Şükrü HÜSEYİNOĞLU

30 Kasım 2012

BİZİM "SANDY KASIRGAMIZ"

Ercümend abinin (Rabbimin rahmeti üzerine olsun), akidevi ve fikri köksüzlüğe dair verdiği bir örnek vardı. Avrupa’da ağaçların fırtınalarda, kasırgalarda kolayca devrildiklerine dair tanıklığını hatırlatır ve Avrupa’da yağmurun bol yağmasından ötürü ağaçların suya kolay ulaştıklarını ve dolayısıyla kök salmaya ihtiyaç duymadıkları bilgisinden hareketle,  akidevi ve fikri köksüzlüğün de benzer bir yüzeysel beslenmeden kaynaklandığını ifade ederdi.

Geçtiğimiz ay içerisinde ABD’de yaşanan Sandy kasırgası ile ilgili haberlerde koskoca ağaçların kökleriyle beraber yerle yeksan oluşlarını izlerken, militarist cumhuriyetten demokratik cumhuriyete geçiş sürecindeki liberal-demokratik değişim rüzgârlarının cazibesine kapılarak, yıllarca savundukları hak-bâtıl ayrışması eksenli tevhidi söylemleri terk eden ve o ağaçlar gibi kökünden kopup devrilen kişi ve çevreleri düşündüm.

Tevhid eksenli hak-bâtıl mücâdelesinde olmaları gereken yerde sebat eden dâvetçilerin tüm ikazlarına ve “Durun! Bu cadde çıkmaz sokak!” nidalarına rağmen, savrulmaların fren tutmaz bir hızda devam ettiğini ise, her geçen gün tanık olduğumuz yeni çıkışlarla, mevcut cahili toplumsal/siyasal işleyişle bütünleşme yolunda atılan yeni cesur adımlar ve bu adımları meşrulaştıran nevzuhur fetvalarla anlamış oluyoruz.

Düne kadar aklımıza-hayalimize gelmeyecek çıkışların, bugünlerde sıradanlaştığını üzülerek müşahede ediyoruz.  Nice çınarların yerle yeksan oluşları, akidevi ve fikri ölüm yatağına düşmeleri karşısında hakkı ve sabrı tavsiye yükümlülüğümüz gereğince bir şeyler söylemeye gayret etsek de, kasırganın gürültüsü karşısında seslerimizi duyurmakta zorluk çekiyoruz.

Hak-bâtıl ayrışmasını esas alan tevhid akidesine sahip olduklarını deklare etmelerine rağmen, son yıllarda, sahip oldukları muhafazakâr akide gereği mevcut olanı (bâtılı) muhafaza ederek hakla bâtılı telif etmeye dayalı bir siyaset takip eden muhafazakâr çevrelerin ardı sıra sürüklenmekte olan refiklerimiz, bu durumu fark etmeleri için yapılan tavsiyeleşmeler karşısında ise kulak tıkama tavrını tercih etmektedirler. Bu tutum da, maruz kalınan kasırganın tahribatının artarak sürmesine sebep olmaktadır.

Hakla bâtılı tefrik etmek esasına dayalı bir din, bu din adına konuşan kimilerince hak-bâtıl uzlaşmasına dayalı muhafazakâr siyaset anlayışının ihtiyacına paralel olarak eğilip bükülmekte, bâtıla, şirke, şirk mabedlerine ve  ritüellerine karşı olan kesin ve keskin tutumu yumuşatılmaya, Yüce Rabbimizin net olarak çizdiği ve Rasulü’nün (s) net olarak örnekliğini yaptığı çizgiler flulaştırılmaya, bulanıklaştırılmaya çalışılmaktadır.

Sahip olduklarını deklare ettikleri tevhid akidesinde sebat ederek, muhafazakâr akide sahiplerine merhametle yaklaşıp onları tevhid akidesine çağırmaları, “Dünya ve ahiret kurtuluşu burada” diyecek bir konumda olmaları gerekenler, ne yazık ki liberal-demokratik değişim kasırgalarına yenik düşmüş, dâvetçilik konumundan dâvetin muhatabı olma noktasına gelmişlerdir.

Düne kadar hiçbir şeyin tevhidden ve dolayısıyla akideden bağımsız olamayacağını ifade eden, bunun kitaplarını, makalelerini yazan kimileri, bugünlerde “Akide ayrı, siyaset ayrı” noktasına kadar gelebilmişse kasırganın etkisi gerçekten büyük olmuş demektir.

Bu nasıl bir akide algısıdır ki, siyaset ve siyaset bağlamında şirk tapınaklarında icra olunan şirk ritüelleri konusunda bile bir sözü olmuyor? Bu nasıl bir akide algısıdır ki, seküler kesimlerin “Din başka, siyaset başka” yaklaşımına benzer şekilde “Akide başka, siyaset başka” argümanına izin veriyor?

Bu nasıl bir akide algısıdır ki, Kur’an’ın temel öğretileri durumundaki, cahiliyeden ilkesel kopuş ve ayrışma, zulmedenlere asla itaat etmeme ve meyletmeme, onların sahte ilahlarına asla tazimde bulunmama, aksine bu sahte ilahalrı yerle yeksan etmek için mücâdele etme ve benzeri Rabbani öğretilerin (Mesela Kâfirun Sûresi’nin) ve Hz. Peygamber’in, şirke dayalı toplumsal / siyasal işleyişler ve müşrik ritüellerle mücâdele ile geçen hayatının siyasetle bağını koparıp atabiliyor?

Şirk mabedlerinde icra olunan müşrik ritüellere dâhil olmaya dair net bir sözü olmayan bir akide algısı, akideyi etkisizleştirmek, akidenin hayatla bağını koparmak, hayatı ve siyaseti akideden bağımsızlaştırarak sekülerleştirmek değil midir?

Her şeye rağmen, maruz kalınan kasırgaların şiddetine rağmen, izzetin ancak Allah’ın, Rasulü’nün ve mü’minlerin yanında olduğu bilinciyle tevhidi duruşlarında sebat edenlere selam olsun!

(Not: Bu yazı ilk olarak iktibasdergisi.com'da yayınlanmıştır.)