Çocuk katliamı ve barış!
İşte barışa karşı bu direniş, sadece Müslümanların değil bütün insanların İsrail`e bakışında etkili oluyor. Bu durumda, AB Komisyonu`nun yaptırdığı bir ankette, Avrupalıların yüzde 59`unun İsrail`i dünyada barışın önünde en büyük engel görmesine şaşmamak gerekiyor.
Abdulhamit Bilici / Zaman
Savaş ve barış birbirinin zıddı. Ama ortak bir noktaları var. Savaş da, barış da tek başına olmuyor. Bu kural, bugünlerde yine gündemde olan İsrail ile Filistin veya İsrail ile Suriye arasındaki barış çabaları için de geçerli. Bazı asil girişimler ortaya çıkıyor, ama öyle şeyler yaşanıyor ki insan tarafların barış isteyip istemediğinden endişeye kapılıyor.
En son 84 yaşındaki eski ABD başkanlarından Carter, cesur bir misyon üstlendi. Barış için ülkesinin karalistesinde yer alan Şam'a giderek yine ülkesinin 'terör örgütü' listesindeki Hamas lideri Halid Meşal ile görüşme kararı aldı. Beklendiği gibi bir anda saldırıların hedefi oldu. Pentagon, eski başkanın "teröristlerle" görüşerek suç işlediğini söyleyecek kadar ileri gitti. Dışişleri Bakanlığı'nın yanı sıra üç başkan adayı da Carter'ı eleştirdi. Dünyanın gözleri önünde yaşanan bir trajediyi seyretmek yerine bir adım atmaya karar veren Carter, medyanın ağır eleştirileri altında İsrail'e vardığında kapılar yüzüne kapandı. Başbakan Olmert, Savunma Bakanı Barak, Dışişleri Bakanı Livni ve muhalefet lideri Netanyahu görüşme taleplerini geri çevirdi.
Aslında İsrailliler, 2006'da yayınladığı "Filistin: Barış, Apartheid Değil" adlı kitabından dolayı Carter'a kızgındı. Çünkü İsrail'in Filistin topraklarında uyguladığı politikayı, Güney Afrika'daki ırkçı politikaya benzetiyordu. Belki eleştirileri sertti, ama o İsrail veya Yahudi düşmanı değildi. Çünkü Mısır ve İsrail arasında 1979'da imzalanan Camp David'in mimarı o idi.
Yaşlı barış elçisi, Meşal'le yaptığı 7 saatlik görüşmeyi Kudüs'te özetlerken, iki noktayı vurguladı: Birincisi, Hamas'ın İsrail'le yan yana yaşamayı kabul ettiğiydi. Üstelik, Hamas referandumla kabul edilmesi halinde her barış anlaşmasını tanıyacağına dair Carter'a yazılı teminat vermişti. Ateşkese de hazır olduklarını söylüyorlardı. İkinci nokta, İsrail ve ABD'nin Hamas ve Suriye'yi dışlayarak barışa ulaşmasının mümkün olmadığıydı. Ancak bütün bunca çabaya rağmen Hamas, Carter'ın roket saldırısını durdurma talebini kabul etmedi. Kısaca hem İsrail hem Hamas fırsata sırtını döndü.
Esasında bölgede barış isteyen Türkiye'nin çabaları da Carter'ınkinden farklı değil. Türk girişimi de iki noktaya yoğunlaştı. Filistin'de olayların bugünkü noktaya gelmesini önlemek için Türkiye, Carter'dan da önce Meşal ile temasa geçerek Ankara'ya davet etmiş ve Carter'a yapılan saldırıların benzerlerine muhatap olmuştu. Bu yüzden İsrail küplere binmiş ve olayı PKK ile temas kurmaya benzetmişti. Hamas da Ankara'nın bu çabasına karşılık en küçük açılım sinyali vermeden Türkiye'den ayrılınca, taraflar girişimi kendi elleriyle öldürmüş oldu. Sonrası malum.
Türkiye şimdi de İsrail ile Suriye arasında, Başbakan Erdoğan'ın bizzat üstlendiği barışa katkı rolüyle dünya gündeminde. İki tarafın da güven duyduğu Türkiye, taraflar arasında mekik dokuyarak barış için çabalıyor. Ancak bu gayretler tüm hızıyla sürerken, İsrail önceki gün Beyt Hanun'daki evlerinde kahvaltı yapmakta olan Ebu Mutak ailesini ortadan kaldıran bir katliama imza attı. Anne Müyesser Ebu Mutak, çocukları 15 aylık Musad, 4 yaşındaki Salih, kızları 3 yaşındaki Hana ve 6 yaşındaki Rudeyne ile birlikte can verdi. O saatte yakındaki bir bakkala alışverişe gittiği için hayatta kalan baba Ahmet Ebu Mutak, çocuklarının cenazesi başında "Ne kara gün. Ailemi katlettiler." diyordu. Bu vahşi olay, bana Türkiye'nin daha önce yine iki ülke arasındaki barış girişimi sırasında, İsrail'in tekerlekli sandalyesiyle sabah namazı çıkışı evine dönen 67 yaşındaki Şeyh Yasin'i katletmesini hatırlattı. Umarız sürece etkisi aynı olmaz.
Aslında İsrail'de yapılan birçok anket barış konusundaki bu isteksizliği ortaya koyuyor. Mesela İsrail gazetesi Yediot Aharonot'un geçtiğimiz cuma günü yayınladığı ankete göre İsraillilerin üçte ikisi, Golan Tepeleri'nden çekilmeye karşı çıkıyordu. Yani, bütün dünyanın işgal diye gördüğü bir haksızlığın sürmesinden yanaydı. Aynı tutum, İsrail'in işgal altında tuttuğu ve barış için anahtar kabul edilen Kudüs için de geçerli. BESA Center'ın 13 Nisan tarihli anketine göre, İsraillilerin yüzde 62'si Kudüs'ün statüsünün barış görüşmelerinde konuşulmasına bile karşı. Yüzde 71 ise Doğu Kudüs'ün ve Mescid-i Aksa'nın gerçek sahiplerine verilmesini istemiyor. İsrailli bir akademisyen olan Efraim İnbar, bu sonucu "Yahudilerin mücadelede pes etmediği" gibi olumlu bir biçimde yorumlayarak Olmert'i uyarıyordu.
İşte barışa karşı bu direniş, sadece Müslümanların değil bütün insanların İsrail'e bakışında etkili oluyor. Bu durumda, AB Komisyonu'nun yaptırdığı bir ankette, Avrupalıların yüzde 59'unun İsrail'i dünyada barışın önünde en büyük engel görmesine şaşmamak gerekiyor.