Şükrü HÜSEYİNOĞLU

30 Mart 2018

ÇİFTLİK BANK OLAYI, KUR'AN'I KABİRLERDE OKUYUN FERMANI VS

İnternetteki kişisel sayfamda sâbitelerimize ve güncele dair yaptığım değerlendirmelerin bir kısmını, belli periyodlarla birarada paylaşmaya devam ediyorum. İşte Mart ayının ikinci yarısındaki gündemlere ve bu arada tabii ki sâbitelerimize dair kimi değerlendirmelerim:

Bugün toplumda tesettürsüzlük almış başını gidiyorsa, namaz gibi dinin direği mesabesindeki bir ibâdet bile toplumun yüzde 80'inin gündeminde yoksa,
Bu sonucun ortaya çıkmasında, Allah'ın dinini kaale almayan, Allah yokmuş gibi sorumsuz, salt hayvanlar gibi biyolojik bir hayat yaşayan fertlerin öncelikle kendi sorumluluğunun yanı sıra,
Hedefe giden her yol meşrudur Makyavelist mantığıyla hareket ederek İslam'ın ölçü ve şiarlarını kitleler nezdinde sıradanlaştıran "cemaat" ve partilerin etkisi büyük olmuştur.

Hedefe giden her yolu meşru görerek, İslam'ın şiarlarını insanların gözünde sıradanlaştıranları, tesettürü, namazı büyük hedefler uğruna gerektiğinde terk edilebilecek teferruata indirgeyip beş paralık edenleri, nihayetinde Âlemlerin Rabbi beş paralık eder.
F. Gülen örneği bu gerçeğin ibretlik bir vesikası olmuştur.

Müslümanın söylem ve eylemleri tepkiselliğe değil bizatihi İslam'ın ölçü ve öğretilerine dayanmalı.
Zira tepkisellik her zaman insanı hak ve adaletten uzaklaştırma riski taşır.
Tepkiselliğin nasıl yanlış sonuçlar doğurduğuna bir misal olarak "Ne mutlu Müslümanım diyene" sözünü verebiliriz.
1930'ların Alman nazizmi ve İtalyan faşizminin akıl ve iz'an dışı öğreti ve sloganlarının buraya uyarlanmış bir versiyonu olan "Ne mutlu Türküm diyene" sloganına tepki olarak bazı Müslümanların dile getirmekte olduğu işbu "Ne mutlu Müslümanım diyene" sloganı kulağa hoş gelse de Kur'an'la açıkça çelişen bir slogandır.
Zira Kur'an'da Rabbimiz, dünya ve âhiret mutluluğunu Müslümanım diyenlere değil bizatihi Müslüman olanlara vadetmekte, "İman ettim, Müslümanım" demekle, bu iddialarında sınanmadan insanlar için kurtuluşun/ebedi saadetin olmayacağını bildirmektedir.

Mehmed Akif'in "Doğrudan Kur'an'dan alarak ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı" mısraları İflas Holding'in Türkiye adlı gazetesi yazarı Rahim Er'in çok zoruna gitmiş.
Bu zat son yazılarında Mehmed Akif'e, Seyyid Kutub'a, Mevdudi'ye edepsizce saldırıyor.
Bunların Akif'in mısralarından rahatsız olmaları ve Kutub'a, Mevdudi'ye saldırılarının sebebi açık: 
Şayet insanlar Kur'an'a yönelirlerse artık ne bunlar "İhlas Finans" ve benzeri şebekeler kurup insanları din adına söğüşleyip sonra da gidip o paraları Sibel Can'a, Seda Sayan'a yedirebilir, ne de başkaları yanmayan kefene müşteri bulabilir.

Laik-kapitalist düzen tarafından "Söz konusu olan para ise gerisi teferruattır" akidesiyle yetiştirilmiş fertlerin, Çiftlik Bank vurgununda olduğu gibi dolandırma ve dolandırılma işleriyle gündeme gelmesi sıradan bir olaydır.

Çiftlikbank adlı şebekenin vurgununun sanılandan büyük olduğu ve para kaptıranların da 78 bin değil en az 132 bin kişi olduğu açıklandı.

Bu arada bir yığın daha benzeri şebekenin varlığı ortaya çıktı. Anadolu Farm, Sütbank gibi.
Paraya tamah eden ve emeksiz kolay yoldan zengin olmayı hedefleyen bir toplum olunca bu tür şebekeler de eksik olmaz tabiatıyla. Talep-arz meselesi yani.
Tıpkı emeksiz, cehdsiz-cihadsız cennet inanışının cübbeli-cübbesiz yığınlarca din tüccarı ortaya çıkardığı gibi.
Yunus Sûresi 100. ayet her şeyi anlatıyor.

ABD ve Avrupa, casus kriziyle Müslümanlara ve tüm dünyaya şunu söylemiş oldular:
"Müttefikimiz İngiltere'nin iki casusu, on yıllardır koalisyon güçleri adı ve NATO çatısı altında bizlerin, ayrıca Rusya'nın, Çin'in, siyonist rejimin, Esed gibi canilerin katlettiği yüzbinlerce Müslümandan kıymetlidir."

Batının (Batı zihniyetinin) ne kadar alçak, ne kadar insanlık dışı olduğunu bugüne kadar anlamayanlar umarım casus krizinde yaşananlar sonrası bunu anlamışlardır.
Kendileri Afganistan, Irak, Yemen, Suriye gibi coğrafyamızda sadece son 17 yıl içinde milyonlarca mazlumu katlettikleri gibi, Esed rejimi gibi dikta rejimlerinin kendi halklarına yönelik kıyımlarını, Rusya, Çin gibi doğulu emperyalistlerin ayyuka çıkan insanlık suçlarını görmezden gelen, siyonist işgal rejiminin katliamlarını ise bizatihi destekleyen ABD ve Avrupa ülkeleri, İngiltere'nin iki casusunu zehirlediği iddiasıyla Rusya'ya nasıl da cephe aldılar.
Halen bu alçakların demokrasi, laiklik gibi değer(siz) yargılarına öykünen içimizdeki gavur zihniyetliler utansın.

Laik-Kemalist devlette yöneticiler değişir fakat paradigma değişmez:
Yıl 1944, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'dan Osman Y. Serdengeçti'ye: "Öküz Anadolulu, sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz."
Yıl 2018, Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan partisinin Giresun Kongresinde Kur'an okuyan gençlere: "Gençler, onları siz bana bırakın. Bunları inşallah kabristanlarda okuyun. Ama siyasi bir toplantıda bunları bize bırakın. Nerede neyi okuyacağımızı iyi bilelim. Bize eyvallah. Siz onları bize bırakacaksınız. Tamam mı? Buralara nasıl geldiğimizi de iyi bilelim. Türbede miyiz, camide miyiz, bunları ayıracağız."

Rabbimizin hiç kimseye torpil yapmadığının ve hidayetin neticede bireysel bir tercih meselesi olduğunun en büyük kanıtı şu:
Adamın adı Muhammed (şu Suud veliaht bozuntusunu kastediyorum), doğup büyüdüğü yer Rasulullah (a.s.)'ın memleketi. Ne var ki İslam'dan hiç nasibini almamış.
Diğer tarafta Avustralya'da doğup büyümüş Rubin, Amerika'da doğup büyümüş Joshua, Almaya'da doğup büyümüş ve üstelik hayatını İslam düşmanı bir aşırı sağcı siyasetçi olarak geçirmiş Arthur Wagner, Japonya'da doğup büyümüş Kyoko vs vs araştırıp İslam'la şerefleniyorlar ve hayatlarına İslam'ı hâkim kılıyorlar.
Evet, İslam bir ata mirası değil, tercih meselesidir. Müslüman olmak da ciddiyetle gayret göstermeyi gerektiren bir iştir.

ABD Kudüs'ü başkent ilan edince 40 küsur ülkeyi İstanbul'da toplayıp ciddi bir gündem yapan iktidar niçin Doğu Guta'nın tam anlamıyla yıkılıp nihayet napalm bombalarıyla sığınaktaki insanlara kadar yakıldığı aylar boyunca kılını kıpırdatmadı?
Ve neden Türkiye'deki İslami (!) kamuoyunda bu konuda iktidara yönelik bir eleştiri yok?
İktidara ve onun gündemlerine bu kadar angaje olmak Müslümanlara yakışıyor mu?

Bu devletle bizim akidemiz her alanda taban tabana zıt.
Mesela bu devlet "Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır" akidesine sahip ve bu yüzden kerhaneden aldığı vergi dahi ona göre "kutsal".
Biz Müslümanlara göre ise ancak helal yoldan kazanılmış kazanç kutsaldır.

Son 16 yılın özeti:
AKP'nin ampulü, az bir kısmı müstesna Müslümanların önce gözlerini, ardından gönüllerini ve giderek de akidelerini kamaştırdı.
Akideleri kamaşanlar için bu saatten sonra nasuh bir tevbe dışında geri dönüş imkânı görünmüyor.

"ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM), ABD'nin İncirlik ve Katar'da bulunan El Udeyd hava üslerinden ayrılacağına ilişkin haberlerin gerçeği yansıtmadığını açıkladı."

Kısacası diyorlar ki, Türkiye ve Katar'ı kullanıp yapacak daha çok katliamımız var. Lânet olsun, zalimlere ve işbirlikçilerine.

Sadece bugün ve hepsi de muhafazakâr medyada yer alan üç haber ve bir tesbiti paylaşmak istiyorum. Yoruma gerek yok. Sadece "Ey Müslümanımsılar! Halen de uyanmayacak mısınız?" demekle yetiniyorum:

-Başbakan Binali Yıldırım'ın Yeni Akit'in 1. sayfasında yer alan dünkü (24 Mart 2018) Cuma çıkışı açıklaması: “ABD, Suriye’deki birtakım yanlışlarına rağmen halen müttefikimiz, NATO da ortağımızdır.”
-Sağlık Bakanlığı'nın 2012'den bu yana LGBT denilen sapkınlara dernekleri aracılığıyla her yıl ücretsiz olarak onbinlerce ...rvatif dağıttığı, sadece 2017 yılında 80 bin adet dağıtım yaptığı haberi.
-Mütesettir bir hanıma metro istasyonunda tükürüp hakaret eden İslam düşmanının mahkemece serbest bırakıldığı haberi.
-Tv Net'te akşam Afrin operasyonu ve sonrasına dair çeşitli konukların yer aldığı Gündem Özel adlı programda Salih Yılmaz adlı bir konuğun üstelik olumlayan bir bakış açısıyla İdlib konusunda söyledikleri: "Rusya Türkiye'yi İdlib konusunda sıkıştırıyor. Bu konuda yapılan bir anlaşma var. Türkiye ve Rusya İdlib'e yönelik ortak bir operasyon yapabilir."

Afrin'i anladık, Münbiç'i de anlıyoruz da, onun yanına İdlib'i niçin katıyorsun onu anlamak mümkün değil. İdlib'de kimi kimden kurtaracaksın? 
Yoksa Piton'la "Al Afrin'i, ver İdlib'i" anlaşmanız mı var?

Bakara Sûresi 256. ayetin (ki bu ayete "temel iman/akide ayeti" diyebiliriz) mesajı çok açık:
Dinde zorlama yoktur, fakat kaypaklık, belirsizlik, çok kutsallılık, hak-bâtıl eklektisizmi de yoktur.
Doğru ile yanlış, hak ile bâtıl birbirinden apaçık ayrılmıştır. Âlemlerin Rabbinin yolu, insanlar için belirlediği istikamet ve ahkâm da ortadadır, tağutların yollları, dünya görüşleri, ideolojileri de.
Bunların arasını bulmaya çalışmak, hakla bâtılı sentezleyerek yol bulmaya kalkışmak apaçık dalalettir.
Kim tağutları ve onların insan hevasına dayalı ideolojilerini kesin bir akideyle reddeder ve Âlemlerin Rabbinin insanlar için belirlediği hayat nizamına tâbi olursa, Rabbini ve O'nun dinini tasdik etmiş ve kurtulmuştur.
Bunun dışındaki tüm tercihler apaçık bir dalalet ve ziyandır.

Enteresan değil mi? 
Son yıllarda Müslüman olduğunu söyleyen insanlara bile, armut sandıkları yabani meyvenin armut olmadığını ispatlamaya çalışmak zorunda kalıyoruz.
Aslında bir isbata da gerek olmadığı, her şey ayan beyan ortada olduğu halde, yine de kimse sözden anlamıyor, "Hayır kardeşim bu armut" deyip diretiyor insanlar.
Oysa Bakara Sûresi 256. ayette Rabbimizin buyurduğu üzere doğru ile yanlış apaçık şekilde birbirinden ayırd edilmiş durumda.
Yine de yabani meyveyi armut diye yemekte ısrar edenlere diyecek bir şey yok: "Afiyet olsun!"

Afrin operasyonuna İslami anlamlar yükleyenler, Afrin’den gelen “Başbuğ Atatürk’ün askerleri burada” pozuna iyi baksın.
Baştan beri söylüyoruz; Afrin operasyonu ulus-devlet açısından kaçınılmaz bir operasyondu. Bunun ötesinde anlamlar yüklemek İslam'ı araçsallaştırmaktır diye. 
Fakat bu gerçekleri artık dünün muvahhidlerine bile anlatamıyoruz.

Geçtiğimiz günlerde, "gömleğini" çıkarmamışlar ile 2001 yılı itibariyle çıkardığını deklare eden Milli Görüş bakiyesi kesimler arasında bir tartışma yaşandı.
Bu tartışmanın mahiyeti, Milli Görüş düşünce ve akımının, mevcut cahiliyeden akidevi/ilkesel ayrışmaya dayalı köklü bir İslami dönüşüm yerine, temelde bu cahiliyeyle bütünleşen ve fakat onun bünyesinde kimi yapısal değişimler gerçekleştirmeyi hedefleyen, kısacası İslami değil sağcı-muhafazakâr bir yaklaşıma sahip olduğu gerçeğinin ibretlik bir misalini teşkil ediyordu. 
SP Genel Başkanı Temel Karamolllaoğlu'nun "İflas etmiş bir ülke haline geliyoruz. Çanakkale köprüsüne para bulunamıyor" sözlerine karşılık, AKP destekçisi Akit gazetesinin yöneticisi ve yazarı Ali İhsan Karahasanoğlu, "1915 Çanakkale Köprüsü ve Otoyolu Projesi’nin 2 milyar 265 milyon euro tutarındaki kredisi için finansman sağlandı. Finansmanın yüzde 70’i olan 1 milyar 582 milyon euro yabancı finans kuruluşlarından ve geri kalan 683 milyon euro Türk bankalarının yabancı şubelerinden geldi" haberini büyük bir gururla paylaşıyor ve şunu yazıyordu:
"Temel Abi’nin yerinde ben olsam.. İntihar etmek Allah’ın yasakladığı fiillerden olmasaydı.. Çanakkale Köprüsü’nün yapılmasına şunun şurasında ne kaldı ki! demeden.. Gider Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden atlardım.."
Görüldüğü gibi Milli Görüş kesimleri arasındaki tartışma "Kredi bulunamıyor", "Hayır bulundu, hem de çoğu yabancı bankalardan" tartışmasından ibaret.
O "kredi" dediklerinin Rabbimizin "Allah ve Rasulüyle savaşmak" olarak nitelendirdiği faiz olduğunu, alınan o faizli borçların kendi deyimleriyle küresel ve yerli "faiz lobilerini" palazlandırdığını konuşmuyorlar, "kredi" bulunup bulunmadığı üzerinden birbirleriyle kapışıyorlar.

Politikacılar seçim meydanlarında, parti kongrelerinde ayet okumaya kalkıştığında bir kişi kalkıp da şu ayet-i kerimeyi okusa ve "Kur'an nutuk malzemesi olsun diye değil, kendisiyle hükmedilsin diye indirildi" gerçeğini hatırlatsa bir daha kolay kolay öyle bol keseden ayet okumaya cesaret edemezler:

"Şüphesiz biz Kitabı hak ile indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği biçimde hüküm veresin. Hainlerin savunucusu olma." (Nisa 105. ayet)

İslam'da "kandil gecesi" diye bir şey olmadığı, Ramazan ayı içindeki günü tam olarak bilinmeyen Kadir gecesinden başka da belirli bir mübârek gece bulunmadığı (Kur'an'la, namazla ihya edilen her gece Mü'min için mübârek gecedir) yıllardır bu topluma onbinlerce defa ekranlar da dahil çeşitli platformlarda söylendi, izah edildi.
Sonuç: Toplum bildiğini (daha doğrusu atalardan devraldığını) okumaya devam ediyor. İşittiği doğrular ise bir kulaktan girip diğerinden çıkıp gidiyor.
Ne diyelim: Atalarının değil Rablerinin dinine talip olanlara, tüm gecelerini Kur'an'la, namazla ihya edenlere selam olsun.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Akkuyu'nun temelini Putin'le birlikte atacağız" açıklamasından bir gün sonra işgalci Rusya İdlib'de 16 evladımızı okullarında katletti.
Afrin'de sivillere zarar vermeden operasyon yapmak güzel de, İdlib'de ve Doğu Guta'da sürekli masum kanı döken Putin gibi eli kanlı işgalcilerle kankalık yapmak nasıl bir vicdanın eseri?
Ah şu ulusal çıkar putu…

Nasıl ki iş adamları sektör analizleri yapıp yükselen sektörlere yatırım yaparlarsa, politikacılar da anketlerle toplumsal eğilim analizleri yapıp yükselen eğilimlere oynarlar.
Politikacıları, anketler öyle öngördüğünde haza Müslüman olarak görebileceğiniz gibi, üç-beş ay sonra Kemalist, bir süre sonra liberal-küreselci, çok geçmeden milliyetçi görmeniz işten bile değildir.
Kısacası politikacıların sâbitesi, değişmeyen bir kıblesi yoktur. Bunları yazmamım sebebi ise, politikacıların kendileriyle birlikte toplumu da rüzgâr gülüne çevirme etki ve kabiliyetleridir.

Müslümanların yol haritasını ayetler,
Politikacıların yol haritasını ise anketler belirler.

TSK ve ÖSO, PKK-PYD tarafından Afrin merkezine dikilen "Demirci Kawa" heykelini/putunu yıkınca muhafazakâr gazetelerin "Putlarını devirdik" manşeti atması ne kadar enteresan değil mi?
Kimse de kalkıp şunu sormuyor: "Peki bizim meydanlarımızdaki putlar ne olacak?"

Milliyetçi ve ulusalcı faşist zihniyetliler umarım Afrin operasyonu sonrası "Araplar bizi arkadan vurdu" masalını terk ederler.
Şimdilerde el üstünde tuttukları ÖSO'nun çoğunlukla Arap gençlerden oluştuğunu bilmezden gelmezler herhalde. Tıpkı dillerinden düşürmedikleri Çanakkale'de, Kut'ul Amare'de, Filistin cephesinde, Yemen'de onbinlerce Arab'ın Osmanlı askeri olarak Türklerle, Kürtlerle, Çerkezlerle vs omuz omuza savaştığı gibi.
Bugün BAE prensleri nasıl ki Araplar içinde küçük bir grubu teşkil ediyorsa dün de Şerif Hüseyin öyleydi. 
Gel de bunu ırkını put edinmiş faşist zihniyetlilere anlat.

Rusya halkı yüzde 76'yla Piton'u yeniden seçmiş. Kısacası Çeçenistan'da, tüm Kafkasya'da ve Suriye'de işlediği onca insanlık suçuna rağmen liderlerinin arkasında durmuş.
Almanlar da öyle yapmıştı, sonuna kadar Hitler'in arkasında durmuştular. Bedelini de 2. Dünya Savaşında çok ağır ödediler.
Ulusal çıkarlarını putlaştıran ve bu uğurda tüm insani ve ahlaki ölçüleri yok sayıp zalimlerin ardında duran toplumlar kendi elleriyle kendi helaklarını hazırlamaktadırlar.
"...Onlara Allah zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlar." (Al-i İmran, 117)
"Allah onlara zulmediyor değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı." (Tevbe, 70)

60'lı yıllarda başlayan tevhidi bilinçlenme süreciyle birlikte "Türkiyecilik"ten, sağcılık, muhafazakârlık, devletçilik gibi modern cahiliye anlayışlarından arınma yoluna giren ve 90'lı yıllarda net-berrak İslami kimlikle ciddi bir temsiliyet ortaya koymaya başlamış olan Türkiyeli Müslümanların önemli kısmının,
28 Şubat sonrası gelen AKP dönemi ile birlikte, bu parti üzerinden mevcut cahiliye düzenine entegre olma yoluna girerek yeniden 60'lı yılların öncesi algı ve anlayışlara rücu etmeye başlaması (irtica), ibretlik bir vakıadır ve gelecek nesiller tarafından mutlaka bir ibret vesikası olarak değerlendirilecektir.
Tevhid akidesiyle, modern ve geleneksel her türlü cahiliyeden ve her türlü cahili otorite ve tüzel kişilikten beri olma bilincine ulaştıktan sonra, Kur'ani/Nebevi ölçülerden koparılmış bâtıl bir maslahat algısıyla o cahiliyeye yeniden rücu etmek ne büyük bir aldanış ve ne büyük bir ziyandır.

Nasıl ki bozuk saat günde iki kez doğruyu gösteriyorsa, sağlam bir saat de bazen tekleyebilir ve zamanı yanlış gösterebilir.
Mehmed Akif'in, başkomutanı Alman Liman Von Sanders olan, İttihatçıların idaresindeki Çanakkale ordusunu "Bedrin aslanları"na benzetmesi örneğinde olduğu gibi.

Mümin, adı üstünde emin olan ve emin olunandır.
Allah'tan ve onun dininden (insanlar için belirlediği hayat nizamından) emin bir iman üzere olmak ve son nefese kadar böyle kalmak yerine,
Sağa-sola savrulmak, milliyetçi, sosyalist vb yönelimlerden arınmamış bir portre sergilemek emin-mü'min kişiliğin oluşmadığı ve oturmadığının kanıtıdır.
Oysa Rabbimizin Kur'an'daki ilk emirlerinden biri şuydu:
"Ve'r rucze fehcur / Her türlü ruczden (itikadi, ameli, ahlaki kirlilikten) hicret et." (Müddessir, 5)
Şimdilerde ise Müslümanlar arasında haktan rucze doğru tersine bir hicret yaşandığını görmek bizleri üzmektedir.

Hani son yıllarda "İslam'ın devlet gibi bir hedefi, davası yoktur" gibi nevzuhur safsataları dillendirmeye başlayan Müslümanımsılar var ya,
İşte onlar Suriye'de yaşananlar ve Afrin operasyonuna bakıp ibret almalı ve yeryüzünde Rabbimizin sözünün hâkim kılınması davasına gölge yapmaktan vazgeçmelidirler.
Türkiye bir ulus-devlet olarak ulusal bütünlüğüne yönelik tehdit karşısında nasıl ki birçok riski göze alarak Afrin operasyonunu gerçekleştirmişse,
Şayet dünyada bir İslam devleti olsaydı, mesela Haleb'in içindeki mazlumlarla birlikte yerle bir edilip kâfir Esed diktası ve destekçilerinin eline geçmesine ve şimdilerde Doğu Guta'daki büyük kıyıma seyirci kalmaz, çeşitli riskleri göze alıp askeri gücüyle mazlumların yardımına koşardı.
Türkiye'nin ise Haleb ve Doğu Guta konusunda yaptıkları ortada: Müslüman-mazlum kıyımı yaşanırken, o kıyımın faillerinden olan Rusya ve İran'la birlikte Astana ve Soçi'de barış illüzyonu sergilemek.

Günlerdir "Çiftlik Bank" vurgunu konuşuluyor.
Peki milyonlarca kişi asgari ücretle geçinmeye çalışırken, para satarak sürekli yüzde 200, yüzde 300 kârlar açıklayan diğer bankların, bankaların vurgunları ne zaman konuşulacak?

Müslüman olmak öçülü olmak demektir.
Müslüman olma iddiasındaki insanlara ölçüsüzlük hiç yakışmadığı gibi, Müslümanlık iddialarını da zaafa uğratıyor.
Afrin'in TSK ve ÖSO tarafından PKK-PYD'den temizlenmesine sevinelim fakat sevindirik olup "İslam ve Müslümanların zaferi" havasına girmeyelim. Ki bazı arkadaşlar şimdiden bu havaya girmiş.
Bizim bu konudaki tutumumuz, Rum Suresinin başındaki öğretiye dayanır.
Konuyu "Rum ordusunun Sasani'yi yenmesine sevinmek" ölçüsünün dışına taşırmak ve olmayan İslami anlamlar yüklemeye kalkışmak hakla bâtılı birbirine bulamaktır, bâtıla hak elbisesi giydirmeye çalışmaktır.
TSK 95 yıldır hâkim olduğu Anadolu'ya İslam'ı mı hâkim kılmış ki Afrin'e kılacak? Lütfen ölçülü olalım, akidevi duruşumuzu güncel duygusallıklara kurban etmeyelim.

"Saray mollalığı" nasıl bir şeydir sorusunun cevabı için ta Emevi dönemine gitmeye gerek yok.
Muktedir "İslam'ın laiklikle sorunu yoktur" fetvası (!) verdiğinde suspus olan, fakat aynı muktedir hükümlerin güncellemesinden söz ettiğinde, bunu vazife addedip toplanarak çalıştay yapan ve deklarasyon yayınlayan 81ilin müftüsüne bakmak yeterlidir.

Çiftlik Bank tezgâhıyla 70 bin kişiyi dolandıran eleman var ya. Bir tesis (!) açılışında sunucu onu genç yaşta İstanbul'u fetheden Sultan Mehmed'e benzetip Fetih marşından şu dizeleri okuyor ve o da mest oluyor: 
"Sen yürüyeceksin, millet de yürüyecek arkandan."
Hakikaten de öyle oldu, o yürüdü millet de yürüdü arkasından! Sonuç?

İnsan hayatta bazen zor olanı başarır (!) ya hani. Boş kalenin dibinden topu dışarıya atmak gibi. Aslında insanın ebedi kurtuluş ve mutluluk yurdu olan cenneti kazanamaması da tam anlamıyla "zoru başarmak"tır.
Zira cennet, kimi din bezirganlarının pazarlamaya çalıştığı gibi bedava ve hatta ucuz olmasa da, sarp yokuşlu tırmanmayı, malla ve canla cehd etmeyi gerektirse de, 
Rabbimiz bu yolda öylesine kolaylıklar sağlamış, öylesine teşvikler bahşetmiş ki biz kullarına, tüm bunlara rağmen cenneti kazanamamak başta dediğimiz gibi zoru başarmak demektir.
Her şeyden önce Rabbimiz bu yolda bizden her ne istemişse bizatihi bizim iyiliğimiz için, bizim faydamıza olarak istemiş. Ahiret yurdunu kazanmak için her ne yapıyorsak, onunla bu dünya hayatımızı da güzelleştiriyor, cennetleştiriyoruz.
Sonra mesela her işlediğimiz hasenata bire on, sâlihata bire yediyüze kadar karşılık verirken Rabbimiz, seyyieler için ancak bire bir ceza öngörüyor.

Kur'an bizatihi kendisini açıklayan (müfessir) bir kitab olduğu gibi, hayat da her an Kur'an'ı açıklayan, onun şaşmaz ve eskimez ölçüleriyle bizi yeniden buluşturan, onları bize müşahhas olarak gösteren bir müfessir durumundadır. Tabi Kur'an'ı ve hayatı hakkıyla okumayı başaranlar için.
İşte bu duruma güncel bir örnek:
Rabbimiz, Bakara Suresi 14. ayette nifak üzere (tek bir kıblesi olmayan, yüzü her tarafa dönük) olan karakterleri bize şöyle tanıtmaktadır:
"İman etmiş olanlarla bir araya geldiklerinde: 'Biz de iman ettik' derler. Ama kendi şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında: 'Biz sizinle birlikteyiz, ötekilerle ise sadece alay ediyoruz' derler."
İmdi, halkın karşısına çıkınca ABD'ye, NATO'ya esip gürleyen, onların İslam coğrafyalarında gerçekleştirdiği katliamları eleştiren politikacıların, o şeytanlarla baş başa kaldıklarında verdikleri mesajlara bakınca ayetin güncel bir tefsiriyle karşılaşmıyor muyuz?
Bakın, Dışişleri Bakanı bir hafta önceki Almanya ziyareti sırasında Zeit Online'ye verdiği mülakatta NATO konusunda neler söylüyor:
“Biz NATO’nun kurucu üyesi olup, ittifaka birçok katkılar sağladık. Afganistan ve başka ülkelerde etkiniz. Biz, kilit müttefiklerden biriyiz. Bu, bizim stratejik tercihimizdir. Hiç kimse bizi NATO’dan çıkaramaz, bu teknik açıdan mümkün değildir.
Burada, Türkiye karşıtı duygular söz konusudur. Ancak NATO üyeliğimizin sorgulanmasına izin vermiyoruz. NATO bizim evimizdir. Birisi gelip, NATO’nun evimiz olmadığını kim söyleyebilir? Bazı Batı ülkeleri, Türkiye gibi ülkelere karşı nasıl davranıldığını maalesef halen bilmiyorlar."

Enteresan bir ülkede yaşıyoruz. Sabah bir dükkanda Kanal D denilen kanalın Çiftlik Bank'la ilgili haberine denk geldim.
Spiker, dolandırılanlardan birine "Bu şirkete niçin güvendiniz de para yatırdınız" diye soruyor.
Cevap şu: "Üye olan binlerce insanın yanılıyor olamayacağını düşündüm."
Tıpkı "Milyonlarca insan yanılıyor olamaz" deyip gavs, kutub gibi kendi uydurdukları payelerle ilahlaştırılan insanlara körü körüne tâbi olanların düşündüğü gibi yani.
Olayın bir de şu boyutu var: Keşke o dolandırılan kişi Kanal D spikerinin sorusuna cevaben "Sizin kanalınızda Beyaz Şov gibi çeşitli programlarda bu şirketin reklamının yapılmasına aldandık" diyebilseydi.

İşte medya ahlakı (!)
Sen çok ziyaret edilen bir haber sitesi olarak (Haber 7) Çiftlik Bank adlı bu vurgun organizasyonunun reklamlarını yayınlayıp ona referans ol, reklam parası uğruna araştırıp soruşturmadan bu vurguna yardımcı ol,
İş patlayınca, Basra harap olduktan sonra da kalk vurguna dair haberler yap, senin bu işte hiç sorumluluğun yokmuş gibi yayın yapmayı sürdür.
En azından okuyucularınızdan bir özür dilemeniz gerekmez mi?

Ey politikacılar!
Afrin'de PKK-PYD'lilerin bomba tuzakladıkları Kur'an mushafını yerden kaldırmak isterken bombanın patlaması sonucu vefat eden Uzman Çavuş Orhan Sürmen'in kahramanlığına dair nutuklar atmak yerine,
Siz de bir kahramanlık yapıp, Kemalist irtidat tarafından toplumsal/siyasal hayattan uzaklaştırılan Kur'an ahkâmını tutup ayağa kaldırmayı ve yeniden bu topraklarda hâkim kılmayı düşünseniz ya.
Orhan Sürmen Kur'an mushafını yerden kaldırmak istemişti, haydi sizler de, halen bâtıl batının laiklik ve demokrasi gibi insan hevasını ilahlaştıran değer yargılarını yüceltmeye çalışmak yerine, Kur'an'ın insanlık için hayat menbaı olan ilke ve hükümlerini ayağa kaldırmaya çalışın.

Matılım bankaları kâr rekorları açıklar da, katılım bankaları altta kalır mı? (Medyada yer alan “Katılım bankalarında kâr patlaması” haberi üzerine.)

Bu devlet 1923'ten beri temel paradigma ve yönelim olarak aynı devlet. Zaman zaman Fransız jakoben laikliği, günümüzde olduğu gibi zaman zaman da Anglo-Sakson laikliğe geçişler yapması dışında değişen bir şey olmadı bugüne kadar.
Bu devlet dün de Nevzat Tandoğan'da müşahhaslaşan anlayışa sahipti, bugün de öyle.
1929-1946 yılları arasında Ankara valisi olarak görev yapan Nevzat Tandoğan'ın, siyasi faaliyetlerinden dolayı tutuklanan Osman Yüksel Serdengeçti'yi azarladığı sözleri meşhurdur:
"Öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa onu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz."
Evet, devlet dün de bugün de hep bunu söyledi topluma:
Bu ülkede namaz kılınacaksa memur atar biz kıldırırız, 
Faiz alınıp verilecekse banka kurar, kurma yetkisi dağıtır biz alır veririz,
Kumar oynanacaksa biz oynatırız, alın size Piyango, Loto, İddaa...
Bu ülkede zina yapılacaksa kerhane açma izni ve fahişe sertifikası dağıtır biz yaptırırız.
Kimi memurları namaz kıldıran, kimi memurları kumar oynatan, kimisi faiz işleten, kimisi kerhanelerin güvenliğini sağlayan ve kimisi de oralardan alınacak vergi oranlarını hesaplayan bir devlet nasıl bir devlettir? Kaç kimlikli, kaç dinli bir devlettir?
Ve son soru: Böyle bir devlete İslami anlamlar yüklemeye kalkışan insanlar, bâtılı Hak gösterme illüzyonunda Samiri'den daha Samiri, kadim zamanların büyücülerinden daha maharetli değil midirler?

"Münbiç'te tek bir teröristin kalmasını istemiyoruz" denilerek PKK-PYD'ye karşı güçlü bir irade ortaya konulurken,
Diğer taraftan ABD'yle Münbiç'i birlikte kontrol etme pazarlıkları yapılması,
Suriye konusunda Türkiye'nin yaklaşımının klasik ulus-devlet refleksinden ibaret olduğunu göstermektedir.
PKK-PYD Suriye halkının düşmanı da (ki evet öyle), onun efendisi durumundaki ABD ve Rusya Suriye halkının dostu mu?
PKK-PYD Suriye'de işgalci de, ABD ve Rusya piknikçi mi?