Özcan ŞABUDAK
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNİ ANLAMAK
Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistemde yaşanan boşlukları doldurmak üzere Ortadoğu’dan başlayarak yeniden yapılandırılmaya tâbi tutulan dünyanın, bu yapılandırma sürecinin baş aktörü olan ABD’nin belirlediği düşmanının adı net olarak belirginleşmemiş olsa da, şimdilerde İslam dünyası ve uzak bir gelecekte ise Çin olduğu anlaşılıyor. Sovyet bloğunun çözülmesi ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, tüm dünyada ABD’nin büyük bir güç ve tahakküm arzusuna kapıldığı bir döneme girildi. 90’lı yıllara damgasını vuran bu eğilim, 2000’li yıllarda daha da güçlendi ve bu süreç adeta hegemonyadan imparatorluğa geçiş olgusuna dönüştü. Amerikalı uzmanların ve siyasetçilerin ortaya koydukları hedef, dünyanın kendi çıkarları ve amaçları doğrultusunda tek yanlı olarak egemenlik bölgelerine ayrılması ve sadece fiili tehlikelerin değil, çok uzun vadede ortaya çıkabilecek risklerin ve tehditlerin de önleyici hamlelerle bertaraf edilmesi idi.
ABD topraklarında 11 Eylül 2001 yılında yaşanan bir dizi saldırı, ABD’nin tek yanlı harekete geçme planları için bir fırsat sayıldı. Böylece eski düşman Sovyetler Birliğinin yerine ikame edilmek üzere aranan yeni düşman da bulunmuş oldu: Terör. İlk olarak Afganistan teröre destek olduğu gerekçesi ile işgal edildi. Gerek savaşa gidilen süreçte gerekse işgalle birlikte, pek çok sınır aşıldı. İnsan hakları, hukuk, egemenlik ilkesi ve daha pek çok kural yok sayıldı ve ihlal edildi. Ardından Irak’a savaş açıldı. Bu kez gerekçeler daha da temelsiz idi. Irak, ABD saldırganlığın ve hukuksuzluğunun ilk örneği değildi elbette. Ama uluslararası meşruiyetin bu derecede yok sayıldığı ilk savaş oldu.
Bush yönetiminin 11 Eylül ile birlikte geliştirdiği “önleyici saldırı” (pre-emptive strike) teorisinin Afganistan’dan sonra Irak’ı hedef almasının nedenini anlamak zor değildir. Irak yönetimi ABD açısından uzun yıllardır sorunlu bir profil çiziyordu. Bush yönetimi, seleflerinin aksine, ambargo ve yaptırım politikasıyla ya da kısa süreli operasyonlarla Irak’ı hizaya getirme çabasını sürdürmek yerine, sorunu kökten çözmeye yöneldi.(1) ABD için Irak, komşuları için tehdit oluşturan, kitle imha silahları edinmeye çalışan ve halkını diktatörlük altında ezen “terörist” bir devlet idi. Dolayısıyla devrilmeliydi.
Elbette Irak’ın saldırıya uğraması için, bu sayılanların hiçbiri hukuki bir gerekçe teşkil etmiyordu. Zaten Irak ile ilgili olarak ortaya atılan iddiaların aslısız olduğu daha sonraki zaman diliminde daha net olarak anlaşılmıştır. Fakat 21. yüzyılı Amerikan yüzyılı yapmak şeklinde ortaya çıkan Amerikan rüyasını hukuki gerekçeler ya da uluslararası kurallar değil, ABD’nin ihtiyaçları ve amaçları belirleyecekti.(2) Irak ise, hem Amerikan dayatmalarına kafa tutan tavrı hem de İsrail için tehdit oluşturması ve stratejik önemi ile petrol kaynakları yüzünden, Iraklılar’a bırakılamayacak kadar önemliydi. Üstelik çok zayıf, yani ABD’nin dişine göre bir hedefti. Bush yönetimi, Afganistan’dan sonraki ikinci adımında kendisine yine kolay bir hedef seçerek yayılmacı yürüyüşünü istikrarlı bir şekilde devam ettirme kararlılığındaydı.
ABD’nin dünya ekonomisinin %31’ini tek başına kontrol ettiğini ve teknoloji için yaptığı yatırımın 270 milyar dolar, savunma sanayisine ayırdığı bütçenin ise 435.5 milyar dolar olduğunu düşündüğümüzde, Amerikan kapitalizminin son yıllarda içinde bulunduğu ekonomik çıkmazı aşmak için sadece siyasetin yeterli olmadığını, aynı şekilde askeri gücü de devreye sokmak ihtiyacını hissettiğini görmekteyiz.(3)
ABD’nin işgal sonrasında Irak’ta karşılaştığı direniş ve bu direniş hareketlerinin ABD’yi zor durumda bıraktığı bir anda, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile karşılaştık. ABD bir ürün pazarlama mantığıyla Ortadoğu için bir sihirli formül olarak BOP’u sunuyordu. BOP’un temel vaadi, bölgenin demokrasiye ve terörden kurtarılarak istikrara kavuşturulması idi. Genel hatları ile BOP, Ortadoğu coğrafyasında demokrasi, özgürlük, kadın hakları gibi bugüne kadar oluşmamış modernleşme kimliğini inşa etme amacını simgelemekteydi. ABD’nin bu hususlarda samimi olup olmadığını anlamak için çok gerilere gitmek gerekmemektedir. ABD’nin son kırk yıl içinde takip ettiği politikaların tahlili bu ülkenin samimiyetine şüphe düşürecek niteliktedir. Zira bölgede geçmişteki demokrasi girişimlerinin en büyük engelleyicisi olan ABD’nin, İslam dünyasındaki baskıcı yönetimlerin oluşmasındaki payı ve desteği büyüktür. Bölgede sürekli olarak her türden dikta yönetimini, darbecileri, sultanları, emirleri, şeyhlikleri destekleyen ve hamiliğini yapan ABD’nin, bugün demokrasi misyonerliğine soyunması kuşkulu bir nitelik taşımaktadır.(4)
Öncelikle BOP’un yeni bir proje olduğu ve işgal sonrasında yaşanan zorlukların ortaya çıkardığı bir acil eylem planı olarak algılanmaması gerekmektedir. Çünkü bu projenin geçmişi 11 Eylül’den daha öncesine dayanmaktadır. 1995 yılında bu projenin bir benzeri ABD’de tartışılmış ve bazı kişiler 2000 yılında Ortadoğu kavramının yeniden tanımlanarak genişletilmesini istemişlerdir. 11 Eylül’den sonra proje düşüncesi büyük ivme kazanmış olup Afganistan ve Irak işgalleri de bu proje genelinde düşünülmelidir.(5)
ABD, BOP girişimini askeri konuşlandırmada önceliklerin değişeceğini ifade ederek ilan etmektedir. Çünkü Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Batı ve Orta Avrupa’da büyük bir ordu bulundurma zorunluluğu ortadan kalkmış ve askeri güçleri güneye kaydırma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Diğer yandan ABD, bu girişimi bir demokratikleşme projesi olarak savunmaktadır. Başkan yardımcısı Dick Cheney Davos’taki Dünya Ekonomik Forum’unda yaptığı konuşmada, bu girişimin demokratikleşme boyutunun altını çizerek, Afganistan’dan Fas’a kadar uzanan coğrafyada kadın hakları, siyasi katılım, hukuk devleti, ekonomik açılım gibi konularda yapılacak reformların arkasında olduklarını ifade etmiştir.(6)
ABD’yi BOP türünden senaryolara iten iki temel neden söz konusudur. Bunlardan birincisi, ABD ekonomisinin ve onun önderliğindeki küresel kapitalizmin dayandığı çıkmazı aşmak, ikincisi ise nihai mal ve hizmet satışı ile üretim girdisi temini anlamında yeni bir Pazar yaratmak amacıyla Ortadoğu’nun yer altı zenginliklerini ve ticari potansiyellerini ABD sömürüsüne dahil etmektir.(7) Bu nedenle ABD’nin bölgedeki ekonomik çıkarlarını muhafaza etmesi ve özellikle de enerji kaynakları üzerindeki hakimiyetini devam ettirebilmesi için Ortadoğu üzerindeki hegemonyasını sürdürmesi gerekmektedir.(8) Bunun yanı sıra ABD’nin, kendi kapitalizmine meydan okuyacak yeni bir kapitalizm çeşidinin Çin eksenli bir coğrafyadan yükselmesinin de önüne geçmek amaçlanmaktadır.
ABD, Fas’tan itibaren Doğu’ya uzanan tüm ülkeleri Ortadoğu diye nitelendirmekte ve bu bölgeyi kontrol etmek istemektedir. Bu açıdan projenin üç temel amacı vardır:(9)
a) Bölgenin ABD ve küresel sermayeye uygun şekilde dönüştürülmesi, enerji kaynakları denetiminin ele geçirilmesi.
b) Toplumsal yapıların ekonomik kalkınmaya açık ve yönetimlerin Batı sistemine uygun hale getirilmesi.
c) Güvenliğin sağlanması, terör odaklarının kurutulması ve İsrail’in güvenliğinin garanti altına alınması.
BOP bir bakıma, ABD’ye meydan okuyacak siyasi ve ekonomik güçlerin yeni bir dünya sistemi oluşturarak ortaya çıkması olasılığının önüne geçmek için tasarlanmış uzun vadeli siyasi ve ekonomik bir projedir.(10) Projenin asıl amacının gizlenmesi için ABD tarafından ileri sürülen gerekçeler ise Ortadoğu’ya demokrasi getirmek ve bölge halklarını medeniyete kavuşturmak şeklindedir. Bu davranış tarzı, klasik sömürge döneminde İngilizlerin ve Fransızların Afrika’yı ve Uzakdoğu’yu sömürürken öne sürdükleri “medeniyet götürme” iddialarını hatırlatmaktadır. Bu dönemde söz konusu iddialar birer meşrulaştırma aracı olarak kullanılmaktaydılar. Buna göre Avrupa dışında kalan ülkeler barbar ve ilkeldiler, dolayısıyla bunların medenileşmeye ihtiyaçları vardı. Aynı davranış tarzı bugün ABD tarafında kullanılmakta ve demokrasi ile insan hakları gibi kavramlar ABD’nin işgallerini meşrulaştırmaya yaramaktadır.
Geniş anlamda ABD’nin amacı, Asya eksenli bir başkaldırının önünü kapatmaktır. Bu açıdan anahtar bölgeyi Ortadoğu oluşturmaktadır. Nitekim mevcut egemen dünya sistemine, Batı medeniyetine direniş gösterebilen tek kültür havzası burasıdır. Şu anda Ortadoğu coğrafyasının durumu ne kadar kötü gözükürse gözüksün, potansiyel anlamda Batı medeniyetinin dışında kalabilmiş farklı ve bağımsız İslam medeniyeti hâlâ tehdit olarak görülmektedir. Bu nedenden dolayı ABD Ortadoğu’nun sadece ekonomik açıdan değil, değerler sistemi açısından da modern dünya sistemine dahil edilmesi gerektiğine inanmaktadır. Uzun dönemde kültürel anlamda İslam medeniyetinin Batı medeniyetini tehdit etmesi ihtimali, BOP’un bu bölgede aynı zamanda zihinleri dönüştürmeye yönelik bir proje olduğunu da göstermektedir.
Dipnotlar:
(1) Rıdvan Kaya, “Irak’ta İşgal ve Ortadoğu’nun Geleceği”, (Yayınlanmamış Makale Taslağı), s.5.
(2) “ABD’nin En Büyük Hayali Büyük Ortadoğu Projesi”, Akşam, 14 Mayıs 2004
(3) “ABD’nin En Büyük Hayali Büyük Ortadoğu Projesi”, Akşam, 14 Mayıs 2004
(4) William Safire bu durumu “Paradoksal olarak Türkiye’de demokrasinin gelişimi, ittifakta belirsizlik unsurlarına yol açıyor.” biçiminde net olarak ifade etmiştir (New York Times, 16.01.2003) . Nitekim bu tespit 1 Mart tezkeresinin reddiyle doğrulanmıştır. Aynı zamanda Ortadoğu’da demokrasinin yaygınlaşmasından yana olan ABD’nin, son dönemlerde Türkiye’de kamuoyunda yükselen anti-Amerikancı eğilimlerden duyduğu rahatsızlığı hükümete yönelik bir şantaja dönüştürmesi de manidardır. Aktaran Rıdvan Kaya, s. 7.
(5) Daniel Neep, “Dilemma of Democratization in the Middle East”, The Forward Strategy of Freedom, Fall 2004, s. 2.
(6) Ayşe Kadıoğlu, Radikal İki, 21 Mart 2004, s. 8.
(7) Öztürk, İbrahim, “Büyük Ortadoğu Projesinin siyaset ve İktisat Felsefesi”, www.turkistime.org
(8) ABD’nin petrole karşı çok büyük bir zafiyeti vardır. Petrolünü dışarıdan almaya devam etmemesi durumunda, ABD’li enerji uzmanlarının tahminine göre ABD’nin petrol kaynakları 2012 yılında tükenecektir. “ABD’nin En Büyük Hayali Büyük Ortadoğu Projesi”, Akşam, 14 Mayıs 2004
(9) Hüseyin Gür, “Büyük Ortadoğu Projesinin Siyasal ve Ekonomik Hedefleri”, Bilim ve Gelecek, Haziran 2004, Sayı: 4, s.28.
(10) ABD eski dışişleri bakanı Henry Kissinger’ın yaptığı öngörüye göre, 2010-2015 yıllarında ABD tek başına dünya patronu olmayacak, bunun yerine altı tane bölgesel güç çıkacaktır. Bunların arasında Avrupa birliği, Rusya, Çin, Hindistan, Japon eksenli Pasifik bölgesi yer almaktadır. Dolayısıyla askeri operasyonlara baktığımızda, ABD’nin kurduğu merkezlerin tüm bu noktalarda yoğunlaştığı görülmektedir. ABD 10-15 yıl sonrası için hazırlıklar yaparak siyasi ve ekonomi tedbirler almaktadır. Mahir Kaynak, BOP ve Türkiye Üzerine Stratejik Analizler, İstanbul: Truva Yayınları, 2004, s.30.
KAYNAKÇA
Akşam, “ABD’nin En Büyük Hayali Büyük Ortadoğu Projesi” 14 Mayıs 2004
Gür, Hüseyin, “Büyük Ortadoğu Projesinin siyasal ve Ekonomik Hedefleri”, Bilim ve Gelecek, Haziran 2004, Sayı: 4, s.27-31
Kaynak,Mahir, BOP ve Türkiye Üzerine Stratejik Analizler, İstanbul: Truva Yayınları, 2004
Kudüs Dergisi, “Büyük Ortadoğu projesi ve İslam”, Kış 2004, s.122-123
Kaya, Rıdvan, “Irak’ta İşgal ve Ortadoğu’nun Geleceği”, (Yayınlanmamış Makale Taslağı)
Kadıoğlu, Ayşe, Radikal İki, 21 Mart 2004
Neep, Daniel, “Dilemma of Democratization in the Middle East”, The Forward Strategy of Freedom, Fall 2004
Öztürk, İbrahim, “Büyük Ortadoğu Projesinin siyaset ve İktisat Felsefesi”, www.turkistime.org