Şükrü HÜSEYİNOĞLU

26 Mart 2010

BUGÜNE KADAR HELAL MİYDİ?

İnternette haberlere bakarken bir başlık dikkatimi çekti: “Türk’ün Kürt’e, Kürt’ün Türk’e kurşun sıkması haramdır.” Tabii ki çok hoşuma giden bu cümleye kayıtsız kalamazdım. Haber fotoğrafına bakıldığında cümlenin BDP’nin Newroz kutlamalarında sarf edildiği anlaşılıyordu.

 

Hemen haberi açtım. Spotta, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in Diyarbakır’daki kutlama sırasında yaptığı konuşmada bu cümleyi kullandığı aktarılıyordu.

 

Açıkçası Kürt ulusalcı çizgisinin şahin isimlerinden birinin ağzından böylesine güzel bir söz işitmek beni şaşırtmış, hem de sevindirmişti. Ne var ki haberin ayrıntısını okuyunca hayal kırıklığı yaşadığımı belirtmeliyim. Zira Osman Baydemir konuşmasında “Türk’ün Kürt’e, Kürt’ün Türk’e kurşun sıkması haramdır.” demekle yetinmemiş, devamında “Artık birbirimize karanfil uzatmanın vakti gelmiştir.” diye eklemişti.

 

Kısacası hepimizin altına imza atacağımız bu güzelim cümleyi, “artık” ve “vakti gelmiştir” kelimeleriyle kayıtladığı sonraki cümlesiyle bir savaş argümanına, bir çatışma enstrümanına çevirivermişti Baydemir. Bu cümleden Baydemir’in “Bugüne kadar Türk’ün Kürt’e, Kürt’ün Türk’e kurşun sıkması helaldi.” mantığına sahip olduğunu anlamak pekala mümkün. Ki bugüne kadar takip ettiği siyasi çizgi de zaten bunu doğrulamaktadır. Dolayısıyla “Artık” kelimesinin bir dil sürçmesi olmadığı, bilinçli kullanıldığı anlaşılmaktadır.

 

“Kirli savaş”ı helal görmek

 

Osman Baydemir’in sözlerinden, açılım politikaları öncesi ile sonrasına dair bir değerlendirme yaptığı anlaşılıyor. Kürt ulusalcı çizgisinden bir politikacının silahların artık susması gerektiğini kesin bir ifadeyle dile getirmesi her şeye rağmen önemli. Fakat bunu yaparken, bugüne kadar halkın çocuklarının kanları üzerinden kurgulanıp yürütülen karanlık bir savaşı haramlığın dışında tutup meşru gösteren bir yaklaşım sergilemesi kabul edilebilir bir tutum değil.

 

Kürtlerin varlığını inkâr edip onları baskı altına alan sistemle hesaplaşma adına, yıllarca halkın çocuklarını birbirine kırdıran karanlık bir çatışma ortamını sahiplenmek, bunu yaparken de “kirli savaş” söylemlerini dilden düşürmemek Kürt ulusalcı siyasetinin başından beri sürdürdüğü bir çelişki olmuştur. Hem “kirli savaş” söylemlerini dilden düşürmemek, hem de 1983’te ilk kurşun atıldığı yerde yıldönümü kutlamaları yapmak çelişkide başka hangi kelimeyle izah edilebilir.

 

Evet, 1983 yılında başlayıp bugünlere kadar devam eden çatışmalar tam anlamıyla kirli bir savaştır. Bunun böyle olduğu, Ergenekon dâvâsı kapsamında ortaya çıkan bilgilerle daha da bir açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır. Hele Dağlıca ve Aktütün saldırıları ile ilgili ortaya çıkan bilgiler, halkın kanları üzerinde nasıl kanlı hesaplar yapılıp çirkin tuzaklar kurulduğunu gözler önüne sermiş bulunuyor.

 

Kürtlerin anaların ak sütü gibi ak olan haklı taleplerinin, kirli bir savaş içerisinde nasıl kirletildiğini, Kürtleri haklı taleplerinden mahrum eden egemenlerle hesaplaşmak yerine, bu egemenlerle kirli ittifaklar halinde nasıl halkın çocuklarının dağlarda birbirlerine kırdırıldığını Kürtlerin temsilcisi olma iddiasındaki siyasetçiler ne zaman anlayacak?

 

Türk’ün Kürt’e, Kürt’ün Türk’e kurşun sıkmasının haram olduğunu, kirli bir tezgâh sonucu yıllarca bu haramın icra edildiğini itiraf etmek, Kürt meselesinin çözümünde önemli bir aşama olacaktır. Aksi halde bu apaçık haramlığa kayıt koymanın, savaş retoriğinin yeni bir biçimi olmaktan öteye geçemeyeceğini söylemek gerekir.