Bir demet 28 Şubat
`ABD`nin kimi beslediğini anlamak istiyorsanız, 28 Şubat`ı yapan ve destekleyenlere bakmanız kafi.`
Sami Hocaoğlu / Yeni Şafak
Tebessümle izliyoruz. O gün kendilerine gülme hakkımızı kullanıyorduk, şimdi ise 28 Şubat artık ve atıklarına acıma sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz.
Acıyoruz, çünkü acınacak haldeler. Bugün kendini "devlet içinde devlet ilan etmiş" hukuk dinlemez ÜAK'ın toplantısında konuşan kişinin yüzünü gördünüz mü? Ben gördüm: Ölü gibiydi. Vah zavallı vah! Profesör olmuş ama milletle savaşılamayacağını daha öğrenememiş.
28 Şubatçılar da öğrenememişlerdi.
Nerden mi çıkarıyorum?
Okuyun o zaman:
Eşkıyanın hükümdar olduğu 28 Şubat'ın çat ayazında yürekler buz kesiyor. BÇG başta olmak üzere devlet içinde örgütlenmiş çeteler maddi manevi haraç kesiyorlar. Geçenden beş, geçmeyenden on akça alıyorlar. Yer demir gök bakır.
O tarihten 10 yıl kadar önce uzak bir ilde verilmiş bir konferansımın kaseti -tesadüf bu ya (!)- bir savcıya taşınmış. Savcı soruşturma başlatmış on yıllık konuşma kaseti üzerinden. Benden ifade isteniyor. İfade vermek için tam kapıdan gireceğim, yakışıklı bir memur gayet kibar bir tavırla "…Masa amirimiz sizi kahve içmeye davet ediyor!" dedi.
O masa o günlerde adını hiç kimsenin anmak istemediği "İslam'la mücadele" için icat edilmiş bir masa. Bir an tereddütten sonra "Ya gelmezsem?" diye zarf attım. "Siz bilirsiniz" deyince maksat anlaşılmıştı, geleceğimi söyledim. İfademin ardından amirin kahve davetine icabet ettim.
Sıkı bir okurum çıkan amirin kurmaylarını da davet ettiği masada gitgide koyulaşan egemen güçlerin küresel politikaları üzerine bir bahis açıldı. İşte o sırada dikkatimi çekti, makam kütüphanesinde dinler ve mezhepler tarihi literatürümüzün ölümsüz eserlerinin birinin orijinal haliyle bulunduğu: Şehristani'nin el-Milel ve'n-Nihal'i.
Bu ilk şaşkınlığımdı. Sohbetin en sıcak yerinde beni şaşırtan ikinci bir gelişme oldu. Amir masanın bir yerinden çıkardığı bir derginin kapağını gösteriyordu: "Buna ne dersiniz?"
Bu dergi Maocu olarak bilinen karanlık bir çevrenin misyonu ispiyon ve ajitasyon olan dergisiydi. Çirkin manşeti, kimliğini ele veriyordu: "Fetullah'ı ABD Besliyor".
Tereddüt etmeden dediklerim şu oldu: "ABD'nin kimi beslediğini anlamak istiyorsanız, 28 Şubat'ı yapan ve destekleyenlere bakmanız kafi."
İnsanların adını duyunca irkildiği 28 Şubat ürünü masanın amirinin odasındaki sohbet oldukça keyifli ve uzun sürdü. Oradan ayrılırken dudaklarımdan gayr-ı ihtiyari Şerh suresinin son ayetleri dökülüyordu:
"Evet, her zorlukla birlikte bir kolaylık zaten vardı.
Evet evet, her zorlukla birlikte bir kolaylık var olmaya devam edecektir."
* * *
28 Şubat'ın kasıp kavurduğu günler. Basın savcısı ifade için çağırmış. Çağıran savcı baktığı yolsuzluk davalarında kahraman olmuş medyatik bir başsavcı. Sosyal demokratlığıyla biliniyor. Gittim, kapıda karşıladı. Hafiften şaşkınlığımı şoka çeviren, bir eserim hakkındaki şikayet dilekçesinin altındaki imza oldu. Dilekçenin altında anlı şanlı 28 Şubat generalinin adı soyadı ve imzası yer alıyordu.
Deneyimli savcı, "Böyle şikayet olmaz" dedi söylenir gibi. "Hiçbir kitap baştan sona suç teşkil edemez". Dilekçede bu minvalde bir şeyler yazıyormuş. Savcıyı huzursuz eden dilekçedeki emredici ve üstten bakan ses tonu idi.
Aynı dönemde biz ne "brifing savcı ve hâkimleri" görmüştük. Demek ki mesleğinin onurunu taşıyan bir savcıymış. Bana "Türkiye'de savcılar var" dedirtti. Zira ben tam tersini de görmüştüm. Okuyun.
* * *
Yine o mahut günler. Bu kez de gazetedeki köşe yazım sorun olmuş. Çağıran gazetenin çıktığı semtteki basın savcısı (Kimliği hafızamda mahfuz). Avukatım malumat toplamış. Bana söylediğine göre savcı Risaleler'in rahle-i tedrisinden geçmiş biriymiş. Görüşüp ayrıldıktan sonra bu malumatın doğru olduğuna kani olacaktım. Haydi hayırlısı diyerek gittik. Gerçekten de karşımızda tavır ve davranışlarıyla klasik sağcı bir savcı vardı. Masasının üzeri her türden cinsellik satan poşetlik dergilerle doluydu. Hayli dert yandı. "Suç ama" dedi, "biri falan hatırlı medya gurubunun, diğeri feşmekân hatırlı medya gurubunun. Şuradan bastırıyorsun, oradan çıkıyorlar." Bu minvalde dert yandıktan sonra sadede geldik.
İfademizi verdik. Savcı efendi hayır-şer bir şey söylemedi. Gayet resmi, ifademizi aldı ve saldı. Arkadan baktık ki mahkemeden çağırıyorlar. O davadan mahkûm olduk.
* * *
Bu 28 Şubat'ta bu kadar. Bir dahakinde eğer memleket 28 Şubat kalıntılarından taharet ederse, sözüm söz, önünüze 28 Şubat anılarımdan duyunca dudaklarınızı uçuklatacak bir demet daha koyacağım.
Kur'an'la bitirelim: "Öğütten yüz çevirmekle ellerine ne geçecek? Bu tipler (her yaklaşanı) avcı sanıp ürken yaban eşeklerine benziyorlar." (74:49-51)