Şükrü HÜSEYİNOĞLU

08 Temmuz 2013

DEMOKRASİNİN SINIRLARI

Tevhidî bilinç sahipleri, yıllardır demokrasinin salt teknik bir yönetim biçimi olmadığını, temelde kendine has ölçü ve sınırları olan bir felsefe / dünya görüşü olduğunu ve bu dünya görüşünün, insanlığın dünya ve ahiret saadeti için bildirilmiş olan Rabbani hayat nizamı İslam'la kesinlikle örtüşmediğini / örtüşemeyeceğini söyleyip dururlar. Ne var ki bırakalım toplumu, İslam dâvasına taraf olma iddiasındaki birçoklarına dahi dertlerini anlatamazlar. Anlatamazlar, zira insanlar özgül ağırlıkları bulunmayan yapraklar gibi rüzgârlara kapılıp havada savrulmaya çok müsait hale gelmiş durumdalar.

Zorlu gerçekler yerine, pembe hayaller insanlara daha çekici gelmektedir. Bu yüzden de popülizmin estirdiği rüzgârlarda sörf yapmak, ölçü ve ilkelerle ne kadar uyum sağladığına çok dikkat etmeden modern sihirbazların büyülü sloganları eşliğinde sürüklenmek tercih edilen tutumlar olmaktadır.

Gariptir ki, İslam dâvasına taraf olduğu iddiasındaki birçok insanın gözlerini kapadığı, görmezden geldiği bazı zorlu gerçekler, zaman zaman İslam'ın hasımlarınca Müslümanların gözüne sokulurcasına dillendirilmektedir.

Bu zorlu gerçeklerden ikisi, geçtiğimiz günler içerisinde Star ve Zaman gazetelerinin liberal düşünce sahibi yazarı, akademisyen Eser Karakaş ile 28 Şubat sürecinin önde gelen aktörlerinden, İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu tarafından dillendirildi.

İslami değerlere düşmanlığıyla tanınan Kemal Alemdaroğlu'nun, CHP'nin başörtüsü yasağına çözüm vaatlerini eleştirirken dile getirdiği, "Rejim değişip İslam devleti kurulmadan bu sorun çözülmez" açıklaması aslında birçok Müslümanın yüzleşmek istemediği bir gerçeğe işaret ediyordu. İslam - küfür mücadelesinin somut sembolü haline gelmiş olan başörtüsü yasağı zulmünün veya Müslümanların muhatap olduğu diğer sorunların gerçek, şartsız-sınırsız çözümünün ancak ve ancak İslam'ın iktidarıyla mümkün olduğu gerçeğine hangi Müslüman karşı çıkabilir?

Eser Karakaş'ın, 27 Eylül tarihli Star'da kaleme aldığı "Gazeteciliğin sınırları" başlıklı yazısı ise, tüm ilmî gerçeklere göz yumarak demokrasiyi salt yöneticilerin belirlenmesiyle ilgili teknik bir entsrüman olarak algılayan ve İslam'la demokrasiyi bağdaştırmanın da ötesinde özdeşleştirme gayreti gösteren mahalle sakinleri için gerçek mânada bir ders niteliğindeydi. Karakaş, hiç eğip bükmeden "gazeteciliğin sınırları" adı altında aslında "demokrasinin sınırları"nı dile getiriyordu:

“Köşe yazarlığının, hele merkez medya iddiasındaki gazetelerde yazanların, özgürlüklerinin sınırları var; bu sınırlar da Anayasa’da ifadesini bulan demokratik, laik, hukuk devleti sınırları. Bu çerçeve içinde kalındığı sürece günümüzde köşe yazarlarının özgürlüğü sonuna kadar kutsal ve arkasında durulacak bir pozisyon. Türkiye’de köşe yazarlığı yapıyorsanız, laik devlet ilkesini ve demokratik hukuk devletini savunacak, bu ilkelere ters düşen girişimlere karşı tavır alacaksınız. Daha somuta inelim; askeri darbelere, muhtıralara çekincesiz, radikal olarak karşı çıkacaksınız (demokratik hukuk devleti); devletin laik yapısına karşı girişimlere tavır alacaksınız, mesela Ankara’da olduğu gibi bir sokak ya da mahallede içkili yer referandumunu kepazelik olarak kabul edeceksiniz, karşı çıkacaksınız (laik devlet)."

Demek ki neymiş: Demokrasi sadece demokrasinin felsefesine, yani insanın insandan başka rab ve ilah tanımaması tuğyanına iman edenler için geçerli, ancak bu temel sınırı kabul edip bu sınıra kayıtsız şartsız tâbi olanlara söz ve eylem hakkı tanıyan bir ideoloji / dünya görüşü imiş. Demokrat olmanın ön şartı, laik devlet ilkesini savunmakmış. Laikliği savunmayanların, toplum hayatında Allah'ın dininin ölçüleri hakim olsun düşüncesine sahip olanların, bu düşüncelerini dile getirme hakları yokmuş.

İşte bu coğrafyada ismi demokrasiyle özdeşleşmiş bir akademisyen-yazarın kaleminden "demokrasinin sınırları"...

Demokrasinin, Âlemlerin Rabbi'ne tuğyan edip, insan akıl ve iradesini ilahlaştıran temel felsefesini, laiklikle ikiz kardeş oluşu gerçeğini ıskalayıp, kendilerinden geçmişcesine küresel ifsad korosuyla birlikte demokrasi şarkıları söyleyen mahalle sakinlerine hatırlatılır...

(Not: Bu yazı ilk olarak 1 Ekim 2010 tarihinde İktibas sitesinde yayınlanmıştır.)