20-07-2018 00:50

BÜYÜ/SİHİR VE CİNLERLE ETKİLEŞİM KONULARINA KUR`ANİ BAKIŞ

BÜYÜ/SİHİR VE CİNLERLE ETKİLEŞİM KONULARINA KUR`ANİ BAKIŞ
"Nazar" konusundaki mevcut yaygın inancı sorgulayan yazının sonunda, mevcut sihir/büyü inancı ve "cinlerle iletişim-etkileşim" iddialarını da başka bir makalede konu edineceğimi ifade etmiştim. Bilindiği üzere, yaşadığımız coğrafyada bu inanç ve iddialar üzerine bina edilmiş olan devasa bir cincilik, üfürükçülük sektörü söz konusudur. Paganist-muharref kültürlerin, Kur'an merkezli düşünmekten uzaklaşarak tevhidi bilincini kaybeden İslam toplumlarına çeşitli yollarla taşınması sonucu kendini gösteren bu cinci, üfürükçü sektörü, Rabbimizin ancak ve ancak insanlara hidayet rehberi olsun diye inzal buyurduğu[1] Kur'an'ın ayetlerini üfürükçülüğe malzeme yaparak nesneleştirmekte, başta Arap cahiliyesi olmak üzere çeşitli müşrik kültürlere dayalı bu sömürüsüne Kur'an'ı payanda kılmaktadır. Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki, tıpkı nazar inancı gibi büyü/sihir inancı ve cinlerle iletişim-etkileşim iddiaları gibi konulardaki mevcut inanış ve kabuller, Kur'an'ın vaz'ettiği tevhid akidesi ve bu akideye dayalı ölçülere değil, çeşitli paganist ve muharref kültürlerin kabullerini İslam toplumlarına taşımaya matuf olarak üretilmiş rivayetlere ve yanı sıra her devirde toplumlarda kulaktan kulağa yaygınlaştırılan sözüm ona "yaşanmış" hikayelere dayanmaktadır. Kur'ani akide ve ölçülerle söz konusu rivayet ve anlatılara yaklaşılacak ve onların doğruluğu-yanlışlığı bu ilmi düzlemde belirlenecek yerde, söz konusu rivayet ve anlatılarla akide ve kanaat oluşturulma yanlışına düşülmektedir. Demek ki bu konularda doğru anlayışa ulaşmanın yolu; temel dayanak ve çıkış noktası olarak, mevcut tarihsel malzeme (rivayet) ve bugüne dair halk arasında kulaktan kulağa dolaştırılan anlatılar yerine, İslam'ın kendisinde şüphe bulunmayan değişmez temel kaynağı olan vahyin ölçülerini esas almaktan geçmektedir. Bunu yaptığımızda nice rivayetin ve bugünkü halk anlatılarının örümcek yuvası misali bir çırpıda darmadağın oluverdiğini, hiçbir geçerliliği kalmadığını göreceğiz. Yaklaşık 15 yıl öncesinden bir hatıramı paylaşarak konuya giriş yapmak istiyorum. Cinlerle insanların iletişim ve etkileşimi iddiaları üzerine halkın bildiğimiz yaklaşımına sahip bir grup gençle, bu konularda tevhidi çerçevede yaklaşıma sahip olmaya çalışan bir Müslümanın müzakeresine tanık olmuştum. Söz konusu Müslüman, gençlerin cinlere dair ölçüsüz yaklaşımını ölçülendirmek gayesiyle, onların gayb konusunda insanlardan tek ayrıcalıklarının, insanların bizatihi tanık olmadıkları için bilemeyeceği geçmişe dair yaşanmışlıkları bilmek olduğunu, bu sebeple de insanların kayıp eşyalarını bulmak konusunda cinlerden faydalanabileceğini söylemekteydi. Ben sonradan meclise dahil olmuştum, ancak bu konuda dile getirilen apaçık yanlış karşısında susamazdım. Sebe' Sûresi 14. ayeti[2] hatırlatarak, cinlerin bu konuda da insanlardan bir ayrıcalığı olmadığını söyledim ve tabii ki apaçık bu ayetle birlikte, dile getirilen onca düşünce de çökmüş oldu. "Cinci" diye tesmiye olunan bazı kimselerin, cinlerle iletişim-etkileşim halinde oldukları iddiasıyla ortaya çıkmaları ve psikolojik rahatsızlık yaşayan insanların bu durumunu "cin çarpması", "cinlerin musallat olması" şeklinde tanımlayıp onları bu durumdan kurtarmak için cinlerle iletişime-etkileşime geçme iddiaları da, insanlar Allah'ın dinini Kur'an'dan öğrendikleri takdirde örümcek yuvası gibi bir çırpıda yıkılıp gidecek aldatmalardır, hurafelerdir. Nazar, sihir/büyü, rukye gibi konularda da insanlar, tarihte var olmuş çeşitli muharref kültürlerin şirke dayalı inanış ve kabullerini Müslümanlar arasında yaymak maksadıyla üretilmiş rivayetler ve günümüzde "yaşanmış olaylar" adı altında kulaktan kulağa yaygınlaştırılan mesnetsiz anlatılar yerine Kur'an'ı temel dayanak edinmiş olsalar, tüm bu kabuller kolaylıkla yıkılıp gider ve onlara dayalı olarak tesis edilen cincilik ve üfürükçülük sektörleri de müşterisiz kalır. Bu böyle olmadığı, kendilerini İslam'a nisbet eden toplumlar ümmi toplumlar[3] olduğu içindir ki, Kitabullah'ın değil, Kitabullah'ın süzgecinden geçmeyen rivayetlerin, kulaktan kulağa yayılan halk anlatılarının dediği kabul görüyor. Neticede de insanlar, âlemlerin Rabbinden başkalarına ilahlık vasıfları atfetmenin bedelini bu dünyada büyücülere, üfürükçülere yağlı müşteri olmakla ödüyor. Mevcut büyü inanışını, bu inanışa kaynaklık eden rivayetlerin en önemlisi üzerinden anlamaya çalışalım ve Kitab-ı Kerimin bu inanışı ve ona kaynaklık eden rivayetleri nasıl yerle yeksan ettiğini birlikte görelim. Rivayet kaynaklarında Hz. Aişe'nin anlatımı iddiasıyla şu rivayet aktarılmıştır: "Beni Züreyk Yahudilerinden Lebid b. el-A’sam tarafından Hz. Peygamber (s.a.v.)’e sihir yapıldı. Öyle ki, Rasulullah yapmadığı bir şeyi yaptım vehmine düşüyordu. Bir gün benim yanımda iken Allah'a dua etti, sonra tekrar dua etti. Ve dedi ki: Ey Aişe hissettin mi, sorduğum hususta Allah bana yol gösterdi. Hangi hususta Ey Allah'ın Rasulü? dedim. İki kişi bana gelip, biri başucumda, diğeri de ayak tarafımda oturdu. Biri diğerine, Bu zatın rahatsızlığı nedir? dedi. Diğeri, büyüdür dedi. Önceki tekrar sordu: Kim büyüledi? Diğeri: Lebîd İbnu'l-Asâm adındaki Benî Züreykli bir Yahudi diye cevap verdi. Önceki: Büyüyü neye yaptı? dedi. Arkadaşı: Bir tarakla saç döküntüsüne ve bir de erkek hurma tomurcuğunun içine cevabını verdi. Diğeri: Pekala şimdi nerede? diye sordu. Arkadaşı: Zervân kuyusunda cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah, ashabından bir grupla birlikte kuyuya gitti, ona baktı, kuyunun üzerinde bir hurma vardı... Ben, Ey Allah'ın Rasulü! Onu (kuyudan) çıkardın mı? diye sordum. Hayır dedi ve ilave etti: Bana gelince, Allah bana afiyet lütfetti ve şifa verdi. Ben ondan halka bir şer gelmesine sebep olmaktan korktum. Rasulullah onun gömülmesini emretti ve yere gömüldü." (Buhâri, Tıbb, 47, 49, 50; Cizye, 14, Edeb, 56; Bed’ul-Halk, 11; Müslim, Selâm, 43) Allah Rasulü (a.s.)'ın Yahudilerce büyülendiğine ve bu büyünün belli bir süre etkili olduğuna dair buu gibi rivayetlerin İslam düşmanlarınca maksatlı olarak üretildiği çok açıktır. Bilindiği gibi İslam davetinin düşmanları zaten başından beri Allah Rasulü'nün büyülenmiş olduğunu iddia ediyor, onu ve mesajını bu şekilde yıpratmaya çalışıyorlardı. Rabbimiz bu durumu şu şekilde haber vermektedir: "Biz onların seni dinlerken ne sebeple dinlediklerini, kendi aralarında gizli konuşurlarken de o zalimlerin 'Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz' dediklerini gayet iyi biliyoruz." (İsra, 17/47) "Yahut ona bir hazine indirilmeli, yahut kendisinin ürününden yiyeceği bir bahçesi olmalı değil mi? Ve zalimler: 'Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz' dediler." (Furkan, 25/8) Üstelik Rabbimizin "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz, Allah kâfirler topluluğunu doğru yola eriştirmez." (Maide, 5/67) beyanına rağmen Müslümanlar arasında yaygınlaştırılabilmiş olan bu tür rivayetlerle bir taşla birkaç kuş vurulmuş oluyordu. Bir taraftan müşrik ve muharref kültürlerin sihir/büyü anlayışının sözüm ona gerçekliği, bizatihi Allah Rasulü'nün yaşadığı iddia edilen bir olay üzerinden belgelenmiş (!) oluyor, diğer taraftan da Allah Rasulü'nün şahsiyet ve risaletine açık bir gölge düşürülmüş olunuyordu. Yapmadığı bir şeyi yaptım vehmine düşen, başka rivayetlerde namazı ikame edip etmediğini hatırlamaz hale gelen, özellikle son 40 gün içinde büyünün şiddetlenen etkisine maruz kalan (!) bir Allah Rasulü algısı oluşturuluyor, üstelik bu sonucun Yahudilerin eliyle olduğu da iddia edilerek Medine'nin ve Hayber'in intikamı alınmış oluyordu. Allah Rasulü'ne büyü yapıldığına dair rivayetlerin büyünün etkisine dair yönü, büyü ile iştigal eden insanlara gaybi anlamda başka bir insana tesirde bulunma gücü/vasfı izafe edilmesi hasebiyle nasıl ki açık bir şirk inancını ifade ediyorsa, güya büyünün bozulması ile ilgili kısmı da aynı şirk inançlarını ifade etmektedir. Allah Rasulü'ne düşman olan bir Yahudi, onu etki altına alan bir büyü yapabilmektedir (!), fakat Âlemlerin Rabbi, Rasulünü bu etkiden haşa kurtaramamakta, büyünün bozulması için illa ki o Yahudi'nin su kuyusundaki büyünün bulunup imha edilmesi gerekmektedir! Bu tür rivayetlerle, şirk kültürlerinin sihir/büyü anlayışları Müslümanlar arasında yaygınlaştırıldığı gibi, "büyünün etkisinden" kurtulmak için de yine şirk kültürlerinin anlayışları takip edilmiştir. Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de, şeytan dahil hiçbir kimse ve gücün insanlara, kendi iradelerine rağmen bir tesirinin olamadığını/olamayacağını, her türlü korku ve vesvese karşısında da ancak kendisine sığınılması gerektiğini beyan ederken, tarihsel süreçte şirk kültürlerinin etkisiyle hem büyü işiyle (insanları çeşitli illüzyonlarla tesir altına almak ve yanıltarak iradelerini yönetmek) iştigal edenlerde gaybi bir tesir gücü vehmedilmiş, hem de bu "tesir gücü" karşısında Âlemlerin Rabbi'ne değil, başka büyücülere yahut en "masumu" olarak başta Felak ve Nas Sûreleri olmak üzere Allah'ın ayetlerine sığınma anlayışına yönelinmiştir. Oysa, kendilerine sığınılan, okunmalarıyla vehmedilen çeşitli "gaybi tesirlerden" korunulacağı düşünülen bu iki sûre, sığınılması gereken her ne kötülük ve korku varsa onlardan ancak âlemlerin Rabbi'ne sığınmayı öğreten birer Rabbani reçeteden ibarettir. Zaten baştan sona Kur'an'ın vaz'ettiği tevhid akidesine aykırı, müşrik kültürlere ait bir sihir/büyü anlayışını ifade eden söz konusu rivayetlerin daha baştan bu yönleriyle reddedilmesi gerekirken, bunun da ötesinde Allah Rasulü'nün korunmuş şahsiyet ve risaletine açık bir bühtan olma yönü bile dikkatlerden kaçırılmış ve rivayet kitaplarına alınma talihsizliği gösterilmiştir. Şurası çok açıktır ki, sihir/büyü, nazar, rukye gibi konularda rivayet kaynaklarında yer alan tüm rivayetler, tıpkı Allah Rasulü'ne büyü yapıldığına dair rivayetler gibi müşrik kültürlerin bâtıl kabullerini Müslümanlar arasında yaymaya yönelik maksatlı üretilmiş rivayetlerdir. Sihir/büyü, Bakara Sûresi 102. ayette bildirildiği üzere, insanları çeşitli illüzyonlarla tesir altına almayı ve onların iradesini bu yolla yönetmeyi, onları birbirine düşman etmek, aralarını açmak gibi neticeler elde etmeyi amaçlayan bir iştigal alanıdır. Büyüye ve büyücülere bunun ötesinde bir anlam ve tesir gücü izafe etmek açık bir şirktir. Sihir/büyünün tüm özeti, çeşitli göz boyacılık yöntemleriyle insanları tesiri altına almaya çalışan sihirbazların bu yöntemlerine gerçek/gaybi bir tesir gücü izafe eden, o şekilde bir inanışa sahip olan insanların bizatihi kendilerini bu olduğu varsayılan tesire psikolojik olarak teslim etmesiyle kendini gösteren bir illüzyon süreci olmasıdır. Tıpkı şeytanın insanlar üzerinde gerçek anlamda bir gücü/tesiri olmaması, ancak kendisine tâbi olan, ürettiği illüzyonlara/vesveselere gerçekmiş gibi inanan insanlar üzerinde tesir sahibi olabilmesi gibi.[4] Bize düşen, akide ile doğrudan ilgili bu konularda, tarihsel verileri ve halk anlatılarını değil, Kur'an'ın beyanlarını ve bu beyanlara dayalı tevhid akidesini esas almaktır. Kendilerini İslam'a nisbet eden toplumların söz konusu şirk ve sömürü bataklığından kurtulmalarının tek yolu budur. Yeniden Kur'an'a dönmekten başka çıkar yolumuz yoktur. DİPNOTLAR: [1] Nahl, 16/64 [2] "Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimizde, onun ölümünü, bastonunu yiyen ağaç kurdundan başka onlara gösteren olmadı. Böylece o yere yıkılınca, anlaşıldı ki cinler eğer gaybı biliyor olsalardı aşağılayıcı azabın içinde kalmazlardı." (Sebe', 34/14) [3] "İçlerinde bir takım ümmiler vardır ki, Kitab'ı bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar." (Bakara, 2/78) [4] "Sana uyan azgınlar dışında, senin kullarım üzerinde hiçbir hâkimiyetin yoktur." (Hicr, 15/42)
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !