M. Kürşat GÜRSOY
23 Nisan 2012
BİR KONFERANSTAN İZLENİMLER
Tarihçi Prof. Dr. Mehmet Çelik, Trabzon’da bir konferans verdi.
Konferansın ana konusu, tarih bilincinin önemini insanlara kavratmaktı. Konferansa merakla ve heyecanla gittim. Manisa Celal Bayar Üniversitesi’nde görevli sayın Çelik konuşmasına birkaç örnek vererek başladı. İnsanların fiziksel bazı engellere sahip olduklarında onlara üzüldüğümüzü lakin akıl hastası birine rastladığımızda bu üzüntünün çok daha fazla olduğuna değindi, çünkü aklını yitirmiş biri ne geçmişini hatırlayabilir ne de geleceği hakkında yorum yapabilir. Buradan yola çıkarak tarihini bilmeyen halkların da aklını yitiren insana benzediği vurgusunu yaptı.
Bunların devamında konuşmasının genelinde iki ana konuyu ele aldı, ben bu iki konudaki beni şaşırtan noktalara değineceğim. Konuşmanın ayrıntılarına ve detaylarına değinip tarihi bir bilgi vermek değil amacım, benim niyetim Kuran’a ters düşen bazı inanç ve anlayışların tarihçi bir profesör tarafından dile getirilmesini, gözyaşları dökülerek üzüntüler içerisinde anlatılmasını ve tüm salonun da, içinde tefsir hocaları, ilahiyat dekanları, akademisyenler, imam hatip lisesi müdürleri ve birçok öğrenci de bulunduğu halde bu duygulara katılarak gözyaşları dökmesini şaşkınlık ile yorumlamak…
Birinci konu Çanakkale Savaşı:
Prof. Dr. Mehmet Çelik’in giriş cümlelerinden sonra değindiği ilk ana konu Çanakkale Savaşı idi. Resmi rakamlara göre 273 bin asker kaybı verilen böylesine büyük bir savaşın tarih kitaplarında 1-2 sayfa ile geçiştirildiğini, İstiklal Savaşı’nda ise 6-7 bin kayıp verildiğini fakat okul kitaplarının buna çok büyük yer ayırdığını eleştirdi haklı olarak…
Bundan 20-30 sene öncesinde böyle bir Çanakkale bilinci yokken bugünlerde bu kadar yoğunlukla Çanakkale Savaşı zaferinin anılmasının büyük bir sevinç olduğunu belirtti. Buraya kadar her şey normaldi. Lakin bunun devamında, şu ifadeleri kullandı sayın Çelik, dünyada hangi mezarlığa gidersek gidelim ya da bir insanın paraşütle bir mezarlığa indiği düşünülse bile o mezarlığa bakarak, hangi ülkede hangi inanç sisteminde olduğunu anlaşılacağını belirtti ve "Ya haç işareti görür Hıristiyan Mezarlığı olduğunu anlar ya yıldız işareti görür Yahudi Mezarlığı olduğunu anlar ya da benzeri semboller ile bu anlaşılır." diye konuştu ve oysaki bugün Çanakkale’de şehit olan insanların mezarlarının hiçbir anlam ifade etmeyen biraz eğik bir taş üzerine adlarının ve soyadlarının yazıldığını, buna ilave olarak bir de hangi şehirden geldiğini yazan bir ibare olduğunu belirtti. Bunu belirtirken vurgulamak istediği şey husus, mevcut laik sistemin bilinçli bir şekilde hiçbir İslami anlam yüklemek istemediği için mezarlıkları bu şekilde inşa ettiğini, oysa o şehitlerin bugün kalksalar suratlarımıza tüküreceğini vurgulu, yüksek ve ağlamaklı bir sesle bağıra bağıra yüzümüze haykırdı…
Tükürmelerinin sebebi ne diye mi düşünüyorsunuz, o da şuymuş: Mezar taşlarına ‘’Ruhuna Fatiha’’ yazılmaması. Salonda bunun üzerine sol tarafımda bayanlar, sağ tarafımda erkekler hüngür hüngür gözyaşları ile kendilerine hâkim olamadılar… İşin ilginç kısmı, oradakilerin çoğu Ehl-i Kitap insanlar, yani düzenli olarak okumalar yapan öğrenciler, ilahiyatçılar, tefsir hocaları vb akademisyenler… O an şunu düşündüm: Anormallik bende mi, yoksa Ülke Tv’de her cumartesi ‘’Sıradışı’’ programı ile insanlara bilgiler veren Prof. Çelik ve ona katılarak gözyaşları dökenlerde mi…
Program sonrası için soruları olanların sorularını yazmak için kâğıt dağıtmaya çalışanları fırçalayarak azarlaması üzerine kâğıtlar dağıtılmadı, yani sayın Çelik soru sorulma imkânına vermedi, verse idi şunu belirtecektim ilk olarak; ben zaten vasiyet olarak eğerki bir mezar taşım olursa ‘’Ruhuna Fatiha’’ yazılmamasını vasiyet ettim… Çünkü Kur'an’ın ölülere değil dirilere indiğini Kuran’ın ‘’ANLAMINA’’ bir bütün olarak kulak veren bir kişi rahatlıkla anlayabilir… Kur'an ölülere değil, yaşayan ölülere onları diriltip ‘’YAŞAYAN KURAN’’ yapmak için inmiştir… Fatiha Suresi'nin anlamını düşündüğümüzde bile aklını işletenler bunun ne kadar anlamsız bir eylem olduğunu bilirler… Ölmüşlerimize tabi ki dua edebiliriz, Allah’tan onları bağışlamasını dileyip, Kuran’da verdiği örnek dualar ile dualar yapabiliriz. Lakin Fatiha Suresi insanın dünyadaki hayatı için yüce Allah’a dua etmesini öğretmektedir…
Manası işe şudur:
‘’Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah’a mahsustur. (Allah’ım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil…’’ (Fatiha Suresi)
Bunun ölüye ne gibi faydası olabilir ki… Bunu yazmayan iktidar belki kendi aklınca bunu bilinçli olarak farklı düşüncelerden dolayı yapmadı. Lakin Kuran’dan haberdar olan bir Müslümanın bundan üzüntü duyması ve orada bulunan insanlar gibi gözyaşları dökmesi çok üzücü ve düşündürücü…
Sayın Çelik, bu mezarlarda İslam’ı sembol eden bir şeyin olmamasından yakınırken ‘’Ruhuna Fatiha’’ ibaresi yerine, İslam’ın tarih boyunca sembolü olarak görülen bir hilalin mezar taşına işlenmemiş olmasına vurgu yapması ve buna üzülmesi daha mantıklı olabilirdi… Oysa ben şahsım adına buna bile gerek olmadığını düşünüyorum…
Bunun devamında ise orada vefat edenlere türbe, şehitlik vb dikili taşların olmamasından yakındı. Buna isyan etti. O zamanki hükümetin, oraya yabancı ülkelerden gelen insanların atalarını orada kaybettiklerinden dolayı anıt yapmak isteyerek bu anıtları yaptıktan sonra mahalle baskısı altında kalarak bir temel attıklarını ve bu temelin 30 sene civarında sadece temel olarak kaldığını, sonra bir gazete muhabirinin yıllar sonra bunu haber yaparak, halktan toplanan para ile bu anıtın dikildiğini ve bunun ne kadar üzücü bir durum olduğunu ve o anıtın da hiçbir anlam ifade etmeyen bir şekilde inşa edildiğini üzüntüler içersinde haykırdı. Bu arada salonda da gözyaşları hâkim… Oysa bu insanlar ve sayın Çelik Kuran’ın ruhuna bu tarz şeylerin aykırı olduğunu bilmiyor muydu? Türbeler, anıtlar vb dikili taşlar, Şamanizm gibi paganist dinlerden dinimize gelmiş inançlar değil midir? Bunu biraz araştırarak, Kuran’ın anlamına kulak vererek bunları analiz ederek düşünmesi gerekir her Müslümanın… Bu türbelerin, anıtların günümüzde ne amaçlar uğruna kullanıldıklarını, bunların ne tarz atmosferlere yol açtıklarını görüyoruz…
Sayın Çelik'in samimiyetinden şüphe etmiyorum, samimiyetsiz olsa, düşüncelerini o şekilde bir üslup kullanarak ve duygu yoğunluğu ile anlatamazdı. Lakin samimi olmak, doğru olmak anlamına gelmez. Merhum bilge terzi Said Çekmegil’in söylediği gibi, ‘’Tenkid İbadettir’’.
Biz Kur'an perspektifi ile hayata ışık tutmaya çalışarak öncelikle kendimizi vahiy ile inşa ederek, örnek şahsiyetler olup, peygamberlerin hayatlarını örnek alarak, Kur'an rehberliği ile yolumuza devam etmeliyiz… Bu bağlamda sayın Çelik'in mezar taşlarına Fatiha yazılmamasından ve anıtlar yapılmamasından şiddetle rahatsız olmasını, gözyaşlarını dökmesini eleştiriyor ve buna eşlik eden insanları hakikate davet ediyorum… Bunları yapanların niyetleri halis olmayabilir, lakin benim değindiğim nokta o zamanki hükümetin bunları ne amaçla yaptığı değil, yapılan, ortada olan mevcut durumun değerlendirilmesi. Konuyu ilgili örnekler ve ayetler ile çok daha uzun ve açıklayıcı tutulabilirdim ancak yazının daha da uzayıp, okuyucuyu sıkmaması açısından bu delillere girmedim… Kuran’ın ‘’ANLAMI’’ bir bütün olarak ele alındığında kâfi gelecektir…
İkinci konu Mehmed Akif...
Prof. Dr. Mehmet Çelik’in ana olarak değindiği ikinci konu Mehmed Akif idi, Çanakkale Savaşı sırasında Mehmed Akif’in sınır komşularına giderek, uluslar arası diyalogları sıcak tutmak adına yetkili kişilere eşlik ettiğini vurguladı. Geceleri aklı Çanakkale’de olduğu için uyuyamadığını, hep sayıkladığını, yanındaki arkadaşı tarafından, onun ağzı ile bize iletti ve şu rivayeti dile getirdi: Yanındaki yetkili kişi Çanakkale Zaferi’ni öğrenince Mehmed Akif’e dönmüş ve müjdeler olsun Akif demiş, Çanakkale’de zafer kazandık. Bunun üzerine Akif donup kalmış, silkelemiş silkelemiş, tek kelime etmemiş, sonra kalkmış 20-25 metre uzağa gitmiş, abdest alarak namaz kılmış, adam itina ile bunu izliyormuş, ilk secdeye gidip kalkmış Akif, sonra ikinci secdeye gidince kalkmak bilmemiş ve saat de tutmuş, tam 22 dakika kalkmamış, hüngür hüngür ağlama sesleri gelmiş, başta sevinçten ağladığını sanmış lakin hıçkırıklar artınca bunun böyle olmadığını anlamış. 22 dakika sonrasında Akif bildiğimiz o meşhur şiir olan, Çanakkale Şehitlerine şiirini getirip yanındaki adama uzatmış… Yani Mehmed Akif secdede iken Çanakkale Savaşı’nın sahneleri gözlerinin önüne serilmiş ve o da secdede iken yazmış bu şiiri… Böyle bir olayı duyan dinleyiciler hüngür hüngür ağlamaya devam etti… Böyle bir olayın olması ne kadar mümkündür, bir düşünelim… Mehmed Akif’i uçurmanın ne anlamı var, aynı olayı bugün Hz. Peygamber için de yapılmıyor mu? Devamında ise Mehmed Akif’e bu halkın yaptığı haksızlıkları güzel bir biçimde dile getirdi Çelik.
Ben tüm konuyu çok güzel özetleyen Üstad Mehmed Akif’in bir beyiti ile son vermek istiyorum:
DOĞRUDAN DOĞRUYA KURAN’DAN ALIP İLHAMI,
ASRIN İDRAKİNE SÖYLETMELİYİZ İSLAM’I…
YA AÇAR BAKARIZ NAZM-I CELİL’İN YAPRAĞINA,
YA ÜFLER GEÇERİZ BİR ÖLÜNÜN TOĞRAĞINA,
İNMEMİŞTİR HELE BU KURAN, BUNU HAKKIYLA BİLİN,
NE MEZARLIKTA OKUNMAK, NE DE FAL BAKMAK İÇİN…