Demir ağlarla ördükleri kendi kafaları be azizim!
Gerçek Hayat yazarından, başörtüsü konusundaki `aykırı` sesler üzerine, traji-komik tesbitler.
Çocukluğumdan hatırlarım. Fatih'te postane binasının önündeki telefon kulübelerinden memleket hasreti giderirdi civarda yaşayanlar. Telefon kulübelerine bir avuç dolusu jetonla girenler, jetonların bitmesini müteakip ellerinden itibaren üşümeye başlarlardı yeniden. Ahizeden gelen son sesin yarıda kalmasıyla boğazlar düğüm düğüm olur, ele avuca bakılır, Fatih'in soğuk sokaklarında buğulu gözlerle eller cepte yitilip gidilirdi en azından bir sonraki telefon görüşmesine kadar. Telefon kulübesinin dışındaki kuyrukta bekleşip duranlar, içeridekinin görüşmesinin uzamasını anlayışla karşılar, sıranın kendilerine bir an evvel gelmesini ümitlenirlerdi. İşte bu yüzden olsa gerek telefonların ahizeleri hiç mi hiç soğuma fırsatı bulamazdı. Kimi anasıyla, babasıyla konuşurdu, kimi yavuklusuyla. Kimi öğrenciydi mesela Hukuk Fakültesi'nde, kimi de Sofular'ın kebapçılarında komi... Kimse ötekinin kimliğiyle ilgilenmez, öteki berikinin neliği üzerine kafa yormazdı. Maksat aynıydı aşağı yukarı; memlekettekilerle hasret gidermek! Bu maksat etrafında gecenin en acımasız saatlerine kadar toplaşılır durulurdu kulübelerin önlerinde.
Zaman zaman Kürtçe konuşulduğunu duyardık kulübelerden. Ola ki densizin biri duyar da bir tatsızlık yaşanır kaygısıyla telefon ahizeleri iyiden iyiye ağza yapıştırılır, mümkünse diğer elle ağız kapatılırdı. Ama karşı taraftaki anasının kulakları ağır işitince ne yapsın çocuk? Anasını kıracak değil ya. Verirdi Kürtçeyi PTT'nin köhnemiş kablolarına, tadından yenmez konuşmalar yaşanır giderdi. Yasaktı o devirlerde Kürtçe konuşmak, bilen bilir. Resmi kıyafetli biri geçse kulübenin önünden, bir postacı görünse köşeden, zabıta hızlı adımlarla seyretse durağın arkasındaki yoldan, ya da mesela takım elbise giymiş sıradan bir vatandaş kulübe civarında görüş alanına girse Kürtçe konuşan delikanlının kulübeden bir süre ses gelmezdi. Kürtçe yasaktı çünkü.
Kürtçenin yasak oluşunun da bazı gerekçeleri vardı elbette resmi ideolojinin kara defterinde. Bölücülük, dilde birlik, birbirine benzemeyenleri aynileştirme kaygısı, zaten sistemce ötekileştirilmiş olanları konuşmalarını dahi engelleyerek kekemeleştirme azmi v.s. v.s. v.s. Sonra ne oldu peki. Kürtçe yasak olmaktan çıktı. Ne oldu? Bölündük mü? Birbirimize mi girdik? Mahalle baskısı mı kurdular üzerimizde? Türkçe konuşan bizler kendimizi Kürtçe konuşmadığımız için ezik mi hissettik? Birden bire Kürtçe konuşmaya mı başladık? El cevap: Hayır! O günün yasakçıları, o günlerdeki yasağın ne kadar anlamsız olduğunu, şimdi yapayalnız kaldıkları ihtiyar odalarında, buruşmuş elleriyle kavradıkları çay bardaklarını güç bela ağızlarına götürmekteyken kendilerine itiraf ediyorlardır herhalde.
Başörtüsü yasakçıları da artık ezber cümleler kurmanın ötesinde bir şey söyleyebilecek durumda da değiller hani. Yasakçıların gerekçelerini hemen hepimiz şöyle bir çırpıda sayabiliriz, öyle değil mi? ‘Başörtüsü takan takmayana karşı vicdani baskı unsurudur'dan, ‘başörtüsü siyasi bir simgedir'e kadar... Son zamanlarda bu söylemlerin yanına ‘yeni şeyler söylemek lazım cancaazım' düsturundan hareketle yeni şeyler ekleme girişimleri oldu bazılarının. ‘Başörtülerinin altından kulaklık yardımıyla kopya çekerler bunlar' dedi rektör olacak herifin teki. Bakın bu diğerlerine nazaran daha çok dikkate alınacak bir yasak girişimidir. Bunun elle tutulur bir yanı var hiç olmadı. Bu ifadesinden ötürü sayın rektörümüzü tebrik ediyorum ve laik cumhuriyetimizin yetiştirdiği bu büyük adamlarla sırf bu önemli cümlelerinden ötürü gurur duyuyorum. "Oh be, bu adamlar ezber cümleler dışında cümle kurmaya da başladılar sonunda" demekten de kendimi alamıyorum.
Anlamsız cümlelerini mahkemelerde gerekçeli karar haline getirerek yasakçılığa soyunanlara Kürtçenin yasak olduğu dönemlerdeki savlarını hatırlatmalı tam da şimdi. Birinde devletin üniter yapısından endişe ediyorlardı ötekinde cumhuriyetin laiklik ilkesinin yok olmasından. Bu yasak da öyle ya da böyle kalkacak. Şimdi geriye dönüp baktığımızda telefon kulübesinde sesini kısarak konuşulmuş yılların boşa harcanmış yıllar olduğunu fark ettiğimiz gibi, başörtüsünün de yasak olduğu yıllara ileriden baktığımızda kim bilir nasıl güleceğiz acı acı. O tarihlerde, "İnanamıyorum ya, adam başörtüsünün altından kopya çekerler serbest olmasın demişti ya..." dediğimizde kopuverecek kahkaha.
Bunların en delikanlıları Ahmet Necdet Sezer ne demişti bir hatırlayalım; "Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabilir." Başörtüsü ile sorunları tam da bu noktadandır işte. Gerisi işin fasasıdır fisosudur... Bu uğurda Türkan Saylan gibileri de "Bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye'de olması mümkün değil." diyecek kadar edepsizleşebiliyorlar. Bunların demir ağlarla ördükleri kendi kafaları be azizim! Bunlar birbiriyle asker ağzıyla konuşuyorlardır muhtemelen; örneğin kaç kişi olduklarına dair nüfus sayımı yaptıkları cep telefon numaralarının tasnifi için biri şu cümleyle talimat veriyor da olabilir; "Türkan!..Say lan kaç kişiyiz!"
(Jerfi Qazaq - Gerçek Hayat)