Cuma Hutbesi-Cuma Vaazı (VİDEO-HABER)
Kalem-Der`de bu hafta, Ahmet Turgut Ulucak; ``Kur`an`ı Anlamada Karşılaşılan Problemler ``, adlı vaaz verirken, Yusuf Kaya ise `` Ahiret Bilinciyle Yaşamak`` adlı hutbe gerçekleştirdi.
YUSUF KAYA
AHİRET BİLİNCİYLE YAŞAMAK
Hepimizin bildiği gibi, insan hayatı birtakım evrelerden oluşur. Çocukluk, gençlik, yaşlılık ve ölüm bu aşamalardan birkaç tanesidir. Bundan sonra ise yeniden diriliş ve ahiret süreci başlar. Bu aşamalardan en önemlisi ahiret hayatıdır.
‘’Onlar sana ve senden önce indirilenlere iman ederler. Ahirete ise yakinen inanırlar. İşte bunlar Rablerinden bir hidayet üzeredir. Kuruluşa erenler de onlardır’’
Bakara sûresinin ilk ayetlerinde Rabbimiz Kur’an’ın, takva sahipleri için bir rehber olduğunu vurgular. Ve Kur’an’ı rehber edinenlerin vasıflarından bahseder. Ahirete iman ise Allah’tan hakkıyla sakınanların en belirgin özelliklerinden biri olarak ön plana çıkar. Bu husus Lokman suresinde ise ‘İhsan Sahipleri’’nin bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Rabbimiz Lokman suresinin 4. Ayetinde şöyle meâlen şöyle buyurur: ‘’O kimseler, namazı kılarlar, zekâtı verirler; onlar ahirete de kesin olarak iman ederler.’’ Bu ayetler ışında diyebiliriz ki, sorumluluk bilincine erişebilmek ve bu şuur ile iyi amellerde bulunabilmek için ahirete iman şarttır. Çünkü, yapılacak herhangi bir işte korku ve sorumluluk hissi duymak, o işin sonunda verilecek hesabı düşünmekle mümkündür. Yine aynı şekilde ihsanda bulunmak ve Salih ameller yapmak, o işin sonunda alınacak mükafatı hesaba katmak ve ona inanmakla gerçekleşir. Yani, ahiret inancı kişiye ihsan ve takva gibi yüce sıfatları kazandıran bir etkendir.
Ahiret konusu, İslam’ın olmazsa olmaz ilkelerinden biridir ve zannedildiğinden çok daha fazla öneme ve pratik değerlere sahiptir. İnsanı bu hayatta disipline eden, onu kontrol altında tutan ve yaptığı işlerde ona sorumluluk bilinci kazandıran yegâne güç Ahirete olan yakinî imandır. Şöyle bir düşünelim! Eğer ahiret olmasaydı, bu adaletsiz dünyada mazlumların kanlarını dökenlerin hesabını kim soracaktı? Eğer cehennem denen bir yer olmasaydı, yapılan haksızlıkların, cinayetlerin, katliamların ve kaosun oranı olduğundan kat kat fazla olacaktı. Tüm bunların önüne geçmek için verilen bir-kaç yıllık hapis cezaları yeterli olur muydu sizce? Tabi ki, yeterli olmazdı, çünkü adaletin tamamıyla tesis edileceği mizan kurulmadan, bu dünyada adalet aramak samanlıkta iğne aramak gibi bir şeydir. Ve ahirete iman konusu Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu önemli mevzulardan biridir. Çünkü sağlam bir ahiret inancı olmayan kimsenin, cahili inanç, düşünce ve ahlakından tamamen soyutlanması mümkün değildir. Çünkü ahirete iman ne kadar güçlü ve kuvvetli ise Allah’ın emirlerine bağlılık ve Allah’a teslimiyet de o kadar güçlü olur.
Peki ahiret deyince tam olarak ne anlıyoruz ve anlamalıyız? Ahiret bir yok oluş mudur, yoksa var oluşun bizzat kendisi midir?
Ahiret bir son olmak değil, sonsuzluğa uzanan yeni bir başlangıçtır. Ölüm değil, bilakis koskoca bir diriliştir. Başlangıç ile sonu; görülen ile görülmeyeni birbirine bağlamaktır. Görülenden yola çıkarak görülmeyene şahitlik etmektir. Ölçünün, hakkın ve adaletin simgesidir ahiret. Hakedenler için mutluluk, huzur ve saadet yurdu olmakla beraber; hak etmeyenler için ise darlık, sıkıntı ve azaptır. Müslümanların en tatlı rüyasından daha güzel bir hayat; zalimlerin ise en korkulu kâbusundan daha korkunç bir gelecektir. Dolayısıyla ahirete iman istikbâle ve adalete imandır. Ahirete iman gerçek hayata imandır. Ahireti inkar ise asıl hayatı inkardır.
Ve maalesef Ahiret hayatı bunca önemine rağmen yeteri kadar değer göremedi ve göremiyor. Ahiretin yanında çok az bir değere sahip olan dünya hayatı ise insanlar tarafından baş tacı edilmeye devam edilmektedir. Günümüz insanı- buna kısmen müslümanlar da dahil- ahiret ile dünya arasındaki dengeyi düzgün kuramadığı için dünyaya gerekenden çok daha fazla değer vermişlerdir. Oysa ki, dünya hayatı ahiret için bir tarladır. Kimilerini güzelliğe, kimilerini de azaba ulaştıran bir köprüdür. Nitekim ahiret hayatında cennete ulaşmanın yolu bu dünyada Allah’a karşı samimi kul olmaktan geçer. Dünya hayatının, ahiret hayatına nispeten çok az bir değere sahip olduüğu ayetlerle sabit bir gerçektir. ”Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz? ”(En’am / 32) Yine başka bir ayette:”Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve süsüdür. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâla aklınızı kullanmaycak mısınız?”(Kasas / 60)
Rabbimizin de beyan ettiği gibi, dünyanın geçici olduğunun farkında olup asıl yatırımını ahirete yapanlar akıllı insanların işidir. Fakat insanımız tüm bu hakikatlere rağmen asıl yatırımını bu dünyaya yapmakta, ahireti ise geri plana atmaktadır. Hayata birkaç damla su ile başlayıp sonsuzluğa uzanan biz insanların ölüm sonrası hakkındaki korkularımızın ve endişelerimizin az olması veya hiç olmaması hem bu dünyamız için hem de ahiretimiz için büyük bir felakettir. Bugün insanların kafalarında taşıdıkları endişelere bir bakalım. Tamamının veya tamamına yakınının dünyevi endişeler olduğunu göreceğiz. ” acaba İleride ne olacağım, mesleğim ne olacak, üniversiteyi kazanacak mıyım, konforlu bir evim, güzel bir arabam olacak mı” gibi dünyevi endişeler uhrevi korkuların önüne geçmektedir.
İnsanımız ölümü ve vereceği hesabı düşünmeden çok rahat bir şekilde yaşayabiliyor, tabi buna yaşamak denirse. Ama şurası da unutulmamalıdır ki, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlar, hiç yaşamamış gibi dirilirler. Bizler de Mal-mülk, Makam-mevki, servet ve eğlence peşinde koşmaktan, cennet için yarışmayı unuttuk değerli müslümanlar! Sizce de öyle değil midir, üç günlük dünyada beş günlük hesap yapmak akıl kârı mıdır? Ahiret için yeteri kadar meşgul olmadığımız için dünya hayatı bizleri işgal etti. Yoksa rabbimizin şu ayetini unuttuk mu:” Ey insanoğlu! Seni Kerim olan Rabbine karşı aldatan şey nedir?”(İnfitar / 6) Nedir o, davamızın, imanımızın, islami kimliğimizin, ahiretimizin ve herşeyden önemlisi Rabbmizin önüne geçirdiğimiz şey? Ticaretimiz mi, ailemiz mi, dünyaya olan sevgimiz mi? Bizler de bu hakikatlerin ışığında, dünyevileşmenin bizleri nerelere sürüklediğini düşünmeliyiz. Ahirete olan imanımızı yakinî iman mertebesine çıkarmak için ciddi anlamda nefis muhasebesi yapmak zorundayız. Dünyevileşme hastalığından kurtulabilmek için başvurabileceğimiz en iyi şifa kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir.