Cumhuriyetin amentüsü
Kendilerini Müslümanların amentüsünden soyutlayanların yeni amentüsünü bir daha hatırlayalım: “Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklâlini yoktan var eden Mustafa Kemal’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahit analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına îmân ederim.”
Başbakanın eşi Emine Erdoğan’ın GATA’ya alınmaması üzerine yaşanan tartışmalar, tersinden mukayese yapılarak yeni bir tartışma konusu açtı: “Camiye ayakkabıyla giriliyor mu?” Bu sefer oltaya takılan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın oldu. Yıllar önce ağababalarının terennüm ettikleri, camiye ayakkabıyla girilsin, sıralar yerleştirilsin, müzik aletleri konsun gibi teranelerini hatırladık. Laikliği din gibi algılayıp yaşayan bu insanlar, dinlerini nedense bizler gibi açıkça ilan edemiyorlar. Ucundan, kıyısından köşesinden tutuyormuş gibi yapıyorlar; ancak yürek gösterip de adam gibi tutmuyorlar. Anadolu’da eskilerin eskimez bir sözü varmış: “Lök gibi gâvur da kalmadı.”
Kâzım Karabekir’in şahitliği
Bunların teranelerini ezan tartışmalarından da hatırlıyoruz. Hararetle ezanın Türkçe okunmasını savunuyorlar. Dikkat ederseniz hararetli bir şekilde ezanın Türkçe okunmasını savunanlar, namaz kılmayanların/binamazların ta kendileridir. Ne yani, sanki ezan Türkçe olsa namaz mı kılacaklar? Camiye ayakkabıyla giriliyor mu, diyen Akaydın’a sormak lazım, sen camiye ayakkabısız giriyor musun? Tabi ki bunların derdi camiye girmek, namaz kılmak değil; tartışmalar üzerinden Müslümanları, onların yüce değerlerini aşağılamak ve hakir görmektir.
Türk’ün amentüsünün müntesipleri, Cumhuriyetin ilanından sonra bu toprağın insanına ve onun yüce değerlerine düşman olmadılar mı? Bu milletin dinini değiştirmeye kalkmadılar mı? 18 Temmuz 1933’te Ankara Tren İstasyonu’nda yapılan tartışmaların odaklandığı nokta “İslam’dan kurtulmak”tı. Tartışmalara bizzat şahit olan Kâzım Karabekir Paşa, anılarında o anda yaşananları şöyle anlatmaktadır:
“Ben geldiğim sırada Tevfik Rüştü Bey konuşuyordu:
- Ben kanaatimi millet kürsüsünden de haykırırım. Kimseden korkmam. Teşkilatı Esasiyemizde dinimiz apaçık yazılmalıdır.”
Ben söz aldım ve sordum:
- Teşkilatı Esasiyemizde dinimizin İslam olduğu yazılıdır Tevfik Rüştü Bey. Hangi kanaati haykıracaksın? Teşkilatı Esasiyeye hangi dini yazdıracaksın? Hıristiyanlığı mı?
Mahmut Esat Bey söz aldı ve sertçe cevap verdi:
- Evet Hıristiyanlığı… Çünkü İslamlık terakkiye manidir. Bu dinle yürünmez, mahvoluruz. Ve bize kimse de ehemmiyet vermez, dedi.
Ben söz alarak dedim ki:
- İslamlığın terakkiye mani olduğu Avrupalıların uydurmasıdır. Bu meseleyi istediğiniz kadar münakaşa edebiliriz. Fakat münakaşaya tahammülü olmayan bir mesele varsa, din değiştirme gayretidir. Netice İslam kalırsak mahvolmayız, fakat din değiştirme oyunuyla bizi kolay mahvedebilirler. Hıristiyan Bizans’ı, İslam Türk yıkmış ve yerine geçmiştir. Fransızlar, 1855’te İslam Osmanlı İmparatorluğuyla ittifak yaparak Hıristiyan Rus İmparatorluğuna karşı harb ettiler. İçinden yeni sıyrıldığımız cihan harbinde Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan devletleri yine İslam-Türk’le ittifak yaptılar. Ve Hıristiyan İtilaf Devletlerine karşı birlikte harb ettiler. Yüzümüze kimse bakmazmış ne demek?”
Fethi Bey söz alarak… Bana gayet sert, katı cevap verdi:
- Evet Karabekir… Türkler İslamlığı kabul ettiklerinden böyle kaldılar. Ve İslam kaldıkça da bu halde kalmaya mahkûmdurlar. Bunun için İslam kalmayacağız.”[1]
“Bizim mabetlerimiz fabrikalardır.”
Konuşulanlardan ve konuşanlardan anladığımıza göre o günküler, bugünkülerden daha mert, daha cesurdurlar. En azından bugünküler gibi kıvırmıyor/kırıtmıyorlar.
Cumhuriyet döneminin ulusalcı aydınları! Dini olan tüm değerlere karşı çıkarken yerine ulusalcılığı yerleştirmeye çalışıyorlardı. Onların amentüsünün mantığına göre dini hisler zayıflamadıkça, milliyet hisleri güçlenemezdi. İslam’ı aşağılarken Kemalizmi göklere çıkarıyorlardı. Bu konuda akla ziyan fikirlerden birisi de Refik Ahmet Sevengil’e aitti. 15 Ağustos 1929 tarihli Alyans’ta şunları yazıyordu: “Allah’ı, sultanla birlikte tahtından indirdik. Bizim mabetlerimiz fabrikalardır.”
Bu versiyonun günümüzdeki temsilcilerinin “camiye ayakkabıyla giriliyor mu?” teranelerini iyi anlamak/okumak lazım. Çünkü bunların dedelerinin hazırlamış olduğu İslam’ı ıslah projesinin ekseninde “din yok, millet vardır” anlayışı bulunmaktadır. Fuat Köprülü başkanlığındaki komisyonca hazırlanan “İslamiyet’i Islah Projesi ve Layihası”nda bugünkülerin ilham kaynağını görmekteyiz. Bu komisyonca hazırlanan İslamiyet’i ıslah tedbirlerinden bazıları şunlardır:
“İbadetin şeklinde:
“Mabetlerimiz temiz, muntazam, ziyaret ve oturmaya uygun bir hale getirilmelidir. Mabetlerde sıralar, elbiselikler tesis edilmeli ve temiz ayakkabılarla mabetlere girilmesi tercih edilmelidir. Bu, dini ıslahatın ibadete ait olan sıhhi şartıdır.”
İbadetin dilinde:
“İbadet lisanı Türkçe olmalıdır. Ayetlerin, duaların, hutbelerin Türkçe şekilleri kullanılmalıdır.”
İbadet sıfatında:
“İbadetlerin son derece estetik ve heyecanlı bir şekilde yapılması temin edilmelidir. Bunun için usul dairesinde teganniye (şakımaya) müsait müezzinler, imamlar yetiştirmek lazımdır. Ayrıca mabetlere musiki aletlerinin kabulü dahi lazım gelir. Mabetlerde ilahi mahiyetinde asri ve enstrümantal musikiye kat’î ihtiyaç vardır.”[2]
Müslümanların amentüsünden soyutlananlar
Bu projenin gereklerinden olarak Dolmabahçe Sarayı’nda saz takımı eşliğinde Kur’an okundu. Süleymaniye Camii’nde Sadettin Kaynak’a frakla hutbe okutuldu.
Akaydıngiller ve teraneleri seslendirenler her dönem olduğu gibi bu dönemde de seslerini çıkaracaklardır. Biz bunları Tanzimat’tan beri tanıyoruz. İçinde yaşadıkları toplumun değer yargılarıyla bu kadar kavgalı bir milletin varlığı bu topraklarda görülmemektedir. Sanki bu toprakların kaderi olmuştur bu. Ancak bu sosyolojik kader aynı zamanda siyasal bir kaderi de doğurmuştur. Bu kader “milletimiz bu teranelerin sahiplerine kendisini yönetme hakkını vermiyor” olmasıdır.
Kendilerini Müslümanların amentüsünden soyutlayanların yeni amentüsünü bir daha hatırlayalım: “Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklâlini yoktan var eden Mustafa Kemal’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahit analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına îmân ederim.”
“İyilikle fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medeni cihanda en büyük mevkiî kazanacağına, hamâset dâsitanlarîyle/destanlarıyla tarihi dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine ve Gazinin Allah’ın en sevgili kulu olduğuna kalbimin bütün hulûs-i kalb ile şehadet ederim, eylerim.”[3]
Sözlerin özünü sona bıraktık: Bu topraklarda İslam’ın amentüsüne/amentümüze inananların sayısının azaldığı gün, ancak Akaydıngiller iktidar olabilir. Rabbim, değerlerine savaş açanlara fırsat vermesin. Âmin.
Dipnotlar
[1] Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, s. 55-56
[2] Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, s. 222
[3] Moiz Kohen/Milliyet yazarı Sami Kohen’in babasıdır. Tekin Alp ismiyle yazmıştır.
(Ömer Naci Yılmaz / Özgün Duruş)