Şükrü HÜSEYİNOĞLU

28 Aralık 2009

BİZİM DE MUNTAZERİLERİMİZ OLMALI

Yazımına başlamış olmakla birlikte “Üç Tarz-ı Siyaset” başlıklı yazıyı bir sonraya bırakıp, Ayetullah Muntazeri’nin vefatı münasebetiyle, bu değerli alimin temsil ettiği siyasi çizgi ve duruşa olan ihtiyacımızı gündeme getirmek ve bu konuda birkaç kelam etmek istiyorum.

 

Bazı kardeşlerimiz başlığa bakıp “Muntazeri bizim değil miydi?” diye sorabilirler. Bu haklı soruya cevap olarak, başlıktaki “biz” zamirini evrensel İslam ailesi anlamında değil, “Türkiyeli Müslümanlar” karşılığında kullandığımı belirtmiş olayım.

 

İmam Humeyni öncülüğünde gerçekleştirilen İran İslam İnkılabı’nın önde gelen emektarlarından olan ve Türkiyeli Müslümanların kendisini, inkılabın ilk yıllarındaki Cuma hutbelerinden oluşan “İlk Hutbeler” adlı eserde yer alan hutbelerinden tanıdığı Hüseyin Ali Muntazeri, İslam cumhuriyetinin teşkilinden sonraki yıllarda inkılabın hedefleriyle çelişir bulduğu kimi uygulamalar karşısında maslahatlar yerine ilkeleri gözeten tutumlarıyla öne çıkmış ve sistemin dışına itilmek pahasına bu duruşunu sonuna kadar muhafaza etmiştir.

 

Muntazeri’nin ilk ciddi çıkışı, 1988 yılında hapishanelerdeki siyasi tutuklulara yönelik baskılara karşı çıkması ve bu tür uygulamaların inkılabın hedefleriyle çeliştiğini deklare etmesi olmuştu. Bunun ardından da başta muhalefet ve basına getirilen kısıtlamalar olmak üzere inkılabın ilke ve hedeflerine aykırı bulduğu uygulamaları açıkça eleştirmekten geri durmadı.

 

Sistemin ikinci adamı ve müstakbel lideri olarak, pekâla maslahatçı ve ertelemeci bir tutumla hareket edebilir ve yanlış gördüğü uygulamalara sessiz kalmayı tercih edebilirdi. Oysa o bunu doğru bulmadı. Reel politikadan ve maslahatçılıktan yana değil, inkılabın uğrunda gerçekleştirildiği İslami ölçü ve ilkelerden yana tavır almayı tercih etti. Denge hesapları yapmak yerine, vicdanının sesine kulak verdi ve İslam inkılabı adına oluşturulan statüko yerine, inkılabın değerlerini bayraklaştırmayı yeğledi.

 

Tabii burada Muntazeri'nin tüm eleştirilerinde haklı ve isabetli, muhataplarının ise hep haksız olduğu gibi bir iddiada bulunuyor değilim, ki olamaz da. Fakat onun, maslahatlar yerine ilkeleri öne çıkaran tutumuna dikkat çekmeye çalışıyorum.

 

Türkiyeli Müslümanlar olarak, içinde bulunduğumuz süreçlerde reel politizmin, pragmatizmin ve maslahatçılığın ayartıcı cazibesine giderek daha fazla muhatap olduğumuz apaçık ortada. Öyle ki, sistemin muhafazakâr kurtarıcılarının birkaç olumlu adımı, birkaç etkileyici çıkış ve sloganı hak ve bâtıla dair tüm bildiklerimizi bize bir anda unutturuveriyor! Yeni Şafak gazetesi ekonomi editörü ve yazarı İbrahim Kahveci'nin geçtiğimiz 20 ağustos tarihli yazısında rakamlarıyla ortaya koyduğu üzere en ileri düzeyde faizci bir ekonomi yönetimine rağmen, kimseden ciddi bir ses yükselmiyor.

 

Cahiliyeden ayrışma iddialarımız, reel politik ve maslahatçılığa verdiğimiz primler yüzünden yerini giderek sinsi bir entegrasyon sürecine bırakıveriyor. Bir önceki yazıda da belirttiğim gibi, Uhud’da zafer aldanmasıyla yerlerini terk eden okçular misali, mevzilerimizi terk ederek demokratik ve liberal söylemler eşliğinde kaçınılmaz bir bozguna doğru canhıraş biçimde koşturuyoruz.

 

Hakka hak, bâtıla bâtıl deme yükümlülüğünden, reel politik adına, maslahatlar hesabına uzak duruyoruz. Cahiliyeyle bütünleşenleri ve bizi de bütünleşmeye çağıranları, vicdanımızın sesine kulak verip çetin hesap günü ile uyarmayı sürdürmek yerine, ortada hak ve bâtıl adına bir mesele kalmamış gibi davranıyoruz.

 

Reel politizme o kadar teslim olmuşuz ki, Afganistan ve Pakistanlı Müslümanların başına bomba yağdıran uçaklara Konya Havaalanı’nın tahsis edilmesine dahi ses çıkarmıyoruz. Bâtılı zail kılmak iddiasından uzaklaşarak, cuntalardan arındırılmış bir tuğyana fit oluyoruz.

 

Bu acı manzara karşısında kimse de çıkıp bir “one minute” çekmiyor! Reel politizm ve maslahatçılık, Türkiyeli Müslümanları ciddi anlamda etkisi altına almış bulunuyor. Nice ölçü ve ilkeler, denge hesaplarına kurban edilmiş görünüyor.

 

İşte bu noktada, ölçü ve ilkeleri her türlü maslahatın üzerinde tutan bir duruşa olan ihtiyaç daha da artıyor. Türkiyeli Müslümanlara, taze bir tanıklığın sahibi olarak, tercihini maslahatlar yerine hep ilkelerden yana koyan Mutazeri gibi öncüler gerekiyor.