Bir hatim deneyimi!
Vahyin idrakinden yoksun, yüzünden okumaları! Cehalet yüzünden, idrakten yoksun okumaları! Arapça bilmeyen bir topluluğun, ısrarla Arapçadan (yüzünden) Kuran’ı okuyup bitirme çabasını… “N’olur bizi anlayın, bizi biraz düşünün” diyen ayetlerin, anlamsızlık girdabında çırpındıkça dibe iteklenmesini… Bu iteklemeden binlerce sevap kazandığını uman bir aldanışın, samimi kalplere, samimiyetsiz yansımasını… Sadece okunup bitirilmesini… Anlamaya, düşünmeye, tefekküre tenezzülsüz yönelişle; daha diyeceklerine başlamadan, aslında Kur’an’ın bitirilmesini!
Fatma CEREN
-Yarın geleceksin değil mi Fatma Hanım? Muhakkak bekliyoruz, bak ona göre!
-İnşaallah kardeş, gelirim.
Bir davet ve buna icabetin öyküsünü anlatacağım şimdi size.
Yaşamamız için gönderilen ayetlerle, sanki bizi yaşatmasın diye verilen bir uğraşıyı…
Bilinçli bir yapılanmanın, bilinçsiz kurbanları için seçip beğenilen, içi boşaltılmış bir ibadeti. Geleneksel bir ritüeli.
Hatimi!
Vahyin idrakinden yoksun, yüzünden okumaları! Cehalet yüzünden, idrakten yoksun okumaları! Arapça bilmeyen bir topluluğun, ısrarla Arapçadan (yüzünden) Kuran’ı okuyup bitirme çabasını… “N’olur bizi anlayın, bizi biraz düşünün” diyen ayetlerin, anlamsızlık girdabında çırpındıkça dibe iteklenmesini… Bu iteklemeden binlerce sevap kazandığını uman bir aldanışın, samimi kalplere, samimiyetsiz yansımasını… Sadece okunup bitirilmesini… Anlamaya, düşünmeye, tefekküre tenezzülsüz yönelişle; daha diyeceklerine başlamadan, aslında Kur’an’ın bitirilmesini!
Yüce Allah(c.c.)’ın derin mi derin“Oku” emrine, oldukça sığ bu yaklaşımla,“Okuduk ve bitti” icabetini! Bu icabetle, lafzıyla yer gök inlerken, mananın derinliğinden gelen sesin kısılmasını, kesilivermesini…
Hani en güzel kıyafetler giyilir de hoş kokularla gidilirmiş ya Kur’an meclislerine…
Aynen öyle bir resim canlandı önce gözümde. Ağır adımlarla ilerlerken, karşılaşacağım tablodaki şekilleri artık seçebiliyordum. Evlerin birinde olduğunu umduğum hatim buluşması meğerse bir apartmanın sığınağındaymış!
Aman Allah’ım! Fatma durur mu? Başladı hemen hayallere! Ashab-ı Kehf filminden bir söz takılıverdi zihnime. “Karanlıkta Dile Getirmekten Çekindiğiniz Hakikat Bir Gün Aydınlıkta İşitilecek Ve Gizli Mekânlarda Öğrendiğiniz İnancı Bir Gün Çatılardan Haykıracaksınız!”… “Ne güzel!
Keşke böyle olsaydı” dedim içimden… İbretle okuduğumuz, esaslı vahiy buluşmasına hem de gizli bir mekânda girebilseydik keşke diye, imrenilesi geçmişe özeniverdim bu hayalle işte!
Peki, işin aslı böyle miydi? Değildi elbette! Mobilyaların bekçiliğini yaptığı evler, kalabalığı kaldırmıyormuş. İki cüzü yetiştirme gayretiyle uzayan toplantıya, çocuklar da haylazlıklarıyla eşlik edince, ortam çekilmez olduğundan, böyle bir çözüm bulunmuş.
Neyse dedik ve girdik sığınağa, Allah’a kuvvetli bir sığınmayla…
Aman Allah’ım!
Bir curcuna ki sormayın. Bir yandan arkasındaki atlılara yakalanmamak için daha hızlı koşan hoca hanım, diğer yandan onu takibe çalışan kan ter içinde kalmış bir kaç genç bayan, kenarda uyuklayan iki teyze ve atlarıyla dörtnala koşturup hocayı kovalayan çocuklar…
Elimde Kur’an-ı Kerim, iliştim daracık bir köşeye. Beeelki bir iki kelime edebilirim diye! Hoca hanıma arada attığım gülücükler fayda verirse, beeelki araya girebilirim diye! Yoksa ben kimim ki, bu benim ne haddime!
Ama nafile! Hoca çetin! Hoca yaman! Hoca emin! Hoca, hoca işte! Var mıydı daha ötesi? Sayfayı bile bir başka çeviriyor. Mimiklerine bakılırsa, sanki o an vahyi o alıyor(!) El kol işaretleriyle çocukları bile idare edebiliyor. Öyle ki Neml suresini okurken, annesini çatlatan, aslında sıkıntıdan çatlayan çocuğa çubuk krakeri işaret edebilen bir yeteneği bile var. Ah o çubuk krakerler de olmasa! Sanırım ne hatim biter, ne çocuklar susar! Bir an öyle yoğunlaştı ki bu düşüncem, şu ortamı üreticiler bir görseler, hatimlere özel kıvrımlı, sarmal, “Ye ye bitmez” cinsinden “Özel Hatim krakerleri” bile üretirlerdi düşüncesi azıcık gülümsetiverdi beni, tam da Süleyman (a.s.)’ın gülümsediği ayetin hızla ve tefekkürsüzce geçiliverdiği esnada… Krakerlerin kırıntılarından azıcık atıverse miydim acaba karıncalara?
Gülümsemem, ani bir feryatla bölündü. Hoca bile bir an duraksadı… Ama yok! Hocaydı o. Duramazdı, durmamalıydı! Her ne pahasına olursa olsun, yetişmeliydi bu hatim, çabucak bitmeliydi… Sesin sahibi çocukların emanetçi anneleri koştu ve çocuklarını kapıp getirdi. Bir gözümün Kur’an’da olmasına çabalıyordum ama çocukları daha çok merak ettim ve gözümü kitaptan ayırarak, artık sadece olan biteni anlamaya çalışıyordum…
Kitaptan azıcık uzaklaşan gözler miii, kitaba hiç yaklaşmamış gönüller miii diye düşünüyorken, bir ablanın haşin bakışlarına yakalandım! Kuran’dan gözümü ayırmakla, eyvahlar olsun bana! Ben ne büyük suç işledim! Ne acınası hallere düştüm!
Üç yaşlarındaki bir kız çocuğu, yaşıtı olan bir oğlanın kolunu ısırmış. Bu olay çocukların nazarında “hatim vukuatı” diye tarihe geçebilecek önemde olmasına rağmen, büyükler hiiiç oralı bile olmadı. Olamazdı ki. Böylesi basit bir meseleye, hatim kurban verilemezdi. Çünkü bitmeliydi bu hatim. Hemen okunmalıydı Kur’an, sonra bir kenara, yüksekçe bir yere konmalıydı! Sevap umudu artarken, cüz cüz biten Kur’an-ı Kerim’den adım adım uzaklaşıldığı ne de aşikârdı!
Anneler kızgın! Anneler sinirli! Çünkü burada Kur’an okunuyor(du)… Tam o anda çocuğun eli Kur’an’a çarpınca, olanlar oldu ve Kur’an yere düşüverdi! Yeryüzünde, bu çocuktan daha zalim(!) kim di? Kur’an hemen yerden alınıp, beş değil üç kez öpüldükten sonra okunmaya devam edildi. Kolu hala acıyan çocuğu, bir de bu yüzden annesi çimdikledi.
-Şşşt..Sus, sus dedim sana yaramaz şey! Hoca Kur’an okuyooor…(Yoksa Hoca senin canını okuyuverir(di).
Yerden alınıvermişti Kur’an alınmasına da peki, yere saçılan ayetleri kim toplayacaktı? Sadece yerde mi, göklerde, yasada, tüzükte, mahkemede, asayişte, evde, ailede, okulda, işte, ticarette, çarşıda pazarda, mutfakta ve bu sığınakta… Yaşanmadığı ve yaşatılmadığı için üzerlerinde tepinilen bu ayetleri kim toplayıverecekti?
Ben bu düşüncelere dalmışken, gözleri yaşlı çocuk bir yandan iç çekiyor, bir yandan olup biteni anlamaya çalışıyordu. Bu çocuk bile bir şeyleri anlamaya çalışıyordu! Düşündükçe de ısrarlı bakışlarıyla bu ısırığı hala kabullenemediğini sızlanıyordu.
-Ama anne ya! Çok acıdı… Ama çook acıdı!
Bu defa daha sert bir tonda susturuldu çocuk…
Neml suresinden oldukça kopmuş olan ben, çocuğun gözlerine ööylece bakıyordum. O da bana… Bırakalım atlar koştursun hocanın ardından dedim içimden. Süleyman (a.s.) güzel atlarını seyreylerken, seyredeyim ben de bu koşturan hocayı ve düşünen çocuğu…
Onlarca kişinin arasından sadece ikimiz anlaşabiliyorduk. Çocuk ve ben… Allah’ın yüce kelamına duyarsız bir topluluk, bu topluluğu sürükleyen, ne okuduğundan habersiz bir hoca, çocuk ve ben… Atların önderliğinde, cüz cüz sona doğru koşturan bir ritüelde çocuk ve ben…
Kaş göz işaretleriyle anlaşabilen iki koca dünya gibiydik onunla. Hem de hocaya rağmen… İlahi kelama duyulan isteksizlik ve esnemeler arttıkça, biz dost oluvermiştik… O bana kolunu gösterince ben yüzüme hüzünlü ve acı dolu bir hal bürüyordum, ben ona kâğıda çizdiğim şekilleri gösterince, o bütün masumiyetiyle bana gülümsüyordu!
Velhasıl bir on beş dakika sürdü bu böyle… Tabi orada hoca vardı yine de dikkatli olmalıydık! Çünkü hocaydı o! Ya bize kızsaydı! Ya bizi oradan atsaydı! Acaba atsa mıydı? Nasıl bir düşünceydi bu! Şefkatini b şimdilik buralarda gösteremeyen hocanın şefaatinden(!) oralarda ebediyen mahrum kalırdık, Allah muhafaza(!)…Yetmiş kişilik kontenjana zor girebilmişken, ya yerimizi yedektekilere kaptırsaydık!
Çocuk, kolunu ısıranın, kıs kıs gülmesine sinir olup arada bir annesine dönerek, olayı hatırlatmaya çalışıyordu, ama konsantrasyonu bozulan anne ise, geri sayıma geçmiş saatli bomba gibiydi,
-“Bana bak! Oooğlum hoca kızacak şimdi, sus bakıyım!” sözleriyle dinini, imanını, amelini teslim ettiği hocaya, sanki çocuğunu da teslim etmişti. “ Hocam, al buyur. “Eti seniiiiin, kemiği benim. Ruhu seniiiin, cesedi benim!”
İkinci cüzün sonuna doğru, acaba birkaç soru yöneltip düşündürtebilir miyim terlerini dökmeye başlamıştım ki hoca yine canlanıverdi. Teyzelerden biri irkilince, sevabından bir şey kaybetmediğinden emin, birkaç dakika daha zorladığı gözlerini, yine şekerlemeye teslim etti. Hafiften saçının bir teli görünen kadına, yanımdakinden müthiş uyarı gelince, yine müthiş bir takva örnekliğiyle herkes örtülerini şöööyle bir düzeltti. Meleklerin, saçımızın telini değil de içler acısı halimizi seyrettiklerini hisseden gönlüme, gariiip bir hüzün çöküverdi…
Neyse, son sayfa çevrilince, lafzı okuyan o ses, yine yükseldi. “Burada hoca benim! Burada benim sözüm geçer!” iddiasına benzettiğim bu volüm, söylemek istediklerimin önüne desibellerce gerildi. Bu duvarı zor zahmet aşıp, zihnimdeki soruyu tam soracaktım ki; oradaki en önemli kişi, en can alıcı soruyu yine can alıcı bir bağırmayla, benden önce soruverdi!
-Ama anneee, o çocuk beni neden ısırdı?
Herkes çocuğu bastırıp, susturmaya çalıştı. Belli ki çocuk buna alışkındı! Sanki suçluymuş gibi, üstüne üstlük bir de cezalar kesilmeye başlandı!
“Hoca ona kızardı, hoca onu dışarı atardı! Hocayı kızdırırsa Allah da onu sevmezdi(!) Zaten Allah’ın kitabını düşürmüş ve en büyük suçu işlemişti, hemi de abdestsizdi(!)” Acaba bu çocuk ileride Kur’an’ı ve İslam’ı nasıl anacaktı? Sevecek miydi? Yoksa ömrü boyunca, aynı delikten ve koldan bir daha ısırılmamak için; hocadan da Kur’an’dan da Ramazandan da uzak mı duracaktı? Çocukluğumda böyleleriyle karşılaşmamış olmama, acaba şimdilerde sevinmeli miydi?
Çocuk ısrarla ve inatla sorusunu bu defa bağırarak yinelerken, benim gözlerime baktı. O esnada oluşan sessizlik, bana iyi bir fırsattı. Hem benim yeni olduğumu fark etmişlerdi hem de o an tüm bakışlar üzerime toplanmıştı! “Heh işte dedim” içimden, “Hadi, işte fırsat sana, soruver hemen Kur’an’la, anlamakla, sorgulamakla ilgili o müthiş(!) sorularını!”
-Bunca okuduğumuzdan ne anladık? Anladık mı?
-Bu Kuran, üzerinde düşünmemiz için gönderilmedi mi?
-Anlamadan nasıl düşüneceğiz?
-Anlamak için ne yapmalıyız?
gibi birkaç tanesi zaten zihnimde hazırdı. Tam hangisini sorsam ve hangisi üzerinde konuşsak diyordum kiii benim de ağzımdan ancak şu çıkıverdi!
-Sahi! O çocuk bunun kolunu niye ısırdı?
Büyüklerin anlamsız bakışlarıyla dolu dipsiz kuyudan, beni bir çift gülümseyen minik göz çıkardı.
Bu soruyu bile düşünmeyen bir topluluğun, saatlerdir okunan Kur’an’ın sorduğu onlarca soruya nasıl cevap vereceklerini dert edinmemle yine içimi gariiip bir hüzün kapladı. Ama bu hüznü doyasıya yaşayacaklardan değil, darmadağın dağıtacaklardan olmamız bilinciyle; ertesi günü elimde üç paket çubuk kraker, bir resim defteri, boya kalemleri ve zihnimdeki“Çocuğum sana söylüyorum, büyüğüm sen anla!” kabilinden birkaç soruyla tekrar sığınağın yolunu tuttum...
-
ahmet karahan 26-02-2013 18:46
değerli kardeşim yüreğine sağlık.hani söz vermiştik rabbimize. kuranla yüzleşecektik. neden korkuyoruz.yoksa yaşantımızla gerçekler farklımıki.okumaktan anladığımız yoksa bumu.uyanmak için daha nekadar bekleyeceğiz.Rabbim kuranla yüzleşmek ve hayatı onunla anlamlandırmak hepimize nasip etsin.AMİN.
-
O.DURGUN 16-08-2012 20:46
gelekselci hanımların arasında yaygın olan birde şöyle bir durum varki su,pirinç,fasulye,çörek otu,tuz,toz şeker v.s. gibi bilimum sebze meyve icecekleri de bu hatimlere alet edip okunmuş diye kutsal sayıp evlerinde yemeklerine içeceklerine katarak ve evlerinin bir köşesine asarak bereket ummalarıdır... bunlar gördüğüm ve duyduğum uygulamalardır vesselam
-
fatma 15-08-2012 14:01
Ve aleyküm selam, Sn.Durgun, yazıya devam etmem konusunda bana fikir verdiniz. Teşekkür ederim. Sn.Uludoğan, "değmeyin takvamıza" çok güzel bir ifade olmuş. Allah razı olsun. Sormuşsunuz ya, "gülelim mi ağlayalım mı" diye... Ağlamakla gülmek arasında gidip geliyoruz sanki! Selamlar.
-
O.DURGUN 15-08-2012 04:15
selamun aleykum... maaşALLAH tek solukta okunulan sürükleyici bir üslubla çok güzel gözlemlerle anlatılmış ....anlaşılan yazının devamı gelecek ALLAHUALEM
-
ŞİNASİ ULUDOĞAN 14-08-2012 13:18
Fatma kardeşimizin bu yazısı geleneksel din ,iman kitap Ku'ran anlayışının en güzel örenğini sunmaktadır. Allah razı olsun. Ama gel gör ki insanımız bu geleneği kati bir farz gibi telakki etmiş ve nasıl olsa Allah anlıyor. yapılan işte günah değil ya neticede lafzende olsa Kur'an okunuyor, değmeyin keyfimize pardon pardon değmeyin takvamıza ve okuduklarımızdan mütevellit elde edilecek olan sevaba,birde bu sevabı Resulullahın ruhuna vedahi geçmişlerin ruhuna gönderdik mi iş tamam vesselam..... GÜLERMİSİN AĞLARMISIN.. LA HAVLE VELA GUVVETE İLLA BİLLAH...