02-01-2014 21:36

Batılların çatışması hak değildir

İşte böyle bir kavgada, yaşananları yerli yerince anlayıp kavramak, analiz etmek, fotoğrafı iyi çekmek bir yana, Müslümanların taraf olmaları mümkün değildir. Çünkü kavga, İslam kavgası değildir. Yaşanan kavgada İslam yoktur!

Batılların çatışması hak değildir
Batılların Çatışması Hak Değildir
 
Mehmed Durmuş / Venhar Haber
 
Kendilerini tanımlama arayışında en son ‘camia’da karar kılmış bulunan hizip ve yılanı bile incitmekten çekindiği kendinden menkul ufunetli lideri, bu son hadiseler vesilesiyle, şirk konusunda iyi bir ders almış olmalılar. Gördüler ki, sadece Allah değil, beşeri otoriteler de şerik kabul etmemekte, otoritelerine şirk koşulmasını asla bağışlamamaktadırlar. Şirkin bu kabul edilmezliğidir ki, hizbin lideri, her Peygamber'e, hayatında bir kere kullanma hakkı verildiği ve asla geri çevrilmediği iddia edilen ‘dua’ misali, ilk ve son dua hakkını kullanmak zorunda kaldı… Dememişti, dedirttiler adamcağıza…
 
İşte bu kükreyiş, tevhid-şirk karşıtlığından neş’et etti. F. Gülen öğrenmiş olmalı ki, meğer şirk kötü bir şeymiş, makbul değilmiş! Herhangi bir beşerî egemenlik dahi şerik kabul etmezmiş. Çatal kazık yere geçmezmiş. Oysa asıl Allah'a şerik koşulmaz. Allah'ın, insan toplumları için tensip ettiği hükümlere alternatif olarak ihdas edilen yaşam biçimlerini İslam'ın önüne geçirmek, Allah'ın asla kabul etmeyeceği bir küfürdür. Çağın genel geçer yaşam tarzlarını ‘geri dönülemez’ diye lanse etmek, Allahın gazabını mucip bir sapkınlıktır. İslam düşmanı küresel iktidarlara şirin görünmek için, Kur'an’ın yüzde doksan sekizinin tamamen kişi ile Allah arasında bir vicdan meselesi olduğunu, sadece yüzde ikisinin siyasal olduğunu ileri sürmek ve bu yüzde ikiyi de ‘ulul emr’ adı altında, Allahın tağut dediği yöneticilerin inisiyatifine havale etmek, aynı zamanda da Peygamberle yatıp peygamberle kalkıyor fikrini telkin etmek, Allah'ın bağışlamayacağı bir ikiyüzlülük olsa gerektir.
 
Zikri geçen zihniyetin şirkleri saymakla bitecek gibi değildir. Şu anda başkaları tarafından da yeterince sayılmaktadır.
 
Ben burada, Gülen grubu ile AKP arasında yaşanan çatışma bağlamında daha farklı konulara dikkat çekmek istiyorum.
 
İlk başta şunun altını kalın çizgilerle çizmemiz gerekiyor: Bu iki hizip, geçmişte nasıl batıl bir zeminde, batıl amaçlarla batıl bir biçimde müttefik olmuşlar idiyse, şimdi de aynı şekilde, batıl bir zeminde, batıl amaçlarla ve batıl bir biçimde çekişmektedirler. Bu dava başta da hak değildi, sonda hak değildir. Ama hak olan bir şey varsa o da, Gülen grubunun büyüsünün bozulmuş olmasıdır. AKP’nin büyüsü ise henüz devam etmektedir.
 
Çatışmayı AKP-Gülen grubu çekişmesi olarak görmek de yanıltıcıdır. Gülen grubu, aslında çatışacak bir ‘taraf’ değildir. Belki de bu yapının, şişirilmiş bir balon olduğun dünya aleme gösterilmek istenmektedir. Bu grup, gücünü, kendisini dünya siyaset sahnesine itekleyen, onu bir manivela gibi kullanan, ‘karamanın koyunu’ misali, kendisini, içine başkalarının gizlendiği bir koyun postu, bir maske gibi kullanan asıl etkin mercilerin gücünden almaktaydı. İlgili merciler güçlerini çektikleri anda, bunların gerçek ‘güç’leri ortaya çıkacak, daha doğrusu ortada güç diye bir şeyin olmadığı görülecektir. Nitekim şu demde, sel suları çekilince, çayın kıyısında-kenarında kalakalmış çer-çöpü andıran vaziyetleri ortada durmaktadır. Gazetelerinin tirajı hızla erirken, tam tersine, artıyor göstermek, kendilerini kurtarmaya yetmemektedir.
 
Hüseyin Gülerce’nin reveransları, AKP ve liderine bir volkan gibi, kabule şayan peygamberlik duasını püskürten liderlerinin bedduasından sonra sanki bir geri adımı yansıtmaktadır. Öyle ya, bizzat kutbu azamın kendisi bu geri adımı atmayacağına göre, sözcülerine iş düşmektedir.
 
Bizlerin de dahil olduğumuz, yeryüzünün bütün insanları bilmeliyiz ki Allah, hiçbir zaman batılı galip kılmaz ve kılmayacaktır. Hainler asla muratlarına eremezler ve ermeyeceklerdir. İkiyüzlü insanlar hiçbir zaman, müminlerin eriştiği izzet ve şerefe erişmeyeceklerdir. İzzeti, Allah, Rasulü ve müminler katında aramayan, içinde yaşadıkları dönemde toplumlara vaziyet eden parasal ve siyasal açıdan güçlü olanlara tabasbus eden kimseler, olsa olsa, izzetsizliğin ve şeref yitiminin en trajik akıbetine maruz kalacaklardır.
 
İnsan yeryüzünde, bir tek kelimelik de olsa, hakka talip olmalıdır. Arzda -mezardan başka- bir metrekarelik yerimiz, dikili bir ağacımız bile olmayabilir; bir tek insana bile emretme makamında olmayabiliriz. Ama sadece Allah'ı rab ve ilah bilmemizin önüne hiç kimse geçemez. Önce kendi nefsimize, sonra aile efradımıza, yakın ve uzak akrabamıza, sonra da, sesimizi duyurabildiğimiz başka insanlara tevhid akidesini tebliğ etmemizin önüne hiç kimse geçemez. Demem odur ki, Allah'a şerikler yakıştırmak için bahaneler aramamalıyız.
 
İki hizbin, batıl bir zeminde ve batıl biçimde çekiştiğinden bahsediyorduk.
 
Şu anda daha çok, iki batıldan, neo-nurculuğu bahis konusu ediyoruz. Ama bilinmelidir ki, gündemin belki bir numaralı kanadı AKP de en az neo-nurculuk kadar eleştiriye müstehaktır. AKP ideolojik bakımdan Gülen hizbinden de kirlidir. AKP eleştirisi, böyle bir yazıda birkaç satırla geçiştirilebilecek cinsten değildir. Bununla beraber, değinilmesi gereken öncelikli hususiyetler bulunmaktadır.
 
AKP’nin, iktidara giden yolda ve iktidarının ilk yarısında Gülen grubu ile olan işbirliği sorgulanmalıdır. Asıl sorgulanması gereken, Türkiye'de eskisi ve yenisi ile nurculuk ve benzeri grupların din anlayışıdır. AKP bu din anlayışının neresindedir? AKP iktidar olurken nurculuk, Fethullahçılık, tarikatlar ve diğer cemaatlere dayanmadı mı? AKP hükümeti, nurculuk ve diğer cemaatlerle uzlaşarak, yeni bir İslam algısı oluşturmaya köklü şekilde hizmet etmiştir. Bugünkü çekişme, İslam ve yeni din algısı, İslam'ın başkalaştırılması meselesiyle alakalı değildir. Bu her iki yapı, ayrılsalar da, birleşseler de, İslam'ı başkalaştırmaya devam edeceklerdir. Onun için, kavganın batıl biçimde sürdüğüne inanıyoruz.
 
Bugün AKP’ye yakın basın-yayında, F. Gülen ve ekibine yönelik yer verilen eleştiri, hakaret ve yüklenmelerin hiçbiri, geçmişte yapılmadı. Oysa bu insanlar bu ideolojik cürümleri yeni işlemiyorlar. Diyalog-hoşgörü faaliyetleri, Abant toplantıları, Türkçe olimpiyatları, her seferinde peygambere onaylattırılan bir mistik hezeyanlar dini, Allah'ı bırakıp, ‘hocaefendi’ kılığındaki ruhbanların rableştirilmesi son yirmi yılın meselesidir. AKP kanadından bu cürümlerin hangisinin eleştirisi beklenebilir? Abant toplantılarının konsil niteliğine AKP’nin bırakın eleştiri getirmesini, bilakis konsilleri (2002’den itibaren) neo-nurcularla birlikte icra etmediler mi? Tayyip Erdoğan için şimdilerde dua eden, ‘Türkiye'nin en büyük fıkıh otoritesi’, Abant konsilinin de en büyük otoritesi değil miydi? Oysa fıkhın tanımını hatırlarsak, demek ki bu, unvanı büyük insanlar, o günlerde, İslam'ın leh ve aleyhinde olan icraatları bilmemiş, anlamamışlar. Hatta Abant’a konsil diyenleri de, ya dayak yememişler ya sayı saymasını bilmiyorlar özdeyişi benzeri bir üslupla küçümsüyorlardı. Aynı kişilerin şu anda doğru yolda, hakkın safında, hakikatin şahitliği peşinde olduklarından acaba nasıl emin olacağız? Dikkat edilirse bugün de, AKP yandaşı yayın organlarında tam kadro Gülen’e hücum eden, kimisi, Gülen’i henüz yeni anlamış yazarlar yine Abant gibi etkinliklere yönelik hiçbir eleştiri getirmemekte, konsil niteliğine hiç atıf yapmamaktadırlar. Çünkü kişi kendi konsilini eleştirmez haklı olarak…
 
Buradan şunu anlatmak istiyorum: Şu anda yaşanan / izlenen canhıraş kavga, öze yönelik bir kavga olmayıp, yetki bölüşümü, iktidara şerik kabul etmeme kavgasıdır. Neo-nurculuktan sıkılan(?) çevrelerin, klasik nurculuğa sığınmaları, “Said Nursi hazretleri böyle miydi!” yollu yakarışları, bunun açık kanıtıdır.
 
İşte böyle bir kavgada, yaşananları yerli yerince anlayıp kavramak, analiz etmek, fotoğrafı iyi çekmek bir yana, Müslümanların taraf olmaları mümkün değildir. Çünkü kavga, İslam kavgası değildir. Yaşanan kavgada İslam yoktur! Bilakis bu, İslam’ı ötelemeye devam etme kavgasıdır. 12 Eylül anayasa referandumunda dillendirilen ‘kurtuluş savaşı’ metaforu şimdilerde daha da yoğunluk kazanmıştır; pek çok ‘dindar’ yazar, Tayyip Erdoğan’ın kurtuluş savaşı verdiğinden bahsetmektedir. Hal böyle olunca, Müslümanlar, İslam'ı bir kenara bırakmışlar, İslam'la hiçbir bağı olmayan, bilakis İslam'la arasına çok keskin sınırları koymayı sürdüren bir rejimi korumak, kollamak, benimsemek, yaşatmak derdine düşmüşlerdir. Rejimi korumak ve kollamak vazifesi el değiştirmiştir.
 
Eğer böyle bir ‘kirli’ (şirk ile kirlenmiş) kavgada yer almak müslümanın şiarı ise, varsın kendini Müslüman olarak tanımlayan insanlar yerlerini alsınlar.
 
AKP-Gülen grubunun bozulan ortaklıkları biz Müslümanlara, çok bir gerçeği daha öğretmiş olmalıdır. Şayet sizin bir hak davanız varsa, o hak davaya, ancak ona gerçekten iman etmiş, kesin olarak nebilerin sırât-ı müstakim çizgilerini esas alan, dünyevî hiçbir beklentileri olmayan, Din’i bir kazanç kapısına dönüştürmeyen salih insanlarla / müminlerle yürümelisiniz. Hak davaya, batıl yollarla ve batıl kimselerle gidilemez. Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı denemez. Müslümanlar, çıkar/yarar hesabı güdemezler. Bütün hesap-kitap ortaklıkları, dengelere göre din değiştirme tutumları bir gün mutlaka bozulacaktır. Müslümanlar olarak son yirmi yılda bu anlamda epey ibretlik olaylara şahit olmuşuzdur. Hak dava için zalimlerle, fasıklarla, ikiyüzlülerle koalisyon kuramazsınız.
 
Bir diğer önemli husus da şudur: Müslümanlar olarak, herhangi bir insanı ve grubu, iman ettiğimiz Dinimiz için eleştirmekten çekinmemeli, kınayıcıların kınamasından korkmamalıyız. Çünkü eleştirmekle amacımız, insanların şahısları, malları, kazançları, ticaretleri v.b. değildir. Her insanın uyarılmaya, eleştiriye ihtiyacı vardır. Eleştirmemek, sorunları halının altına süpürmek ve yapılan haklı eleştirileri taammüden örtbas etmek bilakis kınanmalıdır. Belki de bizim eleştirimiz, yanlış yolda olan bir tek kişinin bile olsa, yanlıştan dönmesine vesile olacaktır. -Aynı kural bizim için de geçerlidir.- Önemli olan, eleştiride adaletli olmak, insafı elden bırakmamak, sırf zanna dayanarak eleştiri yapmaktan kaçınmaktır.
 
Sonuç olarak şunu görmekteyiz; sahte birlikteliklerden biri daha gözümüzün önünde ve hem de çok kötü bir biçimde çökmektedir. Allah'ın dini üzere olmayan, batıl ideolojilerin üzerine kurulmuş bir uzlaşma tuzla buz olmaktadır; hem de, bu ittifaka en karşıt insanların bile midesini bulandırarak. Bu mide bulandırıcı kavgaya bakarak, İslam’a olan umudumuz pörsümemeli, kimi ‘dindar’ yazarların yaptığı gibi, laiklikle ilgili kanaatlerimizi gözden geçirme ihtiyacı duymamalıyız. Bilakis İslam’a dair umudumuz daha da yeşermeli, küfrü örümcek ağı kadar zayıf olarak tavsif eden Rabbimize olan imanımız daha da güçlenmelidir. Kesin olarak bilmemiz gereken bir şey daha var, o da şudur: İslam davası elbette çok ‘zor’ bir davadır, çalışmak ister, emek ister, yorulmak ister, gayret ister. Bütün bunlardan sonra da, Allah'a dua etmek, sadece Allah'a tevekkül etmek ister.
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !