Şükrü HÜSEYİNOĞLU

06 Ekim 2013

CAMİ–CEMEVİ VE CAMİ-AVM

Birisi toplum mühendisliği, daha ötesi din mühendisliği ürünü bir “proje”, diğeri ise temelde kapitalizmle İslam’ı tefrik edememe gibi bir zihin sığlığına dayansa da neticede bir müteahhidin işgüzarlığı olan bu iki girişimin aynı yankıyı uyandırması beklenmezdi tabii ki.

Toplumsal/siyasal hesaplamalara dayalı bir “din mühendisliği” projesi olan Cami–Cemevi birlikteliği girişiminin toplumda, medyada, siyasette makes bulup tartışılması, buna karşılık neticede bir müteahhidin ferdi girişimi olan Cami-AVM birlikteliği fikrinin onun kadar makes bulmaması doğal. Ancak hiç gündem edilmemesini, tepki doğurmamasını doğal karşılamadığımı ifade etmek isterim.

Bunda, kapitalizmin dünya hayatını insanların zihninde olabildiğince cazipleştiren kurgusu ile baskın bir kültür olduğu gerçeği ve bu baskın kültürün dönüştürücü – ifsad edici niteliğinin gereğince kavranamamasının etkili olduğunu düşünüyorum. Tabi AVM mefhumunun bu çerçevede neye tekabül ettiğinin, AVM’lerin tam olarak ne olduğunun kavranamamış olması da bu etkiyi pekiştiren bir husus. Yakın geçmişte bir tüketici derneği tarafından gündeme getirilen AVM’lerde mescid talebi de, bu kavramama halinin tezahürlerinden biriydi.

İslam’ı da, kapitalizmi de kendi bütünlüğü içinde değerlendirmeyen, hakikati parçalayan ve her şeyde hakikatten bir parça arayan postmodern sabitesizliğin, postmodern kılavuzsuzluğun, parçalanmışlık ve şaşırmışlığın kaçınılmaz neticeleriydi bunlar.

Yeni Akit gazetesinin 23 Eylül Pazartesi günkü nüshasında, Avrupa İslam Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Şerafeddin Kalay’la “Cami-Cemevinin aynı avluda buluşturulması projesi” konusunda bir söyleşinin[1] yayınlandığı gün, aynı gazetenin ekonomi sayfalarında başka bir söyleşiye yer veriliyordu. Bir İnşaat firmasının sahibiyle, firmanın Eyüp’te temelini atmaya hazırlandığı AVM inşaatı ve onun hemen yanı başında inşa edeceğini duyurduğu 4 bin-5 bin kişilik cami konusundaki bir söyleşiydi bu.[2]

Pazartesi söyleşisinde “Cami-Cemevi” projesi konusunda sıkı bir muhalefet kendisini gösterirken, ekonomi sayfasındaki söyleşide ve söyleşinin sunumunda “Cami-AVM” projesi heyecan verici bir gelişme olarak aktarılmaktaydı.

Öncelikle şunu belirtelim ki, uzun süredir gündemde olan “Dinler arası diyalog” projesinin de yürütücüsü olan çevrenin öncülüğünde gerçekleştirilmekte olan “Cami-Cemevi” projesi, meseleye salt, Sünnilerle Aleviler arasındaki önyargı duvarlarının yıkılması için iki kesimin ortak bir mekanda (cami ve cemevinin açıldığı avluda) buluşabilmesi gibi insani ilişkiler açısından yaklaşan Ahmet Taşgetiren gibi yazarların aksine, Mümtaz’er Türköne, Hüseyin Gülerce gibi isimlerin konuyla ilgili yazıp söyledikleri, bu projenin, tıpkı “Dinler arası diyalog” projesi gibi, hakikatin çokluğu anlayışı temelinde her türlü hakikat iddiasını meşru gören postmodern dinsel çoğulculuk anlayışına dayandığını, toplumsal bir tanışma ve dayanışma zemini oluşturmanın ötesinde, Cami ile Cemevini hakikat açısından eşitleyen bir mantıkla hareket edildiğini göstermektedir.

Türköne’nin, “Cami-cemevi projesi, Alevîlerin “eşit haklar” talebini karşılayan dev gibi bir adım. Alevilik, dışlanmak veya yok sayılmak yerine, Sünnî inanç ile eşit statüde saygın bir mevkiye yerleştiriliyor” ifadeleri, projenin mahiyeti özetler nitelikte.[3] Bunun anlamı şudur:  Sünnilik ne kadar hakikat ise, Alevlik de o kadar hakikattir. Oysa, mezhepler üstü bir çizgide, Kur’an’a ve Nebevi Sünnet’e dönüşü savunan çizgide olan bizler açısından bakıldığında dahi, Sünnilikle Aleviliğin aynı zeminde görülüp değerlendirilmesi mümkün değildir. Zira Sünnilik tarihsel olarak bünyesine sirayet etmiş çeşitli hurafe ve yanlış algılara rağmen Kur’an ve Sünnet’le bağını korumuş, temelde Kur’an ve Sünnet’i referans alan bir anlayışı ifade etmektedir. Oysa bugün Aleviliğin, Kur’an ve Sünnet’le bağının, içi boşaltılmış belirli sembol ve kavramlarla sınırlı olduğu ve daha çok Şamanizm ve benzeri pagan kültürlerin etkisini taşıyan eklektik bir kültür olarak yaşatıldığı görülmektedir. Sünnilik ve bu arada Şiilik, mabed konusunda Hz. Peygamber’in mescidine denk gelen cami geleneğini sürdürürken, Aleviliğin cemevinin bu tür bir İslami dayanağı, referansı yoktur.

“AVM ve Cami” projesine gelince… Yazının başında bunun nasıl bir kavrayamama durumunun yansıması olduğunu belirtmeye çalışmıştık. Kapitalist tüketim biçiminin, onunla beslenen ve onu besleyen bir “yaşam biçimi”ne dönüştürülmesi için tasarlanmış, bunun için de “Alışveriş ve Yaşam Merkezi” olarak nitelendirilmiş ışıltılı, devasa yapılardır AVM’ler.  Tüketim ve eğlence eksenli kapitalist “yaşam biçimi”ne göre tasarlanmış kurgusu ve işleyişleriyle, ticaret merkezleri olmanın çok ötesinde tam anlamıyla bir mabed işlevi görmektedirler.

İşte böylesi bir yapıyı inşa edip, onun yanına da 4 bin-5 bin kişilik bir cami kondurmak, camiyi de AVM’yi de anlamamış olmanın, aslında birbirine zıt ve alternatif iki mabedi yan yana dikme çelişkisinin neticesidir bize göre. Cami-Cemevi projesine haklı olarak karşı çıkılırken, Cami-AVM projesine tepkisiz kalmanın temelinde de, AVM meselesini kavrayamamış olmanın, onu ticari bir faaliyet alanından ibaret görme yanlışının yattığını düşünüyorum.

Yazının sonunda,  2009 Haziran ayında, Tüketiciler Birliği tarafından “AVM’lere mescid açılması” yönünde başlatılan kampanyaya dair kaleme aldığım ve Haksöz Haber sitesinde yayınlanan “AVM’lerde İbadethane Yokmuş!” başlıklı yazımı paylaşmak istiyorum:

Bugüne kadar başta boykot kampanyaları ve helal gıda konusundaki çalışmaları olmak üzereönemli hizmetlere imza atmış olan Tüketiciler Birliği, hafta başında bir rapor açıkladı. Rapor, kapitalist tüketim tarzı ve buna dayalı yaşayış biçiminin sembolü haline gelen ve "AlışverişMerkezleri" (kısaltmasıyla AVM) olarak ifade edilen mekânlarla ilgili bir araştırmanın sonuçlarınıiçermekteydi. İstanbul’daki 65 adet ve Anadolu’nun çeşitli illerindeki 34 adet AVM'de gerçekleştirilen araştırmada, söz konusu yerlerde "ibadethane" ve bebek emzirme odası gibi sosyal mekanlara yer ayrılıp ayrılmadığı konu ediliyordu ve açıklanan rapor da bu konudaki sonuçları içermekteydi.

Rapora göre, araştırmaya konu olan toplam 99 adet AVM'nin 44'ünde "ibadethane" bulunmuyor. Tüketiciler Birliği işte bu sonucu ciddi bir sorun olarak görüp rapor haline getirerek kamuoyuyla paylaşıyor ve "yaşam merkezlerinde yaşamak imkansız" şeklinde şikayette bulunuyordu. Tüketiciler Birliği Genel Başkanı Nazım Kaya'nın raporu kamuoyuna duyurmak için düzenlediği basın toplantısında yaptığı AVM tanımı ise şu şekildeydi: "Son yıllarda ülkemizde sayıları hızla artan AVM'ler tüketicinin rahatça alışveriş yapmalarının yanında sundukları yaşam alanları ile de önemli bir görev üstlenmektedirler."

Evet, bugüne kadar, kapitalist tüketim çarklarına karşı mücadele etmek gayesiyle varolduğunu düşündüğümüz Tüketiciler Birliği'nin AVM'ler konusundaki yaklaşımı böyle. Birliğe göre, AVM'ler iyi güzel de, tek sorun, lutfedip bünyelerinde bir ibadethaneye yer vermemiş olmaları! Bunu da yapsalar ne hoş, ne faydalı yerler olacak şu AVM'ler!

Yayınladıkları bu raporla, Tüketiciler Birliği'ni yöneten arkadaşların "din" ve "ibadet" kavramları ile ilgili algılarının ne kadar sığ ve ne kadar hayattan kopuk olduğunu anlamış bulunuyoruz ne yazık ki. Anlaşılan bu arkadaşlar "Dört Terim"i hiç okumamışlar! Okumuş olsaydılar, kapitalizmin tapınaklarında İslami ibadethane talebinde bulunma çelişkisine düşmezlerdi.

İslam, kapitalist "yaşam merkezleri"nin bir odasına sıkıştırılacak/sığdırılacak bir ritürel dini değildir, önce bunu iyice anlamalısınız beyler! Gündeme getirdiğiniz "AVM'lerde ibadethane" meselesiyle, kitlelerin gözünde, AVM denen kapitalist tapınakları sıradanlaştırdığınızı ve meşrulaştırdığınızı, buna karşılık, kapitalist tuğyana ve sömürüye karşı insanlığın yegâne sığınağıolan İslam'ı salt bir ritüel dini olarak takdim ederek iddiasızlaştırdığınızı bilmelisiniz.

İslam asla embedded (iliştirilmiş) bir din olarak görülemez, bu tür bir muameleye tabi tutulamaz. O, Allah'ın ölçüleri dışındaki tüm anlayış ve ideolojilere reddiyeyi müntesipleri için temel şart kılan bütüncül bir hayat nizamıdır. Hayatın tamamını bir kulluk (ibadet) olarak tanımlayan (51/56; 67/2) İslam, vakit namazlarını da, kulluğun (hayatın) âlemlerin Rabbi yüce Allah için olması, O'na has kılınması şuurunun (6/162) gün içindeki sembolik ifadesi olarak farz kılmış bulunmaktadır. İslam'dan ve onun ibadet veya ibadethane mefhumundan söz edecek birinin öncelikle bu temel ölçüleri bilmesi gerekir.

AVM'lerde ibadethane yokmuş! Hadi canım oradan, külahıma okuyun siz bunu! AVM'ler baştan sona bir ibadethane zaten, ne demek AVM'lerde ibadethane yok! Bu tapınaklarda mescid olmaması gayet doğaldır. Birer kapitalist tüketim mabedi olan AVM'lerin doğasına uygun olan budur.

Hipodromlar, stadyumlar nasıl birer tapınaksa, AVM'ler de aynı şekilde birer tapınaktırlar. Üstelik yukarıda da belirttiğimiz gibi, tüm AVM'ler form ve işleyiş olarak birbirlerinin birer kopyasıdurumundadırlar. Niçin? Çünkü aynı kültürün, aynı anlayış ve yaşayış tarzının ürünü ve alanlarıdır.

Türkiye'ye ilk olarak 80'li yılların sonunda Ataköy'de inşa edilen "Galeria" adlı AVM ile giriş yapan bu tarz, şimdilerde her tarafta mantar gibi türeyen yüzlercesiyle insanların sadece alışverişalışkanlıklarını değil, hayat algılarını ve yaşayış biçimlerini de değiştiriyor, biçimlendiriyor. Kapitalizmin arzu ettiği, "ânı yaşayan", hiçbir aşkın kaygısı bulunmayan, bolca alışveriş yapıp tüketen ve eğlenceyi hayatın anlamı haline getiren "tek tip" insan türü buralarda yetişiyor.

Kapitalist tüketim kültürünün, sınır tanımayan eğlence anlayışının, teşhirin, kısacası batının süflî kültür ve yaşayış tarzının, tamamı aynı format ve işleyişe sahip olan tapınakları durumundaki AVM'lerde İslamî ibadet için yer talep etmek, İslam'ı ve İslam'ın ibadet kavramını gereğince anlayamamanın ifadesi olabilir ancak. Tüketiciler Birliği'nden, bu konudaki yaklaşımını gözden geçirmesini beklemek hakkımız olsa gerek.


[1] Hüseyin Kulaoğlu ile Pazartesi Sohbetleri, 23 Eylül 2013, Yeni Akit

[2] İbrahim Acar, Eyüp’e AVM ve 5 bin kişilik cami, 23 Eylül 2013, Yeni Akit

[3] Mümtaz’er Türköne, Marjinalleşen Parazitler, 13 Eylül 2013, Zaman