Çocuklarımızı nasıl eğitelim?
Eğitimde hikmet ve sükûnet önemlidir. Çocukları eğitelim derken bugün olduğu gibi onları yarış atına çevirmemeliyiz. Birçok ders ve malumatı karma karışık bir şekilde çocukların önüne koyup onları bilgi bombardımanına tuttuğumuzda, onlar bu bilgilerin çoğunu kavrayamayacaktır.
Çocuklarımızın Dini Eğitimi
Televizyon ve internet gibi kitle iletişim araçlarıyla her tarafı kuşatan kültür emperyalizminden olumsuz manada en çok etkilenen kesim şüphesiz çocuklardır.
Dolaysıyla böylesi devasa bir tehlike karşısında çocuklarımızın İslam adabı ve ahkâmı üzere eğitimi, karşı karşıya kaldığımız en büyük güncel sorunlarımızdandır. İslam adabının neredeyse yok olduğu böylesi bir ortamda, çocuklarımızın dini eğitiminin nasıl olacağı meselesi, üzerinde derin derin kafa yorulması gereken önemli bir konudur.
Dini eğitimin gerekliliği hakkında fazla söze hacet olduğunu sanmıyorum, çünkü konuyla ilgili yaklaşık her hafta ya bir konuşma-sohbet dinliyor ya da bir yazı okuyoruz. Biz bu yazıda daha çok, çocukların dini eğitiminin yöntemiyle ilgili dikkat edilmesi gereken bazı tecrübe ve tespitlerimizi sizinle paylaşacağız.
1- “Ânın vacibine öncelik verilmelidir” kuralından hareketle, çocukların dini eğitiminde inanç, ahlak, İslam’ın temel ilkeleri ve Kur’an öğrenme gibi konulara öncelik verilmelidir.
2- “İnsanlara akılları ölçüsünce konuşun” düsturu gereği, çocuklara İslam’ı eğitim verirken özellikle inançla alakalı; Allah’ın varlığı, birliği, cennet, cehennem, melekler, öldükten sonra dirilme ve benzeri duyu organlarıyla algılanamayan gaybi meselelere çok derinlemesine girilmemeli ve çocuğun henüz kavrayamayacağı soyut üsluptan kaçınmalıyız. Bu tür konuları mümkün mertebe kısa ve çocukların anlayacağı üslupla anlatmalıyız. Örneğin, Allah’ın (c.c.) bizi ve gördüğümüz her şeyi yarattığı, tek olduğu, O’nun kulu olduğumuz, devamlı O’na dua ve kulluk etmemiz gerektiği, her zaman O’na muhtaç olduğumuz, iyi insan olduğumuzda bizi cennete koyacağı gibi daha çok Allah’ın yüceliği ve bizim ona karşı sorumluluğumuzu anlatarak çocukta sorumluluk şuurunu oluşturmalıyız. Çocukların henüz kavrayamayacağı konuları sonraya, onların gelişim çağına bırakmalıyız. Çünkü Efendimiz, “İnsanlara akıllarının seviyesine göre konuşun. Siz (anlattığınız şeylerin anlaşılmaması sonucu) Allah ve Resulünün yalanlanmasını ister misiniz?” buyurmuştur.
3- Çocukların eğitiminde ilk etapta çocuğun şahsiyetini oluşturacak ahlaki konulara ağırlık verilmeli ve şeâiru’l-İslam dediğimiz; kelime-i şahadet, namaz, ezan, besmele, selam, çeşitli münasebetlerde tekrarlanan dualar, oruç, hac, zekât gibi devamlı iç içe olduğumuz İslam’ın temel konularını hem zahiri hem de manevi yönleriyle ne anlam ifade ettiklerini de izah ederek çocuklara kavratmalıyız.
4- Ahlaksızlığın diz boyu olduğu günümüzde, çocuklarda ahlaki bir yapı oluşturmak için onların örnek alacakları öncüleri ve ortamları olmalıdır. Bu tür ortam ve öncüleri oluşturmak çocuklar için bugün artık “ânın vacibi” olmuştur. Bundan dolayıdır ki İslam büyükleri, kardeşler içerisinde büyük çocuğun eğitimine çok önem vermişlerdir. Çünkü arkadan gelen kardeşleri anne-babadan çok onu taklit edecektir. Çocuk aile ortamından çıktıktan sonra da taklit edeceği, kendisini müspet yönde etkileyecek arkadaş, âbi, abla veya hoca gibi mürebbilere ihtiyacı vardır, çünkü ahlakla ilgili konular hem işlenmeli ve hem de çocuğun önünde uygulanmalıdır. Aksi halde, yaşanmayan bilgi ve eğitim hikmetsiz olduğundan çocuk üzerinde beklenen faydayı vermeyecektir.
5- Eğitimde hikmet ve sükûnet önemlidir. Çocukları eğitelim derken bugün olduğu gibi onları yarış atına çevirmemeliyiz. Birçok ders ve malumatı karma karışık bir şekilde çocukların önüne koyup onları bilgi bombardımanına tuttuğumuzda, onlar bu bilgilerin çoğunu kavrayamayacaktır. Hatta bu üslup onların henüz doğmadan ölmelerine yani erken zamanda yorulup bıkmalarına sebep olacaktır.
İslam tarihinde Müslümanların eğitim usulüne göre eğitim almış bazı kişilerin ortaya koyduğu eserlere baktığımızda hayranlığımızı gizleyemiyoruz. Mesela âlimin biri bir tefsir yazmış, aynı âlim hadis ilmine dair de bir eser yazmış, fıkıhta yazmış, usulde yazmış… Şaşırmamak elde değil! Doğal olarak insan soruyor: Bugün neden bu tür insanlara pek rastlayamıyoruz? Bugün dini ilimlerde yetkin sayılan ve kendisini dev aynasında gören birçok ilahiyatçı, onlar gibi değişik ilimlerde özgün eserler vermek şöyle dursun, o âlimlerin yazdığı kitapları dahi orijinal metinlerinden okuyup anlamaktan acizler!..
Eskilerle yeniler arasında oluşan bu farkın şüphesiz birden fazla sebebi olmakla beraber, asıl sebep eğitim sisteminden kaynaklanmaktadır. Eskiden ilimler okutulurken bugünkü gibi birbirine karıştırılarak, abur cubur bir şekilde okutulmuyordu. Talebeye önce en temel bilgiler verilir, talebe onları kavrayınca bir sonraki ilimlere geçer, dikkatini o ilimlerde yoğunlaştırır ve onların temel esprisini kavradıktan sonra diğer ilimlere geçerdi. Bu şekilde okuduğu her ilmi yoğunlaşarak okur, ta ki o ilmi kavrayıp meleke haline getirene kadar. Şimdi ise her sene en az on farklı ders talebenin önüne birden konuluyor. Hadi bakalım, talebe bunları okuyup kavrasın, kavrayabilirse! Ne mümkün, hiç on farklı ilim bir arada okunarak kavranır mı?
Eski usul ders ve hoca merkezli bir eğitim idi. Öğrencinin büyük oranda hoca seçme, hatta hangi ilmi okumak istiyorsa onu da seçme hakkı vardı ki doğru ve hikmetli olan da odur.
(Ali Rıza Akgün / Özgün Duruş)