25-06-2008 19:47

Beşbin idamlık travma

1925-26 yılları, `devrim karşıtı eylemlere` karşı kurulan İstiklal Mahkemelerinin ölüm makinesi gibi çalıştığı bir dönemdi. İskilipli Muhammed Atıf Hoca`nın idamı da bu dönemde gerçekleşti.

Beşbin idamlık travma

 

Dengir Mir Fırat’ın, “Türk toplumu bir travma yaşamıştır. Bir gecede kıyafetlerini, dillerini değiştirmeleri istenmiştir. Dini yaşama biçimleri ortadan kaldırılmıştır.” sözleri Kemalistleri kızdırdı. Yapılan devrimlerin travma olmadığını savunanlar İstiklâl Mahkemeleri’nin kurduğu darağaçlarında asılan 5 bin insanın mahkeme zabıtlarını neden açıklayamıyorlar?

Vakit gazetesi, "travma" gündemini enine boyuna ele alan bir haber yaptı. İşte o haber: 

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, "Türk toplumu bir travma yaşamıştır. Bir gecede kıyafetlerini, dillerini değiştirmeleri istenmiştir. Dini yaşama biçimleri ortadan kaldırılmıştır" sözleri dogmatist Kemalistleri kızdırırken; Vakit'e konuşan tarihçiler, "İstiklal Mahkemeleri ve irtica tartışmalarıyla geçen yakın tarihimizle yüzleşmek zorundayız. Bu tartışma topluma 'psikolojik terapi' etkisi yapacaktır" dediler.

"AMAÇ GEÇMİŞLE BAĞI KOPARMAKTI"

Türkiye Yazarlar Birliği Onursal Başkanı Mehmet Doğan, Fırat'a gösterilen tepkinin dogmatizm olduğunu kaydederek, "Türkiye'de bir tür Atatürk kültü oluşturuldu ve dogmatist bir taassupla yakın tarihe ilişkin en ufak bir tartışmaya izin verilmiyor. Travma tıp dilinde, 'kırılma' demektir. Kemalist devrimler de tarihimizde geçmişle bağımızı koparan bir kırılma etkisi yapmıştır ki amaçlanan da budur. Ancak Türkiye'de din adına birtakım saçma sapan sözler bile ciddiye alınıp tartışılırken bu kırılmaya ilişkin en ufak bir tartışmaya tahammül edilemiyor. Sayın Fırat'a gösterilen tepki Türkiye'de düşünce özgürlüğünün olmadığının son örneğidir. Bu tavır nedeniyle en çok bilmemiz gereken yakın tarihimiz hakkında en az bilgiye sahibiz. Hollandalı tarihçi Eric Jan Zürcher'in dediği gibi Ortodoks Kemalist tarih anlayışı gittikçe katılaşıyor. Ancak yaşananları sonsuza dek gizlemeleri mümkün olmayacak. Travma olmadı da İstiklal Mahkemeleri niçin kuruldu, İskilipli Atıf'ın, Mevlevi İbrahim Hakkı Efendi'nin ve binlerce insanın başına gelenler nedendi?" dedi.

"ŞAPKA İÇİN ADAM ÖLDÜRÜLDÜ, BU DEMOKRASİ Mİ"

Osmanlı Araştırma Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz de Fırat'ın sözlerinin gerçekleri yansıttığını, ancak AK Parti aleyhinde devam eden süreçte Anayasa Mahkemesi'ni etkilemek için apaçık gerçeklerin speküle edildiğini söyledi. Akgündüz, dünyanın hiçbir yerinde Kemalistlerin kafasındaki gibi bir "Mustafa Kemal" imajı olmadığını kaydederek, "Türkiye'de de eğer 5816 sayılı kanun olmasa insanlar farklı görüşlerini daha rahat ifade edebilirler. Bana bir TV kanalında sorulmuştu; 'Atatürk'ü seviyor musun' diye. Ben sunucuya, 'Bu soruyu sormaya senin hukuken hakkın yok, benim de gerçek düşüncelerimi söylemeye hakkım yok' dedim. Türkiye'de işadamı yeşil sermaye suçlamasından, siyasetçi partisinin kapatılmasından, öğrenci okuldan atılmaktan, yazar hapsedilmekten korkuyor. Travma sözü az bile. Kendisini Batıya beğendirmek için insanlara zorla şapka giydirmek isteyen bir zihniyete demokrasi mi diyeceğiz" diye konuştu.

DEVRİMLER HALKA RAĞMEN YAPILDI

Türkiye'deki dönüşümün kitlelerin çıkışından kaynaklanmadığını belirten Prof. Dr. Şerif Mardin de "Türkiye'de Din ve Siyaset" adlı kitabında devrimler için şu tesbitlerde bulunuyor: "Türk devrimi, Fransız devrimi gibi kitlelerce desteklenen bir hareket değildi; Türk devriminin ilk aşaması olan Türk Bağımsızlık Savaşı, nefret edilen bir işgalciye karşı direnişi temsil ettiği sürece alt sınıflardan epey destek gördü. Oysa devrimcilerin sivil amaçları yani Türkiye'nin politik ve toplumsal modernleşmesi halkın talepleriyle paralelleştirilmiş değildi. Türkiye'deki dönüşüm kitlelerin çıkışından kaynaklanmadı. Konu daha da kuşkucu bir bakışla ele alınsa ve kitle katılımı kitlelerin seçkinler tarafından harekete geçirilişi olarak görülse bile devrim bir kitle görüntüsü olarak nitelenemez."

DEVRİMİN AMACI TRAVMADIR

Prof. Dr. Doğu Ergil ise, "Bütün devrimler travma yaratır. Sadece bizim devrimle ilgili değil ki bu. Zaten devrim de travma yaratmak için yapılır. Yani eski rejimi yeni bir rejimle değiştirmektir. Bu zaten yeterince travmatiktir. Amacı da; sarsarak toplumu değiştirmektir. Ancak bizde devrimin sonucuna, ne kadar başarılı olup olmadığına bakmaktansa devrimin kendisini kutsallaştırıyoruz. Ve onu tartışılmaz kılıyoruz. Halbuki her devrimin, ne kadar başarılı olduğuyla ölçülmesi lazım. Yapılıp yapılmamasıyla değil, biz şimdi hiç konuşturmuyoruz. Yani devrimin üzerimizde yaratmış olduğu travma konuşulamayarak devam ediyor." dedi.

"ADETA TOPLUMUN KİMYASI BOZULDU"

Genç Birikim Genel Yayın Yönetmeni ve Tarihçi Ali Kaçar da, travmadan da ziyade toplumun kimyasının bozulduğunu kaydetti. Kaçar, "Adına devrim dedikleri şeyler ülkede geri dönüş meydana getirdi. Saltanatın kaldırılmasından itibaren insanlara 'Kelleler kopartılacaktır' denilerek korku salındı. Devrimler, halkın iradesini yansıtan değil, aksine tepeden inmeci bir zihniyetle yapıldı. Adeta toplumun kimyası bozuldu. Bir gecede telgraf çekilip medreseler kapatıldı. Ülke tamamen Batıya bütünüyle bağımlı hale getirilen bir sisteme dönüştürüldü" diye konuştu.

"HER DEVRİM, TEHLİKELİ VE SANCILIDIR"

Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Necmettin Tozlu ise, "Bütün devrimler sarsıcıdır. Hiçbir devrim normal değildir. Sarsmak demek insanlar üzerinde ruhen ve fiziken geleceğe ilişkin tereddütler ve tehlikeli bakışlar oluşturmaktır. Bu bütün devrimler için geçerlidir. 'Travma yaratmadı' demek fazla mantıklı değil, fazla bilimsel değil." dedi.

KÜLTÜR BİRİKİMİ YOK EDİLDİ

"Yanlış Cumhuriyet" adlı kitabında 1928 yılında çıkarılan Harf Kanunu'na değinen Araştırmacı Sevan Nişanyan, Harf devrimiyle okuma yazma oranının düştüğüne dikkat çekerek, "Harf devrimini izleyen yıllarda gazete satışlarında görülen ve yaklaşık yirmi yıl boyunca telafi edilemeyen düşüş ise, harf devriminin okur-yazarlık oranını artırmak şöyle dursun, azaltmış olabileceği ihtimalini akıllara getirmektedir" şeklinde yaşanılanları özetliyor.

İSTİKLAL MAHKEMELERİ GERÇEĞİ

Devrimlerin temelini güçlendirmek ve devrim karşıtlarını sindirmek için kurulan İstiklal Mahkemeleri ise yaşananların travmadan daha öte bir durumda olduğunu gösteriyor. Prof. Dr. Ergün Aybars da "İstiklal Mahkemeleri" kitabının önsözünde İstiklal Mahkemelerini şöyle anlatıyor: "İstiklal savaşında asker kaçakları, casus, bozguncu, vatana ihanet suçlularını yargılamak, iç güvenliği sağlamak amacıyla kurulmuş bulunan 14 İstiklal Mahkemesi ve Cumhuriyet'in ilanından sonra Türk inkılabının gerçekleşmesini sağlamak için kurulan 3 İstiklal Mahkemesi'nin görevleri ve etkileri görülmeden 1919-1927 yılları arasındaki dönemi açıklamak mümkün değildir."

İBRAHİM HAKKI EFENDİ'NİN MEZARI AÇTIRILDI

İstiklal Mahkemelerinin nasıl bir zulüm makinesi olduğuna çarpıcı bir örnek de Mevlevi İbrahim Hakkı Efendi'nin başına gelenler. Erzurum'dan Erzincan'a gelen İstiklal Mahkemesi, burada da darağaçları kurdu.  Sultan Abdülhamid ve Sultan Reşad dönemlerinde sarayda vaizlik yapan İbrahim Hakkı Efendi, Milli Mücadele yıllarında bizzat faaliyette bulunmuş ve yerleştirilmek istenen rejimi daha 1921 yılında fark ederek, dindar insanları uyarmıştı. Sırf bu yüzden İstiklal Mahkemesi, İbrahim Hakkı Efendi'ye gıyabında idam cezası verdi. Fakat Erzincan'da olmadığı için bu ceza infaz edilemedi. İbrahim Efendi, hakkındaki idam kararı haberini aldığı günün ertesi sabahı namazını kılarken ruhunu teslim etti. Çocukları babalarının vefatını Şark İstiklal Mahkemesi'ne bildirdiler. Ölüm haberinin doğru olup olmadığını araştırmak için köye gelen Müfreze, İbrahim Hakkı Efendi'nin yaşadığı Kemah ilçesine bağlı Müşekrek Köyü'ne gelip merhumun kabrini açtırdı.

İSKİLİPLİ ATIF HOCA NİÇİN İDAM EDİLDİ?

1925-26 yılları, 'devrim karşıtı eylemlere' karşı kurulan İstiklal Mahkemelerinin ölüm makinesi gibi çalıştığı bir dönemdi. İskilipli Muhammed Atıf Hoca'nın idamı da bu dönemde gerçekleşti. Hoca, 1924 yılında, batıcılığı eleştiren "Frenk Mukallitliği ve Şapka" isimli küçük bir risale yazdı. O günlerde Maarif Vekâleti tarafından takdirle karşılanan Hoca, kitabın yayımlanmasından 1.5 yıl sonra çıkarılan şapka kanunu sonrasında kanuna direnenlerin, davranışlarını bu kitaba dayandırmaları üzerine tutuklanarak, sorgulandı. Kitap, kanundan 1.5 yıl önce yazıldığı için Giresun İstiklal Mahkemesi Hoca'yı suçsuz buldu, ancak komiserlik serbest bırakmadı. Ardından başkanlığını, şimdiki Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ün dedesi Kel Ali lakaplı Ali Çetinkaya'nın yaptığı Ankara İstiklal Mahkemesi olaya el koydu ve göstermelik bir muhakemeden sonra Hoca 4 Şubat 1926'da idam edildi. (Vakit)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !