‘Başka bir dünya mümkün’ diyenler için İslam çok önemli
`Tüm İslam dünyasında 60’lı yıllarda çok ciddi bir İslami uyanış çabası görüldü. Bu süreç gerçekten, bugün dünya sistemine alternatif bir potansiyeli ifade ediyor. Bugün dünya sistemine muhalif hareketler var. Dünya Sosyal Forumu var, milyonlarca insan yürüyor. Port Allegro’da senede bir kez toplanıyorlar ve ortak bir sloganları var. Diyorlar ki, ‘Başka bir dünya mümkün.’ Bu açıdan İslam çok önemli. Evet bugün sosyal bir modelimiz yok ama sahip olduğumuz değerler gerçekten küresel bir cevap üretebilecek, sosyal bir model üretebilecek netlikte.`
“Türkiye’de 1960’lı yılların sonunda ivme kazanan ‘İslamcılık’ hareketi, bugün iddia edildiği gibi gücünü kaybetmedi ya da ortadan kalkmadı.” Bu görüşleri dile getiren Hamza Türkmen, bugün Kur’an’ı anlamaya çalışma çabaları ve Kur’an meallerine yönelik talebin bunun en büyük işareti olduğunu söylüyor. Ona göre, henüz somut bir model yok; ancak Müslümanlar, kötü bir sona doğru giden dünya için ‘başka bir model’ üretecek.
Türkiye, hem siyasi hem sosyal hem de ekonomik olarak çok farklı yollardan geçerek bugüne geldi. Bazen ilerlemeler, değişimler, bazen gel-gitler bazen de geriye dönüşler yaşandı. İşte bu noktada pek çok insanın zihnini meşgul eden, “Bir dönemin yükselen ve gözle görünür hale gelen ‘İslamcılık’ akımı bugün nereye gitti?” sorusuna, yaptığı çalışmalarla cevap veren Hamza Türkmen, Kur’an’ın özüne dönüş anlamındaki İslami uyanışın bugün hâlâ devam ettiğini ve büyük bir yöneliş olduğunu savunuyor. Çalışmalarını, ‘Türkiye’de İslamcılığın Kökleri’ ve ‘Türkiye’de İslamcılık ve Özeleştiri’ isimli iki kitapta toplayan Türkmen, hızla kötü bir sona doğru giden dünyayı iyi bir geleceğe güvenle götürecek tek sistemin İslam olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Henüz bir modelimiz yok ama bugünkü kapitalist sisteme alternatif oluşturacak tek mecra İslam’dır.” Türkmen’le İslamcılık kavramı, dünü ve bugünüyle Türkiye’deki seyri üzerine konuştuk.
İslamcılık kavramının karşılığı nedir, kökü nereye dayanıyor?
İslamcılık, İslam değildir tabii ki. İslam’ın bir yorumu, İslam’ı anlama ve yaşama çabası olarak ele alabiliriz. Konuya Batılı bir perspektifle yaklaşanlar daha ziyade modernizmle bağdaştırıyor, hatta İslamcılık modernleşme sürecinin başladığı 150 yıldan beri var, ona bir tepki olarak çıktı diyorlar. Yüzeysel bir yaklaşım bence. Çünkü kültürel olarak da köklerimizde bu kavram var. Mesela, Hasan Ali Eşari, Hicri 330’da yazdığı, ‘İslamcıların Görüşleri ve Ehli Kıblenin İhtilafları’ isimli kitabında bu kavramı kullanıyor.
Peki radikal İslam, siyasal İslam, liberal İslam veya kültürel İslam tanımlamaları, neden hep İslamcılık kavramı ile birlikte anılıyor?
Bizim kültür atlasımızda bu tür kavramlar yoktur. Bunlar dışarıdan tanımlayanların, genellikle Batılı sosyologların ve İslamologların kavramlarıdır. Müslümanlar 150 seneden bu yana Batılı değerlerin kuşatması altında yaşıyorlar. Bu cendereden nasıl kurtulabiliriz, nasıl vahyi bilince, ümmet bilincine kavuşabiliriz kaygısı var. Bu anlamda çözüm arayışlarında da değişik yöntemler ortaya çıkıyor. Belki bu yöntemleri kategorize etmek için dışarıdakiler bunu kullanıyor.
Size göre bu İslam’ın özüne dönme noktasındaki hareketler, son yılları baz alırsak ne zaman başladı?
Malik bin Nebi’nin tespiti ile, Muvahhidler devletini yitirdiğimizden itibaren Kur’an, sünnet ve şura temelli bir yönetim mekanizmasını elde edemedik. Daha sonra öze dönme hareketleri oldu. 19. yüzyılın sonunda Cemalettin Afgani liderliğindeki hareket, İslami uyanışları tetikleyen dış kuşatmaya tavır alma, kimliğimizi koruma ve inşa etme çabasını başlatan bir çizgidir. Türkiye’de ise, 60-70’li yıllar kendi kimliğimizi tartıştığımız en canlı yıllardı.
Peki bu yıllarda yükselen İslam’ın özüne dönüş çabalarını kesintiye uğratan ve zarar veren en büyük etken nedir?
Birincisi küresel kapitalizm ve Batılı yaşam tarzı tüm dünyamızı kuşatmış vaziyettedir. Diğeri de, Müslümanlar olarak tekrar aslımıza dönelim diye çabalarımız oldu. Fakat burada yanlış öncelikli hedefler peşine düştük. Vahiy temelli bir sosyal model üretmek varken, iktidar hedefine hapsolundu. Bu yanlış bir öncelikti. Temeli olmayan bir çatı kurulamaz. Ve bu hedefin yanlışlığı ortaya çıktıkça hayal kırıklıkları, savrulmalar, içe kapanmalar oldu veya karşıtına sığınarak var kalabilme, uzlaşma açılımları oldu. Biz daha ziyade işin zarfı ile uğraşmaya başladık. Ama aslolan ıslah usulüdür.
Islah kritik bir kavram. Islahı reformdan ayıran nedir peki, din üzerinde bir şeyleri düzeltmek anlamı da çıkarılabilir?
Evet, ıslah kavramı Batılı dilde reform olarak çevriliyor. Oysa ıslah kavramı Kur’an’ın en temel kavramlarından biridir. Vahiyden uzaklaşanı tekrar fıtrat ve öze döndürme eylemine Allah’ın verdiği addır. Reform ise, bozuk giden bir şeyi kendi tarihselliği içinde, geçmişi beşeri formatta yorumlayarak bir çözüm üretebilmektir.
Müslümanların iktidar düşüncesinden bahsettik biraz önce, İslam’da siyaset var mı?
Egemen sistem içinde ve onun ilkeleri ile bir siyaset yürütmeyi, Allah rızası için mutmain olarak yapamazsınız. Oysa siyasetin İslami literatürde açılımı şudur: “Siz, ben Müslüman’ım dediğinizde veya neyi değiştirmek istiyorsunuz?” sorusunun cevabını verdiğinizde, yani ‘biz ve öteki’ kavramı olduğunda siyaset yapıyorsunuz demektir. Bu kurulu sistem içinde bir siyaset değildir. Biz burada, en fazla kavramsal kaosu, Müslümanların kurulu sistem içindeki, kurallarını ötekinin belirlediği sahnedeki rollerini, direkt İslam’ın rolüymüş gibi sunmaya çalıştıklarında yaşıyoruz.
Siz, ‘İslam siyasetin ölçülerini vaz eder.’ diyorsunuz. Buna göre, İslam siyaseti nereye kadar düzenler, günlük siyasete de müdahale eder mi mesela?
Kur’an, hayatın gaybi plandan siyasi, sosyal, ekonomik plana kadar her alandaki bozulmaya karşı yeniden ıslah sürecini başlatmak istiyor insanları uyararak. Bu da Müslümanlar üzerinden olacaktır. Biz vahyi kavrayacağız, amelleştireceğiz ve kendi şahitliğimizde insanları emin bir şekilde uyaracağız. Bu süreç, ekonomik, siyasi, sosyal plandaki bozukluklara müdahale midir, değil midir? Elbette müdahaledir. O zaman dinle siyaseti nasıl ayrıştıracağız?
Türkiye’de bazı partiler kastedildiği gibi İslam’la siyaseti birbirine karıştırmış, İslam’ı siyaset için kullanmış mıdır?
Bu bizim maceramız. Burada çaresizliği aşmak için yapılan yanlışlıkla, kökten yanlışlığı birbirinden ayırmak lazım. Ben Müslüman’ım ve benim kimliğim, Müslüman eşittir sağcı, eşittir milliyetçi, eşittir devletçi ifadelerini kaldırmaz. Türkiye’deki dini cemaatler hem İslam’ı istiyorlardı hem de kimliklerinde bu kirlilikler söz konusuydu. Müslümanlar, 70’li yıllarda Adalet Partisi’nin oy deposuydu ve ulusal sistemin sağ kanadına bir alt destek olarak kullanılmak istiyorlardı. Bunu aşmak için, “Bizim de kendi değerlerimiz var, hem Türkiye’ye hizmet edelim hem de bunlara alan açalım.” niyetiyle faaliyete geçenler oldu. Bunu İslam’ın gereği diye sunmak yanlıştı elbette. Bu boyutuyla AK Parti’nin kuruluşunu bir bakıma üzücü, bir bakıma da anlamlı buluyorum. Çünkü biz İslamcı değiliz, biz dürüst insanlar olarak siyaset yapacağız dediler. Üzücü yanı ise, bu alanda birikimi olan insanların kendini başka bir yöne kanalize etmesiydi.
AK Parti’nin durduğu yer veya kendini tanımlama çabası doğru mu sizce?
AK Parti sistem içinde İslamcılık yaparak politika yürütülemeyeceğini kestirmiş olarak geldi. Ancak, bu halkın büyük bir çoğunluğu kendini İslam’a ait hissediyor. O zaman bu halkın temel ihtiyacıdır. Bu tür değerleri ön plana çıkaran politikalar izlemesi lazımdı, bu konuda çok başarılı olabildiğini sanmıyorum. Halkın bastırılmış değerlerini, kimliğini savunma adına, çok geç adımlar attı. Bu defa karşısına tehditler, 27 Nisan muhtırası, Ergenekon çıktı. Bunu yapıyorsanız tedbirlerini de düşünmelisiniz.
Yeşil kuşak projesinin, hem Türkiye hem de dünya ölçeğinde İslam üzerindeki etkisi ne oldu?
Olumsuz bir tabloydu ama bazı bilinçli Müslümanlar bunu lehine çevirebildi. Hem kendi kimliklerini inşa ettiler hem de dünyaya Kur’an’la bakma analiz gücüne ulaşmaya başladılar. Tüm İslam dünyasında 60’lı yıllarda çok ciddi bir İslami uyanış çabası görüldü. Bu süreç gerçekten, bugün dünya sistemine alternatif bir potansiyeli ifade ediyor. Bugün dünya sistemine muhalif hareketler var. Dünya Sosyal Forumu var, milyonlarca insan yürüyor. Port Allegro’da senede bir kez toplanıyorlar ve ortak bir sloganları var. Diyorlar ki, ‘Başka bir dünya mümkün.’ Bu açıdan İslam çok önemli. Evet bugün sosyal bir modelimiz yok ama sahip olduğumuz değerler gerçekten küresel bir cevap üretebilecek, sosyal bir model üretebilecek netlikte.
Nedir bugüne kadar alınan mesafe, belirgin görünmüyor çünkü?
Kur’an’a yönelme ve Kur’an temelli hayatı okuma formülü bugün biricik gündemdir. 50’li 60’lı yıllarda okuyacak kitap bulamıyorduk. O dönemin şartları içinde. Kur’an’la irtibatımız da çok zayıftı. Ama bugün tüm Kur’an’a açılan cephelere rağmen, Türkiye’de en fazla okunan ve satılan kitap Kur’an mealidir. Bu en azından arayışın hangi istikamete yöneldiğini gösteriyor. Peki bir modelimiz var mı? Hayır modelimiz yok. Bugün küresel kapitalizme cevap verecek bir alternatif modelimiz yok.
Bir yazar, “Türkiye’de Müslümanların yeni kızıl elması kapitalizmle mücadeledir.” diyordu. Siz buna katılıyor musunuz?
Bugün hayatımızı kuşatan en önemli tahribat Batılı paradigmadır. Batılı paradigmanın da en vahşi kanadı gerçekten kapitalizmdir. Kapitalizm dünyamızı yaşanmaz hale getiriyor. Tabii ki buna karşı çıkmamız lazım. Ama kapitalizme karşı çıkmak bugün kızıl elma mıdır? Hayır, kızıl elma, bir ideali ifade ediyor. Kapitalizme karşı çıkmak ideal olmaz, ancak ona alternatif oluşturmaktır ideal olan. Ben bugünkü yaşam tarzına karşı, kapitalist yaşama, tüketim ekonomisine karşı, inançta, düşüncede, eylemde, sosyal hayatta nasıl bir alternatif getireceğim. Bunun üzerine yoğunlaştırmamız lazım.
Peki, sistem içinde iken, tüm imkanlarını kullanırken ve kuşatılmışken nasıl mücadele edilebilir?
Dünyanın iki devi Bizans ve Sasaniler hakim iken, bir avuç Müslüman, dünyanın egemenleri içinde bir alternatif üretti. Bugün başka bir dünya mümkün diye sokaklara dökülen milyonlarca insan, adaleti arıyor, esenliği arıyor, insani değerleri arıyor. Bu bizde varsa, mutlaka bunu kavramalı ve modelleştirebilmeliyiz.
***
‘İktidar hedefi yanlış bir öncelikti’
“İslam’ın özüne dönüş" çabalarına zarar veren en büyük etkeni ‘küresel kapitalizm’ ve ‘batılı yaşam tarzı şeklinde ortaya koyan Hamza Türkmen, müslümanların geçmişte yaptığı önemli bir hatanın da yanlış öncelikler peşine düşmek olduğunu söylüyor. Ona göre, "Müslümanlar vahiy temelli bir sosyal model üretmek varken, iktidar hedefinin peşine düştüler.”
(Röportaj: Emine Dolmacı / Zaman Pazar)
-
İlyas 21-07-2008 21:48
İslamcılık ya "geçmişinin" ya da "geleceğinin" olmadığı şeklinde eleştirilere uğradı. Hamza Türkmen ağabeyin 2 önemli eseri; "islamcılığın" vahyin hayata aktırılmaya başladığı ilk insana kadar götürülebilecek kadar bir "geçmişe", vahyi hayata aktarmaya çalışacak bir tek insanın kalacağı ana/kıyamete kadar sürecek bir "geleceğe" sahip olduğunu gösteriyor. Bu yönüyle her iki kitap vahyi hayata taşıma çabasında olanlara tarihsel köklerini hatırlatarak "özgüven", islami uyanış çabalarının "gelecek" zamanlarda da modern ve geleneksel sapmalara karşı en güçlü alternatif olduğunu göstererek "umut" aşılıyor. Ufkumuzu açan Hamza ağabeye "tarihe düştüğü notlar" için teşekkür ediyoruz..
-
orhan albayrak 21-07-2008 15:37
yayınızda gösterdiginiz hassasiyet ve duyarlılık sebebiyle size teşekkür ederim .bu tür dosyaların devamını bekliyoruz.