Şükrü HÜSEYİNOĞLU
BDP ÇOK GEÇ UYANDI!
PKK-BDP çizgisinin “sivil itaatsizlik” eylemleri beklenen etkinliğe ulaşamayınca, kampanyanın ağırlığı birkaç haftadır “sivil cuma namazları”na kaydırılmış görülüyor. Başta Diyarbakır olmak üzere İstanbul’un da aralarında bulunduğu çeşitli şehirlerde BDP’liler Cuma vakti bir araya gelerek kendi belirledikleri “imam”lar öncülüğünde cuma namazı kılıyorlar. Kürtçe hutbelerin okunduğu namazlarda, Diyanet’in resmî politikalar çerçevesinde belirlenen rolüne dikkat çekiliyor ve Diyanet’in “imam”larına tâbi olunmaması çağrısı yapılıyor.
Resmî kanallardan medyaya verilen bilgilerde, “sivil itaatsizlik’ eyleminde başarı sağlayamayan KCK’nın planı olarak devreye giren ‘sivil cuma’ eyleminde rol alan “imam”ların, PKK tarafından militanları arasından seçilip 3 yıldır yetiştirilmekte olan “sahte imamlar” olduğu belirtilirken, BDP cephesi bu iddialara, “Bizim içimizde medrese eğitimi görmüş yüzlerce imam var. Kimse bize din dersi vermesin” şeklinde cevap veriyor.
BDP’nin üç haftadır gerçekleştirdiği “sivil cuma” eylemlerinin “sivil itaatsizlik” çerçevesinde öngörülen diğer planlara göre kamuoyu oluşturma konusunda çok daha etkin olduğu görülüyor ve bu yüzden de partiiçi eğitim toplantılarında ve zaman zaman sözcülerinin ağzından “Kürtlerin zorla Müslümanlaştırıldığı” iddiasında bulunup, tıpkı Cumhuriyetin ilk yıllarında Kemalist kadrolarda gözlenen Şamanizm özlemi gibi, Zerdüştlük özlemini sıkça dile getiren BDP’lilerin epey bir süre Cuma namazı mesaisi yapacağı anlaşılıyor!
Gerek Öcalan, gerekse BDP çizgisi sözcülerinin başından beri İslam hakkında ortaya koydukları olumsuz yaklaşımlar bilinirken, BDP çizgisinin kendisine “Kürtleri laikleştirme” misyonunu uygun gördüğü ve bu çerçevede özellikle 28 Şubat süreci ve sonrası dönemde İslam ve Müslümanlara karşı, Kemalist kesimlerle laik ittifaklar arayışında olduğu ortada iken, BDP, “sivil cuma”sının halis niyetlere dayandığı konusunda kamuoyunu inandırmakta epey zorlanacağa benziyor.
BDP çizgisinin, “cuma namazı”nı keşfetme konusunda çok geç kaldığı görülüyor! Bu coğrafyada İslam ve Müslümanlara rağmen herhangi bir toplumsal ve siyasal hareketin başarı sağlayamayacağını, bu coğrafyada İslam’a doğrudan karşı çıkmanın, Don Kişot’un yel değirmenleriyle savaşından farksız olduğunu, İslam’la barışık olmasanız bile bu coğrafyada “İslam’la savaş” seçeneğini işaretlemeniz durumunda daha başından kaybetmeye mahkûm olduğunuzu, bunun yerine ancak “Dine karşı din” seçeneğiyle kendinize alan açmanızın mümkün olduğunu PKK-BDP çizgisi çok geç anladı.
Gerçi “Kürdistan Dindarlar Birliği” gibi uydu oluşumlarla zaman zaman bunu denedi fakat bir taraftan İslam’a açık cephe alıp, diğer taraftan “Dindarlar Birliği” gibi masa başı etiketler üretmekle bir yere varamayacaklarını anlamış görünüyorlar.
Oysa, “Amerika’yı keşfetmek” için bu kadar beklemelerine hiç gerek yoktu! İslam’a ve Müslümanlara bakış konusunda aynı çizgiyi paylaştıkları Kemalist kadroların, İslami değerlere ve Müslümanlara karşı düşmanlık temelinde kurdukları Cumhuriyet rejiminin inşa sürecinden ders alsalardı, kendi çizgilerinde “imam”lar eşliğinde cuma namazı tertiplemek için 30 yıl beklemelerine gerek kalmayacaktı!
1924 yılında Cumhuriyet rejimi, “Erkân-ı Harbiye Umum-i Reisliği” (Genelkurmay Başkanlığı) ile aynı kanun maddesinde “Diyanet İşleri Reisliği”ni kurduğunda, İslam’a çok sıcak bakıyor değildi! Aksine, bir toplumu kendi inanç değerlerinden baskı ve zorla uzaklaştırmayı hedefleyen kanlı inkılapların hazırlığı yapılıyordu aynı zamanda.
İslam’a açıkça savaş ilan etmenin, savaşı başından kaybetmek olduğunu iyi kavrayan Kemalist kadrolar, İslami değerlere karşı savaşta “Dine karşı din” formülasyonundan faydalanmak amacıyla, Diyanet İşleri Reisliği’ni kurmayı ihmal etmemişlerdi. Kemalist akademisyen Bülent Tanör’ün itirafıyla “laikleştirme politikasına dinsel meşruluk kazandırma ve dinin siyasal ve toplumsal alana karışması olasılığına karşı kullanılmak üzere kurulmuş olan” Diyanet İşleri Reisliği, hakikaten de rejimin İslami değerlerle savaşında üzerine düşeni yapmıştı.
Diyanet İşleri Reisliği ve ilk reis Rifat Börekçi’nin, şapkanın ve Latin alfabesinin dayatılması, Hilafetin kaldırılması gibi konularda rejim adına gördüğü hizmetler kaynaklarda anlatılmaktadır.
BDP’nin üç haftadır sürdürdüğü “sivil cuma” eylemlerinden anlaşılan o ki, PKK-BDP çizgisi, “Türk halkının laikleştirilmesi misyonu”nu gerçekleştirirken, İslam’a karşı savaş yerine “Dine karşı din” formülasyonunu benimseyen ve bunda da büyük oranda başarı kaydeden Kemalist rejimin başarı sırrını çok geç keşfetti! Bu yüzden de “Kürt halkını laikleştirme misyonu”nda şimdiye kadar daha çok İslam karşıtı propagandaya başvuran BDP çizgisi, bunun ters teptiğini görünce de 30 yıl sonra “Dine karşı din” formülasyonundan faydalanma ihtiyacı hissetti.
Diyarbakır ve “sivil cuma” eylemlerinin yapıldığı diğer şehirlerde cuma günleri, Kemalist-laik rejimle, Apoist-laik BDPliler arasındaki mücadele, cuma namazı ve bu namaz kapsamında okunacak hutbelerle yaşanacağa benziyor bundan sonra. Camilerde görev yapan “imam”lar resmî makamlarca hazırlanan hutbeler aracılığıyla laik rejimin mesajlarını halka iletirken, BDP’nin “imam”ları laik örgütün mesajlarıyla çıkacak halkın karşısına!
Bakalım Kürt halkı, devlet ve örgütün iki koldan sürdürdüğü “Dine karşı din” merkezli propaganda savaşında bu iki güçten birinin tarafında mı olacak, yoksa bizatihi ed-Din’in, yani İslam’ın tarafında mı yer alacak?