Bir devrimin muhafazakarlaşması
30. yılında İran İslam Devrimi`nin geldiği aşamayı kaleme alan Akif Emre, devrimin özellikle dış tehditler karşısında içe kapandığını ve dinamizmini kaybedip muhafazakârlaşma eğilimi içerisinde olduğunu kaydediyor.
Akif Emre, bugünkü yazısında, 30. yılında İran İslam Devrimi'nin geldiği aşamayı kaleme aldı. Devrimin özellikle dış tehditler karşısında içe kapandığını ve dinamizmini kaybedip muhafazakârlaşma eğilimi içerisinde olduğunu kaydeden Emre, "Oysa tüm devrimler yenilenerek ayakta kalır. Başlangıçta dinamizm veren maruz kaldığı uluslararası baskı ve sistem dışı kalışı paradoksal olarak devrim erkini muhafazakarlaştırıyor." yorumunu yapıyor.
İşte Akif Emre'nin yazısı:
Bir devrimin muhafazakarlaşması
Akif Emre / Yeni Şafak
İran Devrimi'nin üzerinden tam 31 yıl geçmiş. Bugünlerde Devrimin en kritik dönemeçlerden birinden geçtiğine kuşku yok.
Devrimin kritik bir eşikten geçiyor oluşu ne dış tehditten dolayı ne de ilk yıllarda olduğu gibi muhalif karşı devrimci grupların silahlı saldırılarından kaynaklanıyor. Belki devrimlerin doğası gereği, 30 yıllık bir süreç sistemin oturmaya başladığı, kurumlaştığı bir dönemece işaret eder.
Tam da bu sebepten dolayı İran Devrimi kritik bir eşikten geçiyor. Devrimin kurumlaşmasından, sistemik hale gelerek modern bir ulus devlete dönüşmesinden, devrimi yapan kadroların modern ulus devlet erkine özgü refleksler geliştirmeye başlamasından kaynaklanıyor.
Amerika'nın başı çektiği uluslararası sistemin İran'a yönelik baskılarının etkisini göz ardı ederek 'devrimin muhafazakarlaşması' olgusunu açıklamak zor olur. Devrimin başlangıçta geliştirdiği söylem ve ilkeleri ne kadar gerçekleştirebildiği, ne vaat edip ne sunduğu sorusu kadar dış faktörlerin sistemin içe kapanmasında ne denli belirleyici olduğu üzerinde de düşünmek gerekiyor. Teori-pratik çelişkisi üzerinden yeterli ve sağlıklı tartışmanın bu zamana kadar yapılmadığı bir devrimi –ki, bu Sünni ve Şii ulemanın katılımıyla gerçekleşmeliydi- sistem içi veya sistem dışı kalarak varolma sorunu açısından tartışmak farklı uluslar açısından ufuk açıcı olabilir.
İran Devrimi'nin başlangıç aşamasında, Amerika'nın devrimi kuşatma altına alarak boğma daha sonra da sınırları içine hapsetme stratejisinin ilk aşamada başarısız olduğu söylenebilir. Hatta emperyalist baskılar devrimin seslendirdiği söylemin canlı kalmasına, kitleselleşmesine katkıda bulunduğu bile söylenebilir. Ancak devrimin ulusal sınırlar içinde kuşatılması stratejisi başarıyla gerçekleşti. Zaten İran da ismi İslam Cumhuriyeti olan bir modern ulus devlet modeline evrilecektir.
Buna rağmen İran üzerindeki sistemik baskıların devam etmesi, devlet olarak sisteme dahil olmaması, meydan okumayı sürdürüyor olması nedeniyledir.
Bugünkü durum daha farklı bir evreye işaret ediyor. Bir yanda sistem içi muhalefet yaygınlaşırken, kitlesel anlamda sistem dahilinde kabul edilmesi zor talep ve protestolarla birlikte bir koalisyon oluşturmuş görünüyor. Gittikçe daha şehirleşen İran toplumunun talepleri farklılaşırken sistem bunlara cevap vermekte zorlanıyor. Sıradan bir şehirli-okumuş İranlı için dış dünya adeta bir yaşanası bir cennet umuduna dönüşüyor. Özellikle gençler arasında hızla yaygınlaşan sekülerleşme, devrimin iddiaları açısından elini zayıflatan yanını oluşturuyor.
Yönetim mekanizmalarını kuran devrim artık statükoyu temsil eder hale gelmiştir.
Oysa bir devrimi donmuş bir yapıya dönüşmekten kurtaracak olan, onu gerçekleştiren ilkelerin yenilenerek hayata geçirilmesidir.
İran siyasal erki, bir yandan uluslararası sistemin baskılarını göğüslemeye çalışırken bir yandan da bu baskıları statükoyu korumaya yönelik bir dış tehdit olarak iç politikada kullanıyor.
Dış tehdidin sürekli iç politik malzeme olarak kullanımını aşan bir durumdan söz ediyoruz.
Bir yanda sistem içi muhalefeti bile işbirlikçi görme temayülü, diğer tarafta nükleer programını bahane ederek uluslararası sistemin uyguladığı baskılara karşı savunma refleksi tam anlamıyla devrimi içe kapamakta, muhafazakarlaştırmaktadır.
Devrime dinamizm katan emperyalist baskı söylemi artık devrimi donuklaştırmaya, içe kıvrılmaya, muhafazakarlaştırmaya başlıyor.
Dini önderliğin de iç politikada devreye girerek taraf olduğu bir siyasal ortamda devrimi yaşatmak adına bir devrimin muhafazakarlaştığı ilginç bir döneme tanıklık ediyoruz. Bir yanda ilkeleri korumak isterken diğer tarafta toplumsallıkla arasına mesafenin girdiği, ilkelerin yeniden üretilerek hayata geçirildiği bir dinamizmden çok şeklin korunma refleksi öne çıkıyor.
Devrimin muhafazakarlaşması sadece dış faktörle açıklanamasa da uluslararası tehdidin boyutları, savunmayı gerektirirken içerdeki farklı sesleri, farklı talepleri sağlıklı değerlendirme ortamını berhava ediyor.
İran devriminin tüm aşamalarında özel bir yere sahip olan Amerika faktörü devrimci kadroları da muhafazakarlaştırmaya, içe kapanmaya, statükocu bir tutum izlemeye zorluyor. Oysa tüm devrimler yenilenerek ayakta kalır. Başlangıçta dinamizm veren maruz kaldığı uluslararası baskı ve sistem dışı kalışı paradoksal olarak devrim erkini muhafazakarlaştırıyor.