Çarşaf, kadını özgürleştirdiği için tercih edilmişti
Çarşaf giyen kadın, bir arkadaşa ihtiyaç duymadan yalnız başına sokağa çıkabiliyordu. Yani çarşaf kadını ikinci sınıf haline getirmiyor, kamusal alana çıkmasını kolaylaştırıyor, yani özgürleştiriyordu.
Artık o kanaate vardım ki, biz ne kendi tarihimizi, ne de çevremizde dönen dünyanın tarihini biliyoruz. Giyim kuşamı ele alan hemen her yazı, Osmanlı padişahlarının kadınların açık saçık giyinmelerini nasıl yasakladığını ama kadınların yine de bu yasaklara uymadıklarını döşenebiliyor.
İşte III. Ahmed’in kısıtlayıcı fermanı, işte III. Selim’in İngiliz kumaşından mamul ferace giymelerini yasaklayan emr-i âlisi… Ve nihayet şu meşhur, II. Abdülhamid’in sözde çarşafı yasaklaması.
Geçen hafta bir belgenin nasıl okunmaması gerektiğine dair örnekler vermiş ve sizi belgeyle yüz yüze getirmeyi denemiştim. Bazı okurlarımın, ‘İyi de ne diyor bu belge? Hiçbir şey anlamadık’ yollu sitemlerinden çıkardığım sonuç şu ki, çıplak, yani yorumsuz belge kördür. Hep belge, belge diyoruz ya, işte belge. Ancak yine de yorum isteniyor. Ne demek istiyormuşum. Ne diyeyim, bir tek Hakan Aygün anladı beni; sunduğum belgenin sanıldığı gibi çarşafı yasaklamadığını, tam tersine Şeriata aykırı giysileri yasakladığını yazdı ki, doğrusu da buydu.
Ancak Soner Yalçın’ın Hürriyet’te çıkan, çarşafın Hititlerden geldiğini ‘kanıtlayan’ yazısını nasılsa atlamışım. Büyük kayıp. Yalçın, bu ibretlik yazısında güya çarşafın İslamiyet’le alakası olmadığını ispatlayacak ya, onu Anadolu’nun eski sakinlerine kadar postalıyor. Hani hiç fena fikir değil. Demek ki çarşaf bazılarının iddia ettikleri gibi ‘çöl Arapları’ndan gelmemiş, sütbesüt Anadolu kökenli bir giysiymiş! E o zaman neden karşı çıkıyoruz ki Anadolu’nun bu öz icadına?
Latife bir yana, sanıyoruz ki, Avrupalı kadınlar eskiden beri açıktı. Kimsenin kılık kıyafetine karışılmıyordu. Kapalılık bize mahsustu. Tam tersine, şunu rahatlıkla ileri sürebiliriz ki, Lady Craven adlı kadın seyyahın dediği gibi, Osmanlı kadını, Batı’daki hemcinslerine göre ‘daha özgürdü’. ‘Neden?’ diye soracak olursanız, iki cevabım var.
İlki, Craven’a bakılırsa, bir Osmanlı paşasının karısı, kocasıyla beraber olmak istemiyorsa yapacağı tek şey, terliklerini harem kapısının önüne bırakmakmış. Ne var ki, 19. yüzyıl İngiltere’sinde kadınların böyle bir ‘cinsel özgürlükleri’ bulunmuyormuş!
İkincisi ise İsviçre’nin Basel Yönetimi, kadınların giyimini 16. yüzyılda en katı biçimde belirlemiş ve yasakları tam 2 asır uygulamış; nitekim 1727 yılında kadın giyiminin nasıl olması gerektiği konusunda tam 41 toplantı yapmıştı. Mesela 1728’de Zürih şehir konsili, kadınların boynunun açıkta bırakılmasını ‘son derece tahrik edici…, Tanrı’nın hiç hoşuna gitmeyecek bir fiil’ olarak ilan etmiş ve yasaklamıştı.
‘Artık şu çarşafın tarihine gelseniz sayın tarihçi. Bir haftadır parmaklarımız havada, Zürih’i mi bekledik?’ diyorsanız haklısınız, geldim. Tam oradayım.
1. Çarşafın Osmanlı kadınının tek dış giysisi olduğu bir yanılsamadır. Ferace, bürgü ya da bürük, yeldirme, ehram, car, maşlah gibi birçok kıyafetleri vardı. Bunlardan maşlah, genellikle mesirelerde giyilirdi. Yeldirmeyi köylü kadınlar giyerdi ve bugünkü başörtülü ve pardesülü kadın giyimini andırırdı. Ehram bugün Erzurum ve Urfa gibi yerlerde hâlâ giyilir. Bürük veya car ise çarşaftan farklıdır. Ferace, ağzı örten yaşmakla tamamlanan, özellikle İstanbul kadınlarının uzun yüzyıllar boyunca giydikleri bir giysiydi vs.
2. Çarşaf beyazdan siyaha kadar pek çok renkte olurdu. En bilinenleri siyah, lacivert, mor, güvez rengi ve nefti idi. Gençler arasında mavi, turkuvaz, yeşim ve leylak rengi tercih edilirdi. Şam’ın sırmalı, yanar döner çizgili çarşafları meşhurdu. Yani tek bir çarşaf renginden söz edilemez.
3. Tek bir çarşaf modelinden de söz edilemez. ‘Car’ denilen (Arapçadaki ‘izar’ kelimesinden bozma) tek parçadan oluşan dikişsiz dört köşe bir kumaşa sarınmak da, biri baş ve vücudun üst kısmını dizlere kadar örten pelerin ile belden ayaklara kadar inen eteklik ve bunu tamamlayan peçe şeklindeki giysi de çarşaf olarak adlandırılıyor. Velhasıl, tek bir çarşaf türü yok, çarşaflar var.
4. Osmanlı’da kadınlar başından beri çarşaf giyiyor değillerdi. Peki ne zaman ve nasıl geldi çarşaf? Bu konuda bazı tanıklar, ilk çarşafın İstanbul’a Suphi Paşa’nın Şam valiliği sırasında ve onun harem kadınları tarafından 1871’de geldiğini söyler. Bu oldukça geç bir tarihtir. Bunu başlangıç olarak alsak bile Cumhuriyet ilan edildiğinde çarşafın Türkiye’deki ömrü yarım asra zar zor ulaşmış bulunuyordu. Ferace karşısında yaygınlaşmasının ise 1890’lara doğru gerçekleştiğini görüyoruz. Nitekim bize Osmanlı kadın tarihiyle ilgili değerli bilgiler bırakan Leyla Saz, 1878’de İstanbul’da ferace giyildiğini, ilk çarşafı, eşinin valiliğe tayini üzerine Trabzon’a gidince diktirdiğini ve İstanbul’a dönüşünde kadınların çoğunun çarşaf giymeye başladığını görüp şaştığını anlatır. Yani aslında çarşaf, onu yasakladığı söylenen Abdülhamid döneminde yaygınlaşmıştır!
5. Peki çarşafın Osmanlı şehirli kadınları tarafından tutulmasının sebebi neydi? Belki şaşıracaksınız ama ilk gösterilen sebep, modaydı! Yani bir çarşaf modası başlamış ve İstanbul kadınları ferace-yaşmağı bırakıp çarşaf ve dallı yemeniden peçe ile sokağa çıkmaya başlamışlardı. Kabarık kollu elbiseler giyinen kadınların ferace ile rahat edemedikleri için çarşafı tercih ettiklerini söyleyenler veya ucuzluğunu ileri sürenler varsa da, bence asıl sebep başka. Leyla Saz’ın kanaatine katılıyorum: O zamanın âdeti gereği kadınlar sokağa yalnız başlarına çıkamazlardı. İşte çarşaf giyen kadın, bir arkadaşa ihtiyaç duymadan yalnız başına sokağa çıkabiliyordu. Yani çarşaf kadını ikinci sınıf haline getirmiyor, kamusal alana çıkmasını kolaylaştırıyor, yani özgürleştiriyordu.
Bundan çarşafın kadını köleleştirmediği, tam tersine, bizzat kadınlar tarafından tercih edildiği ve kamusal alanda özgürleştirici bir işlev yüklendiği sonucunu çıkarabiliriz. Tutulmasının gerçek sebebi buydu. Ayrıca peçenin kadına ‘görünmeden dikizleme’ gibi sosyal ilişkilerde mutlak bir avantaj temin ettiği gerçeğine neden gözlerimizi kapatalım? Belki de CHP’nin 1935 Kurultayı’nın çarşaf ve peçeyi yasaklatmaya çalışmasının altında, onun iktidarın gözetleme mantığını çürüten bu müthiş direnç boyutu yatıyordu.
(Mustafa Armağan / Zaman Pazar)