Bayan Humeyni ile bayan Şeriati...
Adem Özköse, bayan Şeriati’ye eşinin Süruş’a benzetildiğini hatırlatınca içim sızladı. Şehit Şeraiti için ciddi bir haksızlık.
Sibel ERASLAN / Vakit
Böyle netameli bir yazıyı kaleme almak istemezdim aslında. Ve fakat sevgili kardeşim Adem Özköse’nin Püren Şeraiti (Şehit Dr.Ali Şeriati’nin eşi) ile Tahran’da gerçekleştirdiği Gerçek Hayat röportajı beni de ister istemez meseleye dahil ediyor.
Büyülü kişilerin sade ama gerçek hayatlarına nüfuz etme dürtüsü sadece gazetecilerin değil, hepimizin merakıdır aslında. Ama bu konuda hiçbir zaman profesyonel bir gazeteci gibi davranamadım ben. Salt toplumlara mal olmuş bu kişilere has mistik hareyi bozmamak adına değil, bahsi geçen bu dev isimlerin de en az bizler kadar saygıyı ve rikkati gerektiren özel-küçük hayatlarına titiz davrandığım için...
Aslında bu yazının konusu da ünlü kişilerin aile yaşantıları değil. Kişisel özgeçmişimizin siyasi veya dini aktivitelerimize, toplumsal duruşumuza nasıl etki ettiği ile ilgilidir. Dr. Abdülkerim Suruş’un Michel Hoebink ile yaptığı “vahiy” merkezli mülakattır bana bunu sordurtan. Mezkur mülakatta Süruş, vahiy ve Kur’an-ı Kerim arasında ciddi bir ayrım yaptığını açıklıyor. Hatta Kur’an-ı Kerim’in Peygamberimiz tarafından o günün kültürel ve tarihi gerçekleri çerçevesinde yazıldığını söyleyecek kadar. Teolojik tartışmaya girmeden özetleyecek olursak, Süruş’a göre Kur’an; içinde asli ve tanrısal hükümler taşıyor olmakla birlikte, Peygamberin o zamana dair kişisel bilgisi eşliğinde ve bugün için çok da anlam karşılığı bulmayan fer’i hükümleri de barındırır. Bu tarihselci bakış eşliğinde; zamana ve kültüre bağlı olan bu fer’i kısımlar, yeniden yorumlanmalıdır...
Dr. Abdülkerim Süruş, İran Devrimi’ni desteklemiş, Humeyni’nin yanında bir müddet vazife almış fakat daha sonra fikri ayrılıklar ve siyasi muhalefetler sebebiyle iktidardan uzaklaşmış, son dönemde ise üzerindeki baskılar dolayısıyla ülkesinden ayrılmış bir bilim adamıdır. Önce Amerika’da, yanılmıyorsam şimdilerde Hollanda ve Almanya’da dersler veriyor.
Beni insan olarak asıl meraka düşüren konu ise, Dr.Süruş’un karşılaştığı politik muhalefet ve baskının fikirlerinde ne kadar etkili oluşu ile ilgilidir. Kırıcı olmak istemiyorum ama mesela devrim kadrolarında yer alamamak veya bir müddet sonra gözden düşerek çekirdek kadronun iyice dışına düşmüşlük, ardından da uğratıldığı yalnızlık, yalıtım ve sözünün siyasal güçte makes bulamayışı gibi durumlar bir bilim adamını nasıl etkiler? Benzer bir durum sanatçılar için de geçerlidir. Mesela Halide Edip Adıvar da Milli Mücadele’nin bizzat içinde olduğu halde devrimden sonra muhalif bir kişi olarak sürgüne dahi gönderilmiştir. Bunu da hep merak etmişimdir. Şayet bu dışlanmışlığı yaşamasaydı, Halide Hanım gene aynı Halide Edip olur muydu emin değilim... Kişisel özgeçmişimizin ve yaşadıklarımızın, şu anda dillendirdiğimiz fikir veya sanat algısından çok da ayrı olamayacağını düşünüyorum. Dolayısıyla Dr.Süruş’un din üzerinden bugünkü tarihselci hatta protest duruşu ile, yaşadığı politik başarısızlıklar veya muhalif kimliğinin önemli bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum...
Adem Özköse, bayan Şeriati’ye eşinin Süruş’a benzetildiğini hatırlatınca içim sızladı. Şehit Şeraiti için ciddi bir haksızlık. Bununla birlikte Püren Hanım da kendisini İran’daki muhaliflerden biri olarak betimliyor samimiyetle. 42 yaşında dul kalmış dört çocuk annesi bir kadının yaşayabileceği hemen her sıkıntıyı yaşamış bir kadın olarak onun şu anki duruşunu da kendi özgeçmişinden ayırarak değerlendiremeyiz. Zaten eşi hayattayken de sürekli takip ve gözaltı çemberinde yaşayan bir entelektüel olarak, klasik koca ve baba formunun dışında ve bir kadın için elbette zor bir kişidir Şeraiti. Bendeniz, Püren Hanım’ın eleştirilerini, yaşadığı tüm kahırlı geçmişiyle birlikte değerlendirmek taraftarıyım... Yoksa onun örtüsünün altından çıkmış perçemli resmi üzerinden eleştirilmesine de en az; yaşasın işte devrim karşıtı liberal bir muhalif diye alkışlanması kadar karşıyım...
İnsanları eleştirirken veya alkışlarken, onların kısa ve gerçek hayatlarını çoğu kez göz ardı ediyoruz...
Son Tahran seyahatimde hiç ummadığım halde güzel bir sürpriz karşıladı beni... Bayan Humeyni ile görüşme imkanı sağladı sağolsun Dr.Haşeminejat. Fakat rica ettikleri vechile ayrıntı yazmayacağım. Doğrusunu isterseniz bendeniz Ayetullah Humeyni’nin gazetelerden gördüğüm ve çoğu kez çatık kaşlı ve ciddi fotoğrafları üzerinden bambaşka bir bayan Humeyni bekliyordum. Ürkütücü, kızgın, buyurgan ve mesafeli bir kadın umuyordum. Oysa karşımdaki güleryüzlü, zeki ve esprili bir hanımefendiydi. Bunu orada da söyleyince İmam hakkında bilmediğim pek çok ayrıntıyı da öğrendim. Bizim Paşalimanı, Çengelköy civarında yaşayan eski İstanbul hanımefendilerinden hiç de farkı olmayan, gayet nazik bir kadınla karşılaşmıştım. Yaşına rağmen dünyayı takip eden, meraklı, sevecen hatta muzip bir hali vardı. Humeyni ailesinin üzerinde de ciddi ve mistik bir baskı olduğu açık. Dünya çapında bir devrimin yönetildiği evin insanı olarak, uzun sürgün, mahkumiyet, yokluk ve savaş günlerinin kahırla üzerinden geçtiği bu aileyi sade ve gerçek halleriyle görmek insanı şaşırtıyor. Böyle bir evin annesi güçlü, sabırlı ve dayanıklı olmak zorunda kuşkusuz... Bayan Humeyni’nin de sitem, itiraz hatta isyan edeceği pek çok zorluk geçmiştir şüphesiz öz yaşamında. Ama onun her şeye rağmen güçlü ve neşeli bu hali ister istemez bu yazının ana sorusuna döndürüyor beni...
Hiç kimse kendi özgeçmişinde kopuk bir yerden konuşmuyor. Bazılarımızı otoriter ve asabi kılan hayat, bazılarımızı keskin bir eleştirmen, kimimizi popülist ve gün kurtarmacı, kimimizi ise sebatkar kılıyor... Bayan Humeyni’nin yüzünde, kahra galebe çalan neşenin, eşine duyduğu aşk ve inançla çok ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bayan Şeriati’deki ise daha çok eşiyle olan yol arkadaşlığına dayalı saygıdeğer bir beraberlik...
Bunlar benim izlenimlerim şüphesiz. Püren Hanım’ın yayınlanan röportajı bizlerdeki Ali Şeriati’ye dayalı neredeyse mistifikasyon beğeniyi öyle umuyorum ki örselemeyecektir. Ama Süruş’un bahsettiğim röportajı, kendisi için ciddi bir açmazdır...