Şükrü HÜSEYİNOĞLU

12 Mayıs 2007

ÇÖZÜM; MEŞAKKATLİ FAKAT İSABETLİ OLAN NEBEVİ HAREKET METODUDUR

ÇÖZÜM; MEŞAKKATLİ FAKAT İSABETLİ OLAN NEBEVİ HAREKET METODUDUR

 

Bir önceki yazıda, Kemalist oligarşinin kendisine manevra alanı açmak için sahnelemeye devam ettiği, zaman zaman kurtarıcılar marifetiyle halkı oyalayıp, iplerin elinden alınması yönünde bir tehlike sezince anında perdeleri indirdiği “demokrasi tiyatrosu”nda yaşanan son gelişmeler üzerinden bir tahlil yapmış ve çözümün bu tiyatroyla oyalanmak ve toplumu oyalamakta değil, Nebevi muhalif duruş ve hareket metodunda olduğunu belirtmiştik.

İşbu asırlık demokrasi tiyatrosunda sahne alan, lakin son muhtıra ve “guguk” oyunuyla hedefleri ve vaatleri sekteye uğrayan hayalci ve ertelemeci siyaset anlayışının kısaca değerlendirmesini de yaptığımız o yazıda, iki cihan saadeti açısından çözümün tek adresi olan Nebevi hareket metodu çerçevesinde yapılması gerekenler üzerinde düşüncelerimizi açıklamayı bir sonraki yazıda ele alacağımızı kaydetmiştik.

Öncelikle şunu belirtelim ki, biz bugün gerek küresel çapta, gerekse yerel çapta egemenler tarafından Müslümanlar için öngörüldüğü ve dayatıldığı gibi ne kırk katıra, ne de kırk satıra razı olmak durumundayız.

Nedir bu kırk katır ve kırk satır? Buna göre, Müslümanlar ya ölçü tanımayan birer şiddet taraftarı yani teröristtir/böyle olmak durumundadırlar, ya da zalimlerle, emperyalist işgalcilerle görülecek hesabı olmayan, omurgasız, uzlaşmacı, güce boyun eğen, itaatkar muhafazakar anlayış sahipleridir/böyle olmak durumundadırlar.

Sanki ölçü tanımaz şiddet taraftarı olmakla, uzlaşmacı, tavizkar, omurgasız olmak dışında bir seçenek yokmuş gibi bir şeytani propaganda ve dayatmayla karşı karşıya bulunuyor Müslümanlar. Ya küresel ve yerel oligarşik sistemlerin demokrasi tiyatrosunda rol almayı, onlarla karşılıklı tavizleşmeye dayalı bir uzlaşmayı içine sindireceksin, ya da iflah olmaz bir terörist olduğunu kabul edeceksin, başka bir seçeneğin yok!

Bu şeytani dayatmayla Müslümanlar pasifize edilmek, buna karşı direniyorsa terörize edilmek ve böylece istikbar karşısında esaslı bir alternatif olarak dünya sahnesinde yer almaları engellenmek istenmektedir.

Bizler Müslümanız, yani alemlerin Rabbi’ne teslim olmuş insanlarız elhamdülillah. Bizim hayat biçimimizi ve hareket yöntemimizi belirleyecek olan, asla küresel ve yerel toplum mühendisleri değil, alemlerin Rabbi yüce Allah’tır.

Biz bulduğumuza, bize dayatılana değil, umduğumuza, yani aslolana, Rabbimizin bizim için seçip beğendiğine talibiz/öyle olmak zorundayız.

Bizim nasıl yaşayacağımız, nasıl hareket edeceğimiz, mücadelemizin nasıl olması gerektiği, Rabbimiz tarafından Kitab-ı Kerim’de bildirilmiş ve Hz. Peygamber tarafından pratize edilerek somutlaştırılmıştır. Hz. Peygamber’in 23 yıl süren mücadelesi, Kur’ani ilkeleri hayata aktarmanın en güzel örnekliğidir, ki İslami hareket metodu da bu örneklikte berrak bir şekilde temsil edilmiştir. Biz buna Nebevi hareket metodu diyoruz.

Nebevi hareket metodunun temel niteliği, sonuca değil, ilkelere odaklı bir metod oluşudur. Alemlerin Rabbi yüce Allah’ın insanlar için belirlediği hayat ölçülerinin teori ve pratikte apaçık şahidliğini yapmak, bu şahidliği ertelememek, gizlememek, hakikatin şahidleri olma yükümlülüğünden ödün vermemek, bu yükümlülüğü terk edip batılla karşılıklı tavizleşmeye dayalı bir uzlaşmaya yönelmemek, ilke odaklı Nebevi hareket metodunun temel ölçüleridir. “Zaferle değil, seferle mükellefiyet” bilincini esas alan Nebevi hareket metodunun ana teması da, İslam davasının temelini teşkil eden kelime-i tevhidde ifadesini bulan, tüm tağutların, sahte ilahların, batıl otoritelerin ödünsüz ve pazarlıksız olarak reddi ve pratikte karşılığını bulan bu reddedişle birlikte kirlerden arındırılan zemin üzerine, aparı, dupduru İslam davasının inşasından ibarettir.

“Dinde zorlama yoktur. Hak yol, batıl yoldan apaçık ayrılmıştır. Kim tağutu reddedip, Allah’a iman ederse, muhakkak ki o (kimse) kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara 2/256)

Allah’a iman etmenin temel şartlarından olan tağutu reddetmenin pratik ifadesi, Nebevi hareket metodunda somut karşılığını bulmuştur. Nebevi hareket; tağuti anlayış, sistem ve sembollere açık tavır almış, sonuca gitmek, kaleyi içten fethetmek vs adına ilkelerden ödün vermeye asla yanaşmamış ve bu tavır alıştan ödün vermemiştir.

Nebevi hareket metodunun bu niteliğine karşılık, ilkelerden ödün verilerek elde edilecek sonuçların, hakikati bulandırmak ve hakkı batıla bulamaktan başka bir anlam taşımayacağı gerçeği, tarih boyunca somut örneklerle de görülmüştür.

Günümüzde dünyanın en yaygın inanç sistemi olarak kabul edilen muharref Hıristiyanlığın (Pavlus Hıristiyanlığı olarak da nitelendirilmektedir) tarihsel serüveni, bunun en açık örneklerinden biri olarak karşımızda durmaktadır. İlkelere değil de sonuca odaklı bir hareket metodunun yol açtığı/açacağı tahribatı anlamak için, önceleri İslam Peygamber’i Hz. İsa’nın davetine karşı mücadele eden bir Yahudi Hahamı olan, ancak Hz. İsa’nın vefatından sonra bu davete tabi olan Pavlus’un “sonuca odaklı” hareket metoduyla, Allah’ın dininin nasıl batıla bulandırıldığını, “ilke odaklı” hareket eden Hz. İsa’ya az sayıda insan tabi olmuşken, Pasvlus’la birlikte kısa zamanda “İseviliğin” nasıl patlama yaparcasına yayıldığını, ancak bu olurken dinin nasıl tahrif ve tahrip edildiğini irdelemekte fayda vardır.

Günümüzde İslam adına hareket edip de, sonuca değil ilkelere odaklı Nebevi hareket metodu yerine, pragmatizmle, zaman zaman makyavelizmle örtüşen İslam dışı bir hareket metodunu benimseyen bazı çevrelerin geldikleri noktaya bakınca “tarih tekerrürden ibarettir” sözünü hatırlamamak elde mi?

Sonuca odaklanıp ilkeleri geri plana atan söz konusu çevreler artık gazete ve televizyonlarında bir zamanlar yayınlamadıkları faizli banka reklamlarını yayınlayabiliyor, tağutlara ve onların sistem ve kavramlarına övgüler diziyor, dünyanın dört tarafında açtıkları okullarda tağutlar adına köşeler açıp Türkiye’den “put” ihracı yapıyor vs vs..

Böylece “Dünyayı değiştireceğiz” diye yola çıkıp kendileri değişen ve daha da kötüsü, yüce Allah’ın insanlar için seçip kemale erdirdiği aparı, dupduru dinini, laiklik, demokrasi, liberalizm vb batıl kavramlarla özdeşleştirmeye, onlarla sentezlemeye kalkışan iki arada bir derede kalmış, Allah’tan çok tağutlardan korkan, direniş kelimesini duyunca ürperen, pasifize olmuş itaatkar tipler çıkıyor ortaya.

Bu talihsiz gidişe dur demek ve Nebevi hareket mnetodunu İslam’a gönül vermiş kitlelerin gündemine taşımak acil görevlerden biri olarak önümüzde duruyor. Dünya ve ahiret saadetine giden yolun, meşakkatli ama isabetli tek yol olan Nebevi hareket metoduna göre hareket etmekten geçtiğini ısrarla, bıkmadan usanmadan gündeme taşımalıyız. Müslüman toplumları “ılımlı İslam”, “liberal İslam” vb şeytani projelerle pasifleştirmeye, olmazsa terörize etmeye çalışan küresel ve yerel zulüm odaklarının bu kirli oyununu ancak doğru olanı gündemleştirerek boşa çıkarabiliriz.

Terörize olmayan, yani ölçüsüzlüğe ve kuralsız şiddete yönelmeyen, bununla birlikte zalimler karşısındaki ödünsüz direnişinden de asla vazgeçmeyen dik bir duruşu temsil eden ilke odaklı Nebevi hareket metodu, tıpkı namaz gibi, hacc gibi bizleri bağlayan Nebevi örnekliğin bir parçasıdır.

Tağutların kurguladığı “demokrasi tiyatrosu” ve benzeri, kaynağını Allah’ın ölçülerinden ve Nebevi örneklikten almayan yol ve yöntemlerle, zaman, imkan ve umutları çarçur etmenin vebalini kimse taşıyamaz. Bizim için yol ve yöntem bellidir ve tek çözüm, Nebevi hareket metoduna tabi olarak, izzet ve onuru başka yerlerde değil, yalnızca alemlerin Rabbi yüce Allah’ın yanında aramaktan geçmektedir.