Değişimin değişmezleri
Değişimin bir fazilet, bir izzet olduğu zamanlar nefislerimizdeki kötülükleri iyi olanlarla değiştirdiğimiz zamanlardır. Zaten müminlerin savaşı da bu uğurda olanıdır ve bir daha değişmemek üzere tevhidin gölgesine sığınmaktır.
Değişimin DeğişmezleriAhmet Durmuş / Venhar Haber“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir,” “aynı nehirde iki defa yıkanılmaz” demiş filozof Heraklitos. Asırlardır kuşaktan kuşağa aktarılan ve insanların diline doladığı bu iki cümle mutlak doğru ve ilahi bir yasa gibi bir algı oluşturmuş toplumlar üzerinde. Bu söylemin içerisinde hakikat kırıntıları olmakla beraber hakikatin kendisi olmaktan uzaktır. Çünkü İslam’ın koyduğu yasalar/sabiteler, asla değişmez. “Allah’ın, ötedenberi süregelen kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” (Fetih: 23). Fakat değişimi maddi boyutta anlamak, kabul etmek doğru bir yaklaşım olsa gerek. Mesela tabiat, ilahi yasa gereği fiziki olarak sürekli değişir, ama bu değişim tabi olduğu yasalara aykırı olamaz. Belirli bir ömür biçilen tabiatın özünde kötülük/ihanet yoktur ve ilahi yasaya göre çalışır ve aslına, ahdine, fıtratına sadık kalır. Nehir de aynı yasaya tabi olduğu için fıtratı gereği tıpkı zaman gibi akmak zorundadır ama o yine aynı nehirdir ve tıpkı zaman gibi özünde bir değişim söz konusu değildir.
İnsana gelirsek insan böyle değil, çünkü o, ahsen-i takvim üzere yaratılıp daha sonra kendi seçimi ile esfeli safiline düşmüştür. Bu düşüş aslında nefsindeki güzel hasletleri kötü olanla değiştirmesinden başka bir şey değildir. İnsan aynı zamanda nisyan sahibidir ve çabuk unutur. Yaratılış amacı farklıdır, imtihan için yeryüzüne gönderilmiştir, ama o çok aceleci ve nankördür. “İnsan, Rabbine karşı çok nankördür.” (Adiyat: 6). Hayatın her döneminde doğal olarak fiziki değişime uğraması ise insanın kendi tercihi değildir. Ancak mizacı, karakteri ve kişiliği kendi tercihi yönünde maruf veya münker olarak değişebilir. “De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.” (İsra: 84)
Konumuz aslında bireysel ve toplumsal değişim olduğu için, Kur’an’ın bu konuya nasıl baktığını ve bizim değişimi nasıl anlamamız gerektiği üzerinde olacak. Kur’an değişimin değişmezlerini bir yasaya/sünnetullaha bağlamış durumda. “…Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur. (Ra’d: 11 ). Dikkat edersek değişim insanın kendi iradesiyle seçebileceği bir yasaya bağlı. Dolayısıyla insan/toplum/ümmet Allah’ın bahşettiği güzellikleri terk etmediği ve bu yasaya bağlı kaldığı müddetçe Allah o toplumu kötü yönde asla değiştirmiyor. Bunun tam tersi de aynı sünnetullaha/yasaya bağlı.
Kur’an artı yönde (müspet) değişimi olumlarken eksi (menfi) yöndeki bir değişimi asla onaylamaz. Çünkü birisi insanı marufa/iyi olana çağırırken diğeri münkere/kötülüğe çağırır, tıpkı hidayet ve dalalet gibi. Demek ki değişim her zaman iyi değildir. Mümin insan için değişmek daha muttaki, daha ahlaklı, daha takvalı olmak ahsen-i takvim üzere kalmak ise bu doğru yönde bir değişimdir ve Kur’an buna onay verir. Ve bu Allah’ın hoşnut olacağı bir değişimdir. Yani “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” demek mutlak doğru değildir. Özellikle (müminler şöyle yakarırlar:) “Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.” (Ali İmran: 8). Ayeti kerimeden anlaşılan o ki tevhidi çizgiyi yakalayıp İslam’ın esenlik kapısından içeri giren bir insan/ümmet artık orada sebat etmek, mukim kalmak ister. Bunun için de kul/ümmet Allah’a yalvarır ki ayakları kaymasın, sabit kalsın sağa sola yalpalamasın ve kafir kavimlerin elinde oyuncak olmasın.
Diğer bir ayeti kerimede: “Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bilendir.” (Enfal: 53 ). Bir toplum hak olan, salih amel ve davranış biçimlerini kötü dediğimiz münkerle değiştirmediği müddetçe, Allah, o topluma nimetini vermeye devam edeceğini, ancak bunun bir yasaya bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Bu yasanın mutlak sahibi Allah olmakla beraber, yasanın işlerlik kazanması tamamen insanın davranışına bağlanmıştır. “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm: 39). Değişimi süslü cümlelerle ve materyalist bakış açısıyla kullanıma sokan insanlar zalimin ve zulmün değişmez karakterinden hiç bahsetmezler. Oysa fi tarihinde zulüm neyse bugün de o, hiç değişmemiştir. Şirkin, küfrün zulmün karakteri hiç değişmediğine göre bu değişim sadece İslam ve müminler için istenmekte. Çünkü mümin değişir hakikatten sapar, daha çağdaş, daha seküler, daha modern ve daha materyalist bir yaşam tarzını benimserse bu küfrün hoşuna gider. Nasıl ki müminler için kafirlerin İslam’a girmesi sevindirici ise tam tersi müminlerin yozlaşması, özünden, aslından, kökünden koparılmaları da kafirler için sevindiricidir.
Değişimin asli unsurunun insan olduğunu anladıktan sonra yapılması gereken şey Kur’an’a İslam’a ve Allah’ın ipine (hablullah) sımsıkı sarılıp ümmet bilincini kuşanıp nefislerimizdeki kötülüklerden (demokrasi, liberalizm, insan hakları, eşitlik gibi) arınıp Allah’ın Yahya’ya (as) dediği gibi (Meryem: 12) kitaba sımsıkı sarılmalıyız. Bize bizden başka dost yok safsatasını/söylemini, bizim Allah’tan başka dostumuz yok hakikati ile değiştirmeliyiz. O zaman göreceğiz ki Allah üzerimize pislik değil nimet ve bereket yağdıracak. Sözün özü değişimin iki ucunda da sünnetullah gereği insan faktörü yatmaktadır. “Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık, kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.” (İsra: 13).
İslam’ın, Kur’an’ın yetiştirdiği şahsiyetler/tilmiziler ölünceye kadar Kur’an okulundan mezun olamazlar. Çünkü müminler korku ve ümit arasında kulluğu son nefesine kadar devam ettirmek zorundalar. Ben artık değiştim, oldum, kemale erdim, iddiası şeytani bir vesveseden ibarettir. Demek istediğimiz değişim içeriden veya dışarıdan olabilir. İçeriden olanı dışarıdan olandan daha az tehlikeli değildir. Ben oldum demek ilahlığa soyunmaktan başka bir şey olmadığı gibi, kibirlenmek, nefse yenilmek ve değişimin fitilini münkere doğru ateşlemek demektir. Bazen değişmek bir erdemken bazen değişmemek bir erdemdir. Eğer birisi size düşüncelerinizden dolayı hala orada mısın? Hiç değişmemişsin derse şaşırmayın doğru yerde olduğunuzu anlayabilirsiniz. Çünkü köprünün altından çok sular aktı ve modern hayat herkesi kuşattı, dolayısıyla size soruyu soran arkadaşınız da bu kuşatılmışlıktan nasibini almış ve değişimin fesatları/filozofları onu da tuzağına düşürmüş olabilir. İnsan sormadan edemiyor Allah’ın hangi elçisi/nebisi küfrün karşısında değişmiştir? Bunu iddia edebilecek bir akıl var mı? İlk gün söylediği hakikati ömrünün sonuna kadar tekrarlayan nebilerin bize bıraktığı en büyük miras bu olsa gerek. Hatta bırakın elçilerin fikri/itikadi olarak değiştiğini onların giyim tarzlarının dahi değiştiğini iddia etmek çok zor.
Değişimin bir fazilet, bir izzet olduğu zamanlar nefislerimizdeki kötülükleri iyi olanlarla değiştirdiğimiz zamanlardır. Zaten müminlerin savaşı da bu uğurda olanıdır ve bir daha değişmemek üzere tevhidin gölgesine sığınmaktır. Eğer Rasuller gibi sabitelerimiz yoksa Allah’ın bizden istediklerini hep arka plana atıyorsak, zaten değişimin girdabına kapılmışız demektir. Bu girdaptan kurtulmak için bireycilikten kurtulup ümmet bilincini kuşanmak zorundayız ki değişim rüzgarı bizi tek başımıza yakalamasın. Liberalizmin şairliğini yapıp dünyayı cennete çevirme vaadine aldanıp (kaldı ki bu da büyük bir yalandan ibarettir) vadilerde şaşkın şaşkın dolaşmak yerine İslam’ın, tevhidin bayraktarlığını yapıp, hayır biz bu dünyada değil, ahirette cennet istiyoruz, çünkü Allah böyle emretti demeliyiz.
Liberalizmin kibirli, egoist bireyi ile İslam’ın kul dediği insan asla birbirinin aynı değildir. Bu konuda İslam şahıslara değer verir ve önemser ancak ümmetten ayrılıp bireycilik yapılmasından hoşlanmaz. Kur’an’ın bize hitap tarzı ey falan insan değil “Ey iman edenler” şeklindedir. Sebebi, Kur’an insanı toplumda tek başına bırakmaz ve onu yalnızlıktan koruyarak ümmet ‘ana’nın yani cemaatin içine çeker. Bu Hz. Peygamberin (sav) sünneti olduğu gibi Allah’ın da değişmez bir yasasıdır: “Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” (Ahzab: 62). Demek ki günübirlik ve dışarıdan dayatılan değişimler İslam ümmeti için sağlıklı bir yöntem değil. Bizim değişimimiz şu şekilde olabilir: ola ki İslam’ın bazı hükümlerini ilk yıllarımızda farklı veya yanlış anlamışız ve bir gün bu yanlışımızın farkına varmışız, bu yanlışı daha iyisi ile değiştirmek bir fazilettir. Yani aziz İslam’ın sabitelerine bir halel gelmediği müddetçe bu güzel bir değişimdir ki bunun adı yeri gelir tevbe yeri gelir yanlışta ısrar etmemek olur.
Yani değişim İslam’ın kendi içerisinde ve daha doğru, daha hak/maruf olana yönelik olursa sorun yok ve olması gerekende budur. Fakat sureti haktan görünüp İslam’ı demokrasinin/liberalizmin yanına eklemleyip dillerini eğip bükerek ve Allah’ı dillerine dolayarak birçok müminin, düşüncede, tüketimde, ahlakta ve giyim tarzında değişmesine sebep olanlara dikkat etmek zorundayız. Bizim en çok ıskaladığımız/aldatıldığımız alan maalesef burasıdır. Oysa rabbimiz: Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah’ın va’di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın. (Fatır: 5) diye tembih etmiştir. Selam ve dua ile.