Başörtüsü niçin yasaklandı?
Türkiye`deki kılık kıyafet konusundaki tartışmaları batılılaşma hareketine kadar götürmek gerekir.
Muhtıra ve darbelerden sonra kanunlarda yapılan köklü değişikliklerin, milletin değerleriyle hukukun arasını açma amacına yönelik yapıldığı izlenimi ağır basmaktadır.
Genç Hukukçular Okuma Grubu'ndan Meryem Sarı, Cahide Gülnur Sarı ve Fatma Sümer, başörtüsü konusunda yaptıkları atölye çalışmasında, konuyu derinlemesine ele aldılar.
Tarihçe, Yasal Mevzuat, Anayasa Değişikliği ve Uygulama başlıkları altında toplanan inceleme çalışmasının ilk bölümünü sunuyoruz:
BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI İNCELEME RAPORU – 1. Bölüm
GİRİŞ
Başörtüsü meselesinin günümüze uzanan sorunlu serüvenini, siyasi, tarihî ve sosyolojik boyutları ile göz önünde bulundurmadan anlamak mümkün değildir. Zira bu sorun siyasetin ve siyaset dışı aktörlerin kendi dinamikleri doğrultusunda hukuku kullanmasıyla şekillenmiş; yani başörtüsü sorunu hukuki anlamda içinden çıkılmaz hale getirilmiştir.
Aslında başörtüsü sorununda olduğu gibi, bütün muhtıra ve darbelerden sonra kanunlarda yapılan köklü değişikliklerin, milletin değerleriyle hukukun arasını açma amacına yönelik olarak yapıldığı izlenimi ağır basmaktadır. 1960'taki dayatma zihniyetinin ürünü, 1970 ve 1980 sonrasındaki iç dinamiklere uymadığından eleştirilmiş ve bir kısmı değiştirilerek yeni yasalar getirilmiştir. Çıkarılan tüm yasa ve yönetmeliklerde kavramlar, bakana ve bakış açısına göre anlam değiştirebilmektedir. Türkiye'de demokrasi, laiklik, irtica, milliyetçilik, halkçılık, din ve vicdan hürriyeti, kılık kıyafet gibi kavramların anlam alanları belirsizdir. Bu belirsizlik çifte standartlı mantık diyebileceğimiz şizofrenik bir duygu ve düşünce dünyası oluşturmuştur. (1)
Türkiye'deki kılık kıyafet konusundaki tartışmaları batılılaşma hareketine kadar götürmek gerekir. İlk önce batıcılar; devrimin getirdiği ifade özgürlüğü sayesinde kadınların toplumdaki durumunu, peçe ve çarşaf kullanıyor olmalarını, eğitimlerini ve toplumsal hayatta rol almaları sorunlarını açıkça ve alabildiğine eleştiri konusu yapmışlardır.
Osmanlı'nın son dönem aydınlarından Abdullah Cevdet, İçtihat Dergisinde, derginin Cenevre'de çıkarıldığı yıllarda Müslüman halkın kalkınması için çarelerin neler olabileceği konusunda Müslüman ve Avrupalı tanınmış kişiler arasında bir anket yapmıştır. Soruyu bir Fransız edebiyatçı "Kuran'ı kapa, kadınları aç" diye cevaplandırmıştır. Abdullah Cevdet bu cevaptan hareketle aile reformu sorununu "hem Kuran'ı hem kadınları aç" şeklinde bir sloganla ele alır. Niyazi Berkes'in tespiti, 1908 devriminden sonra peçe ve çarşafa karşı ilk savaşı açanın Abdullah Cevdet olduğudur. Falih Rıfkı'nın hatıralarından Kemalist hareketin benzer bir çizgi izlediği açıklanmıştır.
1908 devriminin açtığı tartışma döneminin sorunlarından biri de aile müessesesi olmuştur. Bu dönem yayınlarında rastlanan başlıca yargılar şunlardır: "Türkiye'nin geriliğinin başlıca nedeni kadınların durumunun aşağılığıdır, bunun sorumlusu da dindir, bu durumun sürüp gitmesini sağlayan da din adamlarıdır."
Osmanlının son dönemlerinden başlayarak cumhuriyetten günümüze kadar devam eden süreçte kadının görünümü modernlik ölçütü olarak algılanmış, kadın görsel anlamda tanımlanması ve dönüştürülmesi gereken nesne olarak ele alınmıştır.
Cumhuriyetle birlikte modernleşme çabaları içerisinde, 1940'larda karşı olunan kıyafet çarşafken, benimsetilmeye çalışılan pardösü ve başörtüsü olmuştur. 1980'lere gelindiğinde ise "eğitim, iş hayatı vb. görünür alanlarda" başörtülülerin sayısından rahatsızlık duyulmaya başlanılınca başörtüsü siyasal İslam'ın sembolü sayılarak kamusal alandan dışlanmıştır
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra kişisel özgürlüklere getirilen sınırlamaların toplumsal hayata yansıması sadece başörtüsü yasağı konusunda olmuştur. Üniversitelerin 1982 yılında özerk hale getirilmesinden önce üniversite öğrencileri 1981 yılında yürürlüğe giren "Milli Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine İlişkin Yönetmelik" kapsamına girmekteydi. Bu yönetmelikte kız ve erkek öğrencilerin başlarının açık olacağı ifade edilmekteydi. 6 Kasım 1981 yılında Yüksek Öğrenim Kurumu'nun kuruluşu ve üniversitelerin özerk hale gelmesiyle birlikte üniversite öğrencileri bu kapsamdan çıkarılmış ve üniversite öğrencilerinin hukuki konumları 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kurumu Kanunu ile düzenlenmiştir. 1988 yılına kadar YÖK Kanununda başörtüsü ile ilgili herhangi bir hüküm yer almamıştır.
Mevzuatta başörtüsünü yasaklayan herhangi bir hüküm yer almamasına rağmen, üniversitelerin nev zuhur yasağa direnmek yerine ikna odaları kurarak öğrencilerin kimliklerini imha yolunu tercih etmeleri; yasama organının T.B.M.M olduğunu ve mahkemelerin görev ve yetkilerini unutarak, öğrencilerin kılık ve kıyafeti ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Yargı organları tarafından verilmiş kararların gerekçeleriyle oluşturdukları kerameti kendinden menkul hukuki olmayan ilke ve kurallara uymak mecburiyetinde olduklarını belirten Taahhütname imzalatmaları (09.07.1998 İstanbul Üniversitesi) ile başlayan süreç, bugün Anayasa değişikliğine kadar getirilmiştir.
Bu raporla yapmak istediğimiz, bir yandan Türk hukuk sisteminin siyasetten azade kılınamamasının oluşturduğu çelişkileri görünür kılmak, diğer yandan hukuki düzenlemelerin anlamını ve sonuçlarını ortaya çıkarmaya çalışmaktır.
TARİHÇE
Türk Hukuk mevzuatında, 1989 yılında Anayasa Mahkemesince iptal edilen YÖK Kanunu Ek 16. madde haricinde, başörtüsüne ilişkin açık bir düzenlemeye hiç rastlanmamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti'nde yürürlükte bulunan binlerce yasadan sadece iki tanesi kılık kıyafetle ilgili hükümler içermektedir. Bunların her ikisi de 82 Anayasasında koruma altına alınmış bulunan İnkılâp Kanunları arasında sayılmıştır. Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanuna göre de anayasaya aykırılığı iddia edilemeyen İnkılâp Kanunlarındandır.
Kılık kıyafete ilişkin düzenleme içeren bu İnkılap Kanunlarından ilki 1925'te yürürlüğe girmiş olan Şapka İktisası Hakkındaki Kanun'dur. Bu kanun hükmüne göre:
"Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idarei umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bilumum müessesata mensup memurin ve müstahdemin Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna münafi bir itiyadın devamını hükümet men eder."
Kanundaki düzenlemeye göre, TBMM üyelerine memurlarına müstahdemler de dahil olmak üzere şapka takma zorunluluğu getirilmiştir. Yani düzenleme sadece TBMM üyelerine, memurlarına ve müstahdemlerine ilişkindir. Ayrıca pratikte hayata geçirilememiş bir uygulama olmuş ve söz konusu düzenleme kadük kalmıştır.
Kılık kıyafete ilişkin düzenleme içeren diğer İnkılâp Kanunu da 1934'de yürürlüğe giren Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun'dur. Bu kanundaki düzenlemeye göre:
"Her hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanîlerin mabet ve ayinler haricinde ruhanî kisve taşımaları yasaktır.
Hükümet her din ve mezhepten münasip göreceği yalnız bir ruhaniye mabed ve ayin haricinde dahi ruhani kıyafetini taşıyabilmek için muvakkat müsaadeler verebilir. Bu müsaade müddetinin hitamında onun aynı ruhanî hakkında yenilenmesi veya bir başka ruhaniye verilmesi caizdir."
Bu kanun, dini görevlilerin mabet ve ayinler dışında dini kisveleri giyemeyeceğine ilişkin sınırlama getirmektedir. Altı maddeden ibaret olan kanun, çok açık ve şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde, birinci maddesinde ruhanilerin kıyafetlerini, ikinci maddesinde izcilik ve sporculukla iştigal eden toplulukların kullanacakları kıyafetleri, üç, dört ve beşinci maddelerinde ise yabancı memleketlerin siyaset, askerlik ve milis teşekküllerine mensup kişilerin kıyafetlerini düzenlemektedir. Ruhani kıyafetinden kastedilenin "din adamlarına mahsus kıyafetler" olduğu açıklanmaktadır. Demek ki, bu kanunda da, kadınların kıyafetiyle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.
Bu kanunlar dışında herhangi bir kanun maddesinde değil başörtüsüne; sair kılık kıyafete ilişkin olarak da herhangi bir düzenleme mevcut değildir. Anayasada belirlenmiş bulunan inkılâp kanunları arasında, "Atatürk'ün kılık ve kıyafet kanunu" adını taşıyan bir kanun bulunmadığını, kılık ve kıyafetle ilgili mevcut iki inkılâp kanununda da kadınların kıyafetiyle ilgili hiçbir düzenleme bulunmadığını görüyoruz. (2) Özetle Atatürk ilke ve inkılâplarını bahane ederek başörtüsü yasağını devam ettirmek mümkün değildir.
Dipnotlar:
1 "İnsanlığın Ortak Değeri Örtünme Başörtüsü Yasağına Dair Hukuk Raporu" – Umran Dergisi Ek
2 "Başörtüsü ve İnkılâp Kanunlarına Dair Kısa Bir Ders"-Doç. Dr. Mustafa ŞENTOP-Zaman Gazetesi-21.02.2008
(Kaynak: Dünya Bülteni)