Şükrü HÜSEYİNOĞLU

25 Ocak 2010

DAVETTE YUVARLAK MASA MODELİ

Üniversitelerin çeşitli sosyal bölümlerinde okutulan Beden Dili dersinde, insanlar arası iletişimin sağlıklı bir zeminde gerçekleştirilebilmesi hususunda gündeme getirilen bir örnek vardır: Yuvarlak masa diplomasisi.

 

Batılı ülkelerin 2. Dünya Savaşı sonrası kendi aralarında çatışma yerine diyalog ve ittifak arayışlarının sonucu olarak keşfettikleri bu diplomasi modeli şu gerekçeye dayanıyor: Karşılıklı oturulmaya göre tasarlanmış köşeli masalar, taraflar arasında daha başından psikolojik olarak bir karşıtlığı ve rekabeti doğurduğu için diyalog yerine çatışmaya müsait bir ortam oluşturmaktadır. İşte Batılı ülkeler bu tesbitten yola çıkarak yuvarlak masa diplomasisini keşfetmişler ve bugüne kadar da bu modeli uygulayagelmişlerdir.

 

Yuvarlak masaların, karşılıklı oturmaya dayalı köşeli masalardan farklı olarak karşıtlık fikrini başından devre dışı bırakan ve rekabet yerine diyaloğu kolaylaştıran psikolojik etkisinin tesbiti,  Avrupa Parlamentosu’nda, Birleşmiş Milletler’de ve benzeri diplomasi kurallarına göre işleyen kuruluşlarda bu modeli geçerli kılmıştır.

 

Batılıların 20. yy’da, o da iki dünya savaşında büyük bedeller ödedikten sonra yöneldiği bu iletişim ve diplomasi modeli, aslında Rabbimizin peygamberlerine bildirdiği davet modelinin bilimsel olarak keşfedilmesinden başka bir şey değil. Kur’an’da anlatılan peygamber kıssaları okunduğu zaman, bu iletişim modelinin tüm peygamberlerin davetinde belirleyici olduğu görülür.

 

Peygamberlerin gönderildikleri toplumlara karşı kullandığı iletişim dili, karşıtlık ve rekabet yerine bugün yuvarlak masa diplomasisinde de esas alınan şekilde barışçı, sıcak ve kuşatıcı bir dildir. Öyle ki, cehalet ve dalalet içerisinde bulunan toplumların yanında tuğyanın temsilcileri bile öncelikle bu davet diline muhatap kılınmışlardır:

 

“Firavuna gidin, çünkü o tuğyan etti.

Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alır ve korkar.” (Tâ-Hâ 20/43-44)

 

Tüm peygamberler, toplumlarını barışçı ve kuşatıcı bir merhamet diliyle Allah’ın yoluna davet etmiş, onlara imandan yüz çevirmeleri takdirde uğrayacakları acı bir akıbetten endişe ettikleri mesajını vermişlerdir. Peygamberlerin hitap şekline bakıldığında, ötekileştiren ve dışlayan hitaplar yerine, “Ey Halkım!”, “Ey babacığım” gibi sıcak bir dil kullanıldığı görülür. Onların sataşmalarına, ithamlarına, hakaretlerine ve hatta saldırılarına karşı Allah için katlanmayı ve sabırla davet misyonunu sürdürmeyi bilmiş, tercihler kemikleşip saflar kesin olarak ayrıştığında ve çatışma kaçınılmaz olduğunda da yine ölçü ve estetikten ödün vermeyen bir çatışma dili ve pratiği ortaya koymuşlardır.

 

Tüm peygamberler gibi, peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’in daveti de bu çerçevede gerçekleşmiştir. Rabbimiz, elçisine, şirk ve cehalet üzerinde bulunanları hikmet ve güzel öğütle imana çağırmayı, muhataplarına sözün en güzelini söylemeyi, kötülüğe iyilikle karşılık vermeyi ve cehalet üzerinde bulunanların söylediklerine ve yaptıklarına sabretmeyi ve onlardan güzel bir ayrılışla ayrılmayı öğütlemiştir. Rabbimizin konuyla ilgili beyanlarından bazıları şunlardır: 

 

“Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Çünkü Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O hidayete erenleri de en iyi bilendir.” (Nahl 16/125)

 

“Kullarıma söyle; sözün en güzelini söylesinler. Doğrusu şeytan aralarını bozmak ister. Şüphesiz şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” (İsra 17/53)   

 

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, (kötülüğü) en güzel olan bir tarzda uzaklaştır. O zaman, (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet 41 / 34)

 

“Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl.” (Müzzemmil 73/10)

 

Hz. Peygamber’in, ilk muhatapları olan Mekke toplumu gibi Kitap Ehli’ne yönelik davetinde de öncelikli olarak bu iletişim dilinin geçerli olduğunu görmekteyiz. Kitap Ehli’ne yönelik davette, “ortak kelime”ye vurgu yapılmış ve bu “ortak kelimede" buluşma çağrısı yapılmıştır:

 

“De ki: Ey Kitap Ehli! Bizimle sizin aranızda ortak (olan) bir kelimeye (tevhid kelimesine) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim. Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız.” (Al-i İmran 3/64)

 

Evet, İslam’ın öngördüğü iletişim dili ve davet modeli, muhatabı ötekileştirip daha başlangıçta karşıtlık üreten çatışma dili yerine, diyalog ve barışı önceleyip zorlayan, muhatabı kazanmaya endeksli bir dildir. Batı diplomasisinin ancak 20. yy’da keşfedebildiği yuvarlak masa modeli, aslında insanlık tarihi boyunca İslam davetinde geçerli olmuş iletişim modelinin adıdır.

 

70’li ve 80’li yıllarda Tükiye’deki tevhidî bilinçlenme sürecinin o ilk heyecan aşamalarında bu konuda ciddi zaaflar gösterildiği, birçok gencin anne-babasını bile doğrudan karşısına alıp çatışmacı bir dille dışladığı bilinmektedir. Bilinçlenme sürecinin olgunlaşmasıyla birlikte giderek ortadan kalkan bu dışlayıcı ve çatışmacı yaklaşımın, son dönemlerde tekfirci eğilimlerin yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte yeniden kendini göstermeye başladığını görmekteyiz.

 

Bu konuda İslam adına İslam’ın kabul etmediği tutumlara yönelen, insanları güzellikle, tatlı bir dil ve kuşatıcı bir yaklaşımla “ortak kelimeye” (tevhid akidesine) davet etmek yerine yaftalayıp ötekileştiren, kırıp döken kardeşlerimizi ikaz etmek ve geçmişte benzer tutumlarla açılan yaraların yeniden kanatılmaması için elimizden gelen çabayı göstermekle mükellefiz.