değil, dinin o insani, ahlaki değer ve hedeflerinin ne kadar gerçekleştirildiğiyle ilgilenir. Adaleti, dünya nimet ve külfetlerinin doğru paylaşımını sağlayabiliyor, insana insan olarak değer verebiliyor, istişareyi, katılımı, ötekini adam yerine koymayı başarabiliyor musunuz? Esas olan odur." sözleri, Bardakoğlu'nun ve onun şahsında Diyanet'in nasıl bir anlayışa sahip olduğunu anlamak için yeterli ipucu veriyor.

Fadime Özkan'ın sunumu ve röportajı okuyucularımız için iktibas ediyoruz (islamvehayat.com):

3 Mart 1924’te Atatürk’ün emriyle kurulan, bugün 86 yaşında, sistemi, geleneği oturmuş ama tartışma konusu olmaktan bir türlü kurtulamamış bir kurum Diyanet İşleri Başkanlığı. Diyanet etrafında yapılan tartışmaların en başta geleni; laik devletin din hizmeti verip veremeyeceği. Çoğunluk belli bir din ve mezhepten olsa da farklılıkların olduğu bir toplumda, belli bir mezhebe göre din hizmeti verip verilemeyeceği, dini bilgi üretimi ve din hizmetinde devletin devrede olmasının devletin dini kontrol ve baskı altında tutması demek olup olmadığı ya da -tersinden- devlet eliyle toplumun dindarlaştırılmaya çalışılıp çalışılmadığı gibi pek çok soru var. Konjonktürel olarak gündeme gelen ve Diyanet’i de tartışmanın içine çeken başka konular da... 2003’te Diyanet İşleri Başkanı olan Prof. Ali Bardakoğlu ile konuştuk. 2010’u Kuran Yılı ilan ederek bir dizi etkinliğe başlayan Bardakoğlu, ayrıyeten bu röportajı okuyan herkesi selamlayarak Kuran’ın çağrısına kulak vermeye davet ediyor. 

Prof. Bardakoğlu: "AB süreci de, dünyanın gidişatı da Diyanet’in daha sivil ve otonom olmasını gerektiriyor. Kimse rahatsız olmasın. Diyanet laikliğin önemini iyi biliyor, geleneği de oluştu zaten."

86. yıl toplantısında “Diyanet’in en başta Genelkurmay gibi siyaset üstü ve yüksek itibarlı bir kurum olarak tasarlandığını ancak bu öngörü ve ilk dönem uygulamalarının ileriki dönemlerde korunamadığını ve kurumun giderek sıradanlaştırıldığını” söylediniz...

Konuşmadaki en önemli mesajlardan biri budur, 86 yılın özetidir. Bu cümleyi biz italik yapmadığımız halde fark ettiniz, kutlarım.

Teşekkür ederim. Niye dediniz bunları? 

Bu net bir cümle, bir durum tespiti. Realiteyi görmezsek olayları kavramamış oluruz. Realite şudur: Diyanet’in bugün en güçsüz olduğu yer Ankara’dır. Sıradan bir bürokratik kurumdur. Hatta Diyanet İşleri Başkanı 657’ye tabi bir memurdur. Kuruluştan, Gazi Atatürk’ten sonra Diyanet İşleri Başkanlarını basitleştirmeyi, kurumu sıradan kurum yapmayı laikliğin gereği zannetmişler maalesef.

"DİYANET ÇOK İYİ BİR MODEL"

Halbuki?

Bugün bizim 30 küsur ülkede temsilcimiz, 80 ülkeyle irtibatımız var. Balkanlara, orta Asya’ya, Avrasya’ya Afrika’ya İslam dünyasına gittiğinizde farklı bir Türkiye ve Diyanet algısıyla karşılaşırsınız. Afganistan’da Pakistan’da Somali’de pek çok yerde dini bilgiyle ilgili ciddi sıkıntılar var. Din bazen kadın hak ihlallerinin, bazen şiddetin bazen totaliter rejimleri meşrulaştırmanın, ayrımcılığın, kavganın, gerilimin onaylayıcısı konumunda. Dini bilgide bir metodoloji, bir ahenk olmadığı, Diyanet gibi düzenli dini bilgi üretim teşkilatı olmadığı için herkes kendi fetvasını veriyor ve kaos çıkıyor. O yüzden Diyanet İşleri Başkanlığı son derece önemli bir modeldir.

Diyanet hem vazgeçilemeyen hem eleştirilen bir kurum. Siz de, devlet gerekli itibarı vermiyor, dediniz. Ne istiyorsunuz?

Biz itibar peşinde değiliz ama Diyanet, daha özerk, daha otonom, daha güçlü olmak zorundadır, olmalıdır. Bu, Türkiye’nin gücü, birlik beraberliği, huzuru demektir. İlahiyat fakülteleri gibi. İlahiyatlar doğru dini bilginin üretilmesi yayılması yani toplumun huzuru demektir. Olmazsa endişe edelim. Türkiye’de bazılarının şahsi, sübjektif dindarlık algıları genel yargıyı etkiliyor. İyi bir yöneticinin bu ihtiyaçları görmesi ve buna göre çözümler üretmesi, koordine etmesi gerekir. O yöneticinin dindar olması da şart değil.

Atatürk’ün yaklaşımının tam da bu yönde olduğunu düşünüyorsunuz sanırım. 

Atatürk cumhuriyetin hemen ardından Diyaneti kurdu ve Kuran tefsiri ve hadislerin neşrini, toplumun din konusunda doğru bilgilendirilmesini istedi. Diyanetle Genelkurmayı birlikte kurdu. Rahmetli Atatürk’ün ayağa kalkıp hürmet ettiği iki kişi vardı. Biri rahmetli Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, diğeri de genelkurmay başkanıydı. Sonra bu çizgiyi laiklik adına zayıflatmak uygun görüldü ama din zayıflamadı,  bağlar koptu.

Laik devletin din işlerini organize etmesi de ayrıca eleştirilen bir konudur ama?

Diyanetin sivil ve otonom olması, ayakları üzerinde bırakılması daha riskli gördüğü için böyle yapıldı. Bu nedenle bütün evkaf, vakıflar Diyanetin elinden alındı. Madem din işleri, devlet işlerinden ayrı olacak, din işleri devletin içinde yer almayacaksa camileri, din hizmetlerini besleyen evkaf niçin genel idareye alındı? Alırken iyi de verirken mi sorun? Avrupa’dan gelip “din hizmetleri niye bütçeden veriliyor” diyorlar. Ama bunun daha önce bir sistemi vardı, camiyi yapan şahıs camiyi yaşatacak gelirleri de o caminin vakfı olarak veriyordu. Değişiklik yapılıp dendi ki “dini idare devletin temel kurumlarından biri olacak, giderini biz karşılarız, vakıf gelirleri idareye alınacak”. Bu bir tercihtir, saygıyla karşılarız. Ama bu kararı görmezden gelip Diyanetin maaşları niye bütçeden ödeniyor denmesi bizim de karşı soruları sormamıza yol açıyor.

"DİYANET KULLANILMIŞ OLABİLİR"

Kimilerine göre devlet Diyanet eliyle dini kontrol ediyor, kimilerine göre devlet eliyle toplumu dindarlaştırıyor. İki zıt algı var. Sizce ne olmalı? Gerçi Diyanet İşleri Başkanı olarak cevaplamayacaksınız belki, ya da kayıt dışı söyleyeceksiniz ama...

Kayıt içi söyleyeceğim. Önümüzdeki yıllarda Diyanetin daha sivil, bağımsız karakterinin öne çıkacağına inanıyorum, AB süreciyle de dünyanın gidişatıyla da alakalı olarak. Bundan kimse rahatsız olmasın. Diyanet dini din olarak algılayan, nerede duracağını bilen, siyasete karışmayan ama dini de doğru şekilde algılamayı önemseyen bir kurum. Böyle bir geleneği oluştu zaten. Biz din devlet işlerinin ayrı olmasını önemli bir imkan olarak görüyoruz ama siyasete, yasama yürütme yargıya karışmadığımız kadar bize karışılmasını da doğru bulmuyoruz. Laiklik tek taraflı kesen bir bıçak olamaz. Şu eleştiriyi de yapalım. Bazıları elbette zaman zaman Diyanet İşleri Başkanlığını devletin değişik mekanizmalarının dini kontrol altında tutmanın bir aracı olarak görmüş, kullanılmış olabilir.

Nasıl oldu bu, Diyanet’in başına daha uyumlu birini koyarak mı?

Bu biraz da şahıslarla, Diyanet yöneticilerinin kişilikleriyle, omurgalarıyla alakalı ve kaim bir durumdur. Bir kişi kullanılmaya daha açık olur, buna devamlı yeşil ışık yakarsa onu farklı amaçlar için kullanabilecekler çıkabilir. Ama tüm insanlar da ittifak etse, bir din aliminin dinen doğru bilmediği şeyi yapmaması gerekir.

Böyle bir taleple karşılaştınız mı hiç?

Hayır, hiçbir zaman yapmadık onu. İstesek de yapamayız. Din Diyanet’ten bağımsızdır. Din, din adamlarının tekelinde değildir. Ne iktidar, ne muhalefet, ne uluslar arası ilişkiler ne de AB gündemimizde olamaz. 

"Dinin yasakladığını devlet serbest bırakabilir"

Mevcutlar arasında dinin tavsiye ettiğiyle uyuşan bir yönetim, paylaşım modeli var mı? Demokrasiyle paralellik kurulabilir mi misal? Bugünlerde sol ve ilahiyat tartışması var ayrıca... 

İslam dinini bir siyasi rejim, iktisadi paket olarak algılamak, demokrasiyle, krallıkla, sosyalizm ya da kapitalizmle kıyaslamak fevkalade yanlıştır. İslam bir dindir, kendi düzlemindeki dinlerle mukayese etmek gerekir. Demokrasi bir yönetim biçimi, diğerleri ekonomik yönü de olan ideolojik siyasi tercihlerdir. İslam Afrika’daki bir kabileden ulus devlete ya da uluslar arası yönetimlere intibak kabiliyeti olan ve hepsine aynı anda yön vermeye çalışan büyük evrensel bir dindir. İslam, insanların hangi rejimle yönetildiğiyle değil, dinin o insani, ahlaki değer ve hedeflerinin ne kadar gerçekleştirildiğiyle ilgilenir. Adaleti, dünya nimet ve külfetlerinin doğru paylaşımını sağlayabiliyor, insana insan olarak değer verebiliyor, istişareyi, katılımı, ötekini adam yerine koymayı başarabiliyor musunuz? Esas olan odur.

Modern hayatla dinin çatıştığı pek çok alan var malum: Kuran, faiz haramdır diyor, mevcut ekonomik sistemler ise faiz üzerine kurulu...

Türkiye laik bir ülke, din işleriyle devlet işleri birbirinden ayrı. Ayrı olmasının faydası şu: Dinin haram kıldığı bir şeye devlet müdahale etmemeli, dinin onu haram kıldığını söylemeye engel olmamalı. Olmuyor da zaten. Dinin haram kıldığını kanunlar serbest bırakabilir ama bu bir Müslüman’ın o haramı yapmasını gerekli kılmaz. 

Sorumluluk yine asıl muhataba ‘kul’a geçiyor.

Biz haramları söylemek zorundayız, din-devlet işlerinin ayrı olması laikliğin gereğidir. Din yasaklayabilir devlet serbest bırakabilir. Müslüman’a düşen o günahtan uzak durmaktır. Ne zaman çatışma olur, dinin haram kıldığını kanunlar yapmaya zorlarsa. Böyle de bir şey yok zaten. Demek ki Müslüman’ın bireysel sorumluğu var. İçki, milli piyango, serbest ilişkiler konusunda dinin günah ve haram çizgisi apaçıktır. Biz bunu söyleriz. Bu yasaların da verdiği bir görevdir bize. Burada bir bilgi kirliliği yoktur.

"Kur’an Diyanet mensuplarına inmedi"

Kuran’ın nüzulünün 1400. yılı vesilesiyle bu yıl Kuran yılı ilan ettiniz. Neler yapacaksınız?

Diyanet’in tek işi toplumu din konusunda aydınlatmak zaten. Bunu yapsın ki din, birleştirici olsun. O yüzden 2010’da Kuran’ı daha yakından tanıyalım dedik. Buna toplumun da ihtiyacı var.

Nasıl tanımlıyorsunuz bu ihtiyacı?

Koşuşturmaca, heveslerimiz bencillerimiz tüm zamanımızı alıyor. Herkes önemli şeyler yaptığını düşünüyor, dünya kendini önemli görenlerin birbirini boğazlamasına tanık oluyor. Bu kargaşada ilahi kelamı, çağrısını, esintisini göstermemiz gerek. İnsanlar bu ihtiyacı fark etmeyebilir. Öyle de olsa biz onu yine severiz, yanında olmak zorundayız.

Bu çağrı nasıl bir karşılık buluyor?

İnsanların bunu rutin bir görev sayıp “Diyanet bu, yapacak tabi” dediğini görüyor ve üzülüyoruz.

Bir istatistik ya da kamuoyu çalışması var mı, Türkiye’de Müslümanların Kuran’la ilişkisi nasıl bir ilişki?

Kuran’a çok büyük bir hürmet var. Ama Kuran kadife kılıflar içinde saklansın, diye değildir. Kuran bir hayat kitabıdır, Yüce Rabbimiz bize bir şeyler söylüyor. Kuran’ın hayatla bağının kurulmasında toplumumuzda da, İslam dünyasında da eksiklikler var. Öyle olmasa İslam dünyası bu noktada olmazdı. 

Ne gibi, İslam dünyası hangi noktada?

En katı, totaliter ve ‘ben bilirim’ci uygulamaların İslam dünyasında olmadığını, Kuranın doğru bilgisinin hiçbir siyasi ideolojik amaca alet edilmeden doğru şekilde aktarıldığını kim söyleyebilir? İslam dünyasının Kuran’ın ruh bütünlüğüne; bilgi-amel, bilgi-ahlak ilişkisine geçmesi lazımdır.

"Biz Sünni, Alevi ayrımı yapmayız" 

• “Biz Diyanet olarak toplumu birleştirip bütünleştiren huzur getiren her projenin doğru olduğunu düşünüyoruz. Alevilerle Diyanet karşı karşıya değil. Biz bu ülkede yaşayan herkesin Diyanet’iyiz. Hanefi Şafi Caferi ayrımı, Sünni Alevi ayrımı, Bektaşi Alevi Mevlevi ayrımı, oruç tutan tutmayan, namaz kılan kılmayan, başını örten örtmeyen ayrımı yoktur bizde. Diyanet mezhep esasına göre kurulmuş da değildir, öyle de hizmet üretmez. Görevlilerimiz doğuda Şafi mezhebine göre hizmet veriyor mesela. Allah’a iman, Hz. Peygamber’i sevmek, Kuran’a tabi olmak, namaz oruç hac...bunlar Sünnilik değil İslam’ın temelleri. Diyanet de toplumun ihtiyaçları ve dinin ana ilkelerine göre hizmet verir. Ama dinin ana kaynaklarında olmayan bir talep olursa onu da veremeyiz.”

Zenginlik emanettir kibir büyük günah

Zengin Müslümanların tüketime ve gösterişe düşkünlüğü üzerinden bir tartışma yürüyor biliyorsunuz. Din, zenginin zenginliğini göstermesine izin verir mi, bunun bir ölçüsü var mıdır, nedir?

İslam dini kişilerin zengin veya fakir olmasıyla ya da kaç silindirli arabaya bineceğiyle ilgilenmez. Allah kimine sağlık, evlat, para, şöhret, akıl verir kimine vermez. Her birinin din açısından bir anlamı, sorumluluğu vardır, yerine getiriyorsanız zengin olmanızda mahsur yoktur. İnsan zenginliğin verdiği bencillikle gururla hevesle kibirle kendini birçok şeyden müstağni görür. En büyük günahlardan biri kibirdir. Zenginliğe kavuşmuş insanların büyük bir sınavla karşı karşıya olduğunu düşünüyorum. Dünya nimetlerinden zengin olanın o malın zekâtını vermesini, paylaşması, kibir ve gurura kapılmaması, o gücü insanların hak hukukunu çiğnemek için kullanmaması gerekir. O yüzden şekil değil temel ahlaki normlar önemlidir. Keşke az dindar, çok dindar ayrımı yapmadan tüm zenginlerimiz böyle bir sorumluluk içinde olabilse ve dünya malının kendilerine verilmiş bir nimet, emanet olduğunu fark edebilse. Bugün İslam dünyasının, aslında insanlığın temel sorunlarının temeli ahlakidir. Batının vahşi kapitalizmle yaşadığı süreci İslam dünyası şimdi yaşıyor, yeni görgüsüzlükler oluyor.  

"AB’den hutbe siparişi almayız"

• “Ülkemizde AB standartlarında bir maddi kalkınmanın, refahın, özgürlüklerin olmasını, AB’nin din eksenli değil belli değer ve idealler etrafında buluşma olmasını önemseriz. Ama bu konuları doğrudan hutbelerimize konu yapmayız. Hele hele bu konularda bir siparişe muhatap olmayı asla kabul edemeyiz. Ancak toplumun ortak yararına, geleceğimizin inşasına yönelik her girişimin yanındayız, desteklemeyi ödev sayarız. Şu veya bu kişi ve kurumun bizden hutbe ve vaaz istediği yazılsa da bize bugüne kadar böyle bir hutbe-vaaz talebi hiç gelmemiştir. Bunda da Kurumumuza duyulan saygı ve gösterilen itibarın büyük payı vardır.”

(Röportaj: Fadime Özkan / Star)

YORUMLAR
  • şaban bin hüseyin   17-09-2010 22:09

    BELAMLAR OKADAR ÇOĞALDIKİ HANGİ BİRİNİ DESEK,NORMALDİR BÖYLE BİR SÖYLEM ÇOK GÖRMÜYORUM

  • Fahri ERGÜN   24-04-2010 08:27

    Sayın Badakoğlu Atatürkün neden Kuranı tefsir ettirdiğini bilmiyor olmasını esefle karşılıyorum.Atatürkün bu tefsir çalışmasındaki amacı şuydu.Türk milleti Kuranı Arapça okuyor ve anlamıyor Türkçe okursa anlar ve bu dinden soğur evet tek amacı bu idi kendi ürettiği batıl dini bu halka yutturmak.Zaten bir adam diyanetin adamı olursa bunları söylemek garip olmuyor.Ama Bardakoğlu şunu unutmasın bu dünya fani bir gün ölüm sizide bulacak bu şekilde giderseniz işte o zaman haliniz yaman olacaktır.Çünkü belamlığın sonu cehennemdir.

  • İbrahim Kemaleddinoğlu   19-04-2010 16:05

    Belamı(Düzenin din adamı) reddet ki din yalnız Allah'ındır.