12-01-2008 12:21

Cumhuriyet döneminde dindarlara baskı yapıldı mı, yapılmadı mı?

“İslâm Şartı” olarak bilinen beş ilkeden (kelime-i şahadet, namaz, oruç, hac, zekât) ibaret bir “İslâm Dini” anlayışınız varsa, siz de Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök gibi çıkar, “Cumhuriyet döneminde dindarlara baskı yapılmadı” diyebilirsiniz…

Cumhuriyet döneminde dindarlara baskı yapıldı mı, yapılmadı mı?
Yavuz BAHADIROĞLU / Vakit
 
“İslâm Şartı” olarak bilinen beş ilkeden (kelime-i şahadet, namaz, oruç, hac, zekât) ibaret bir “İslâm Dini” anlayışınız varsa, siz de Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök gibi çıkar, “Cumhuriyet döneminde dindarlara baskı yapılmadı” diyebilirsiniz…
 
 Ve sözlerinizin kanıtı olarak da şöyle bir soru sorabilirsiniz: “Hangi Cumhuriyet hükümeti, namaz kılana, oruç tutana, hacca gidene, zekat verene, kelime-i şahadet getirene baskı uygulamıştır?”
Aslında yakın tarihi iyi bilenler için böyle bir sual sormak bile cesaret ister…
Böyle bir soru sorabilmek için, bir dönem haccın yasaklandığını, camilerin bazılarının başka amaçlar için kullanılmak üzere kiralanıp, bazılarının satıldığını, kimisinin İş Bankası ardiyesi, kimisinin CHP ocak merkezi olarak kullanıldığını bilmemek gerekiyor (Bunların bir kısmını uzun bir liste halinde yayınlamıştım. Gerekirse gene yayınlarım).
Kur’an kurslarının tümüyle kapatıldığını, Kur’an öğretme işlevi de gören kurumların tamamına kilit vurulduğunu, imam yetiştiren tek bir okul bile olmadığını, ders kitaplarında Kur’an ve vahiy gibi İslâmın temelini teşkil eden kavramların reddedildiğini, her yıl milyonlarca Müslümanın ziyaret ettiği Kâbe’nin küçümsendiğini, Peygamber Efendimiz sıradanlaştırılırken, aynı dönemde yaşayan “sahte peygamber Müseylime”den övgüyle söz edildiğini de bilmemeniz gerekiyor.
Bunlar bir tarafa, 1932’den 1950 Haziranına kadar tam onsekiz sene, bu memleketin camilerinin minarelerinde “Ezan-ı Muhammedî” okunmadığını, Başbakan Adnan Menderes’in, sırf ezanı aslına döndürdüğü için, bu millet tarafından çok sevilip benimsendiğini ve bunun hatırına üst üste iktidara getirildiğini de bilmemeniz gerekiyor.
Köy evinizin, bir öğretmenin “Gizli âyin yapıyorlar” şeklindeki ihbarıyla, gece vakti jandarma tarafından basılmamış olması, kapı ve pencerelerinizin kırılmamış olması, okur-yazar dahi olmayan ananızın ve yaşlı halanızın karakola götürülüp “Devletin temellerini dini esas ve akidelere uydurmak maksadıyla gizli cemiyet kurmak ve propaganda yapmak” gibi akla ziyan isnatlarla sorgulanmamış olması gerekiyor…
Din, İslâm Şartı’ndan ibaret değildir (tüm yaşamı kuşatan bir hayat nizamıdır), ama dinin bu kadarının dahi yaşanabilmesi insan hakları eksenli özgür bir devlet yapısı icap ettirmektedir.
İktidarda kim olursa olsun böyle bir yapı maalesef oluşturulamamıştır. Halen de yoktur. Çünkü iktidar olanlarla muktedir olanlar hiçbir zaman aynı olmamıştır.
Millet, sık sık darbelerle ve müdahalelerle şaşırtılmasına rağmen, siyasi iktidarı ısrarla kendi inanç özgürlüğünü sağlayacağını düşündüğü partilere (DP, AP, DYP, ANAP, AKP) vermiştir, hazin ki partiler kendilerini muktedir kılacak bir performans gösterememişlerdir.
Devleti kontrol edememişlerdir. Bunu yapmaya kalkışanlar ise ya idam sehpasında (Başbakan Adnan Menderes gibi) tüketilmiş, ya da devleti kontrol eden “derin güçlerin” çizgisine gelinceye kadar zorlanmıştır (Demirel, Erbakan, Yılmaz, Çiller gibi).
Bu yüzden dindar Müslümanların elleri her defasında böğürlerinde kalmıştır. Her dönemde bir şekilde dindar Müslümanlara baskı uygulanmıştır.
Bunu “Cumhuriyeti korumak”la izah edemezsiniz.
Şahsen aklı başında hiçbir dindarın cumhuriyet rejimiyle bir probleminin olabileceğini düşünemem. Çünkü hürriyet, herkes kadar, hatta herkesten biraz daha fazla dindarlara lâzımdır…
Özellikle, meşrutiyeti “Yaşasın meşrutiyet-i meşrua” diye alkışlayan, Cumhuriyeti ise, “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim” diyerek sahiplenen Bediüzzaman Said Nursi ile aynı çizgide hizmetlerini sürdüren talebelerini “Cumhuriyetle problemli” saymak, akılkârı değildir.
Ama suçlanmışlar, inançlarını kendi anlayışları çerçevesinde ve huzur içinde yaşayabilecekleri demokratik bir ortam istemek dışında beklentileri olmadığı halde, baskıya maruz kalmışlar, sırf inançlarını yaşama kararlılıkları yüzünden zindanlara, hicranlara atılmışlardır.
“Baskı olmadı” diyebilmek için, ya bütün bunları olmamış saymak gerekiyor, ya da baskı yapan egemenlerle suç ortaklığı yapmak!..
Kısacası, dindar kesimin problemi cumhuriyetle değil, cumhuriyet adına yapılan bazı yanlışlarladır. Eleştirdikleri de cumhuriyet değil, “cumhuriyetçi, laik ve Atatürkçü” geçinen kesimin cumhuriyet adına dayatmalarıdır. Dayatmaları reddeden dindarlar, tümüyle muktedir olamayan her iktidar döneminde baskı, hatta şiddet görmüştür.
Bizim için son derece açık ve kolaylıkla kanıtlanabilir olan bu gerçeğin, bazı yazarlara göre yaşanmamış olduğunun varsayılması, sanıyorum kavramların açık tarifinde birleşememenin ürünüdür.
Biz tarifinde ve tanımında uzlaşamadığımız kavramlar üstünden tartışıyoruz (yahut kavga ediyoruz). Bu yüzden de hiçbir uzlaşma, hatta bir yakınlaşma sağlayamıyoruz.
“Laiklik”, “şeriat”, “irtica”, “mürteci”, “gericilik”, “dincilik”, “siyasal İslâm”, “dindar” gibi kavramların anlamı kişiye göre değişiyor. Laikliği “dinsizlik” olarak anlayan da, “din ve vicdan özgürlüğünün teminatı” olarak gören de aynı şehirde yaşıyor.
Şeriatı “Allah’ın emir ve yasaklarının bütünü” olarak görenle, “cumhuriyetin alternatifi” olarak gören, aynı ülkenin aydını…
“Dindar”ı “gerici” sayanla “daha fazla kul” olarak gören zihniyet yan yana! Bu kadar zıt kutuplarda dolaşırken, düzgün tartışabilmek mümkün olamıyor.
Bu yüzden Ertuğrul Özkök ve benzerleri “Cumhuriyet döneminde dindarlara baskı yapılmadı” deyiveriyor.
Yerinde ben olsaydım, bu iddiada bulunmadan önce, “28 Şubat Süreci” denilen süreçte gazeteme attığım manşetlere, haber başlıklarına ve yazdığım yazılara tekrar bakardım.
Bırakınız seksen yıllık süreç içinde baskı aramayı, sadece 28 Şubat sürecinde yapılanlar bile insanı canından bezdirmeye yeter!
Hürriyet, Sabah ve Milliyet başta olmak üzere yüksek tirajlı medyanın o günlerde yaptıkları yayınlar, en hafif tabirle tam bir “mahalle baskısı”dır.
Aynı “mahalle baskısı” bugün başörtülü kızlarımızı kasıp kavurmaktadır.

 
 
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !