Şükrü HÜSEYİNOĞLU

04 Aralık 2007

BU SENARYO, ALFRED HİTCHCOCK'A MI AİT?

İstanbul’da bir matbaacılar sitesinin asansöründe, birlikte yük taşıyan 19-20 yaşlarında iki gencin konuşmasına tanık oldum. Şu cümleler o konuşmadan:
-         Akşamki kavgayı duydun mu? Sokak birbirine girdi..
-         Ben de ordaydım. Satırla çocuğun kafasını yaraladılar ya..
-         Yok ya satırla değil döner bıçağıyla yaralamışlar..
-         Kim yapmış biliyon mu?
-         Kavgadan sonra baktılar ama herkes karıya bağladı. Kimse erkekçe çıkıp ben yaptım diyemedi. Erkeklik bu mu oğlum ya. Yaptınsa yaptım diyeceksin…
Gençler bu dehşet verici konuşmayı yaparken o kadar rahat bir tavır içerindeydiler ki onlar için bu bahsettiklerinin sıradan bir hadise niteliği taşıdığı anlaşılıyordu.
Satırlı, döner bıçaklı kavga kültürünü sıradanlaştırmış ve hatta bunu “erkekliğin” bir göstergesi olarak kutsamış, döner bıçağıyla işlediği “vukuat”ın arkasında durmamayı “karıya bağlamak” argo tabiriyle mahkum edip lanetleyen, bu hadiseyi kendilerinde yaşça büyük olan hiç tanımadıkları insanlar arasında mahalle maçı anlatır gibi anlatan matbaa işçisi iki genç…
Sistemin sahipleri, eserleri olan bu gençlerle ne kadar gurur duysalar azdır! İşte çağdaş Türkiye, işte özlenen çağdaş gençlik!
Liselerde ve hatta giderek ilköğretim okullarında her gün “kız mevzusu” yüzünden kanlı-bıçaklı kavgalar yaşandığını duyuyor, okuyoruz. Okullar alkol ve uyuşturucu çetelerinin kuşatması altında. Her geçen sene alkolizm ve uyuşturucu batağına düşen öğrenci sayısı artış gösteriyor. Fuhşiyyatın her türlüsü gençler arasında yaygınlaşıyor.
Laiklik, çağdaşlık, kamusal alan vs yalan ve dolanlarıyla ilgisini İslami değerlere karşı mücadele etmek üzere programlayan mevcut sistem, laiklik ve çağdaşlık adına ortaya çıkan bu manzaradan memnun mudur, diye merak ediyorum doğrusu…
Ortaya çıkan bu acı manzara Alfred Hitchcock filmlerini hatırlatıyor. Hitchcock’un bazı korku filmlerinde şöyle bir senaryo vardır hani: Bilim adamları laboratuarda kendi kontrollerinde hareket edecek olan güçlü bir insan meydana getirmek için çalışma yürütürler, fakat ortaya kontrol edemedikleri, herkese ve her şeye zarar veren bir canavar çıkıverir. Bunun üzerine bilim adamları kendi eserleri olan bu canavarı yok etmek ve insanlığı bu beladan kurtarmak için çaba göstermeye başlarlar.
Bugün tanık olduğumuz; giderek daha fazla kontrolden çıkan, aile ve toplumdan bağımsızlaşıp birer suç makinesine dönüşen, ne zaman ne yapacağı, hangi suçu işleyeceği kestirilemeyen, ailesine ve topluma umut değil korku ve endişe veren nesil de, mevcut sistemin hedeflediği ve eğitim ve öğretim adı altında aslında “tek tip insan imal etme” amaçlı tam bir öğütüm süreciyle üretmek istediği “çağdaş nesil” ürettiği canavarlardan başka bir şey değil aslında.
Laiklik ve çağdaşlık gibi ithal kavramlar adına İslami değerlere yöneltilen saldırılar ve bir asıra yakın süredir planlı bir şekilde sürdürülen dinsizleştirme operasyonları acı meyvelerini bu şekilde vermiştir, vermektedir ve gidişat böyle olduğu sürece de maalesef vermeye devam edecektir.
Söz ettiğimiz mesele, bir topluma giydirilmiş asırlık deli gömleğinin hikayesidir aslında. Koca bir toplum bu şekilde laiklik, çağdaşlık ve benzeri hiç de yakınlığı bulunmayan bin yılın yabancısı kavramlar adına değersizleştirilmekte, hızla bitişe sürüklenmektedir. Nesiller mankurtlaştırılmakta, batılı kavramlar ve yönelimler adına kitlesel olarak devşirilmektedir.
Tabii İslam’a yar olmasınlar diye değersizleştirilen ve ahlak yoksunluğuna mahkum edilen gençler tıpkı Alfred Hitchcock’un filmlerinde kendilerini imal eden bilim adamlarının kontrolünden çıkan canavarlar gibi sisteme de yar olmamakta, kontrolden çıkmış birer suç makinesi olarak mevcut sistemin de başını ağrıtmaktadırlar. Ne var ki, sistem sanki gençliğin İslam’a yar olmasındansa değer tanımaz birer suç makinesine dönüşmesini tercih ediyor görünmektedir. Nesiller adeta “İslam’a yar olmasınlar da ne olursa olsunlar” anlayışına kurban edilmiş durumdadır.
Manzara çok ürkütücü dostlar, durum çok vahim. Nesiller gözlerimizin önünde yabancılaştırılıyor, değersizleştiriliyor, ellerimizden kayıp gidiyor. Rabbimizin göz aydınlığı olarak bizlere bahşettiği, birer melaike olarak üzerlerine titreyerek büyüttüğümüz çocuklarımız mevcut işleyiş ve gidişatın çarkları arasında önce fıtratlarına sonra da bizlere yabancılaştırılıyor, kontrol edilemez birer canavar haline getiriliyor.
Nesiller alenen ifsad edilip, bir toplum göz göre göre ateşe atılırken, yeryüzünde can, mal, nesil, akıl ve din emniyetini tesis etmek için gönderilmiş bir dinin müntesipleri olarak bizlere çok büyük yükümlülükler düşmektedir. Giderek her yanı saran bu toplumsal yangını söndürmek için koşuşturacak olanlar biz değilsek kimdir?