15-12-2008 16:49

Devlet, resmi ideolojiye uygun bir din anlayışı istiyor

TOKAD`ın eğitim seminerlerinde bu hafta “Türkiye’de Resmi Din Politikaları” ele alındı. Konuşmacı Mustafa Kıyak, sistemin resmi ideolojiyeb uygun bir din projesi peşinde olduğunu kaydetti.

Devlet, resmi ideolojiye uygun bir din anlayışı istiyor

Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği tarafından Pazar günleri yapılan eğitim seminerlerinde bu hafta konu “Türkiye’de Resmi Din Politikaları” idi. Konuşmacı Mustafa Kıyak, sistemin resmi ideolojiyeb uygun bir din projesi peşinde olduğunu kaydetti.

 

Dernek binasında gerçekleştirilen sunum Türkiye’deki din ve vicdan özgürlüğü alanındaki çelişkilere işaret edilerek başlandı. Müslümanların diğer inançlara mensup insanların sahip olduğu din özgürlüğü arasındaki farka işaret edildi. Farklı inançlara sahip insanların dini yaşama konusunda kendi kararlarını alabildiklerini ama İslam’a ait ritüellerin devlet eliyle gerçekleştirildiğini ve insanlara böyle bir hizmet almak isteyip istemediğinin dahi sorulmadığını söylendi ve Müslümanların inandıkları gibi yaşama hususunda özgür bırakılmadığı tespiti yapıldı. Seminerde öne çıkan vurgulanan diğer başlıklar kısaca şu şekilde özetlenebilir.

 

1.      Resmi Din Politikalarında Diyanetin Konumu:

 

Devletlerin kendilerini meşrulaştıracak bir dini kurum ihtiyacı muhakkak vardır. TC dede bu ihtiyaç Diyanet teşkilatını doğurmuştur. Devlet dini değerlere savaş açarken bir taraftan da İslami kavramları elinden geldiği kadar ulus devlet ideali için kullanmaktan çekinmemektedir. 1982 anayasasının diyanetle ilgili maddesi şudur: 136. madde “Genel idare içinde yer alan diyanet işleri başkanlığı laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir.” Genel idare içinde ne demektir: Yani diğer devlet kurumları nasıl bir kanuna tabi ise nasıl bir anayasa ile yönetiliyorsa Diyanette aynı şekilde bir devlet kurumudur. İslam’ı her yönüyle dışlayan Fransız tipi bir laiklik anlayışı doğrultusunda Kemalist bir zihniyetle tasarlanan bir anayasa içinde dini bir kurum nasıl çalışabilirse o şekilde çalışacaktır. Devlet, dinin kamusal alandaki denetimini elinde tutuyor, sivil dinî hayatın gelişip serpilmesine iyi gözle bakmıyor.. Sivil dinî hayatın gelişmesiyle DİB üzerinden dinin kamusal denetimi zorlaşacak; bu da laikleştirme ve ulus kimliği inşa etme süreçlerinin akamete uğramasına sebebiyet verecektir.

 

2.      Türklerin Müslüman Olma Süreci ve Arızalı Din Anlayışı

 

Türklerin Müslümanlaşma sürecinde İslam’a karşı bir direniş ve sonrasında sağlıklı bir kabullenme olayı yoktur. Birden ve kitleler halinde Müslümanlığı kabullenmenin perde arkasında Şamanizm’in üzerine giydirilmiş bir İslam elbisesinin olduğunu söylesek pek de abartı sayılmaz. Eski köklü inanışlardan ne yazık ki vazgeçilemediği için bunlar bir şekilde İslami motiflerle harmanlanarak günümüze kadar taşına gelmiştir. Türklerdeki bu kutsal devlet inancı kökenleri Orta Asya’ya kadar uzanan bir inançtır. Türkler için devlet kutsallıktan da öte çoğu zaman tanrılaştırılmış, tanrının sıfatları verilmiş bir yapıdır. İşte böylesine özellikler atfedilen bir devletin kurduğu Diyanet teşkilatının da yadırganmamasını anlamak güç değildir. Evet, belki bu tanrı devlet sözüne bile çoğu insan karşı çıkabilir ama pratikte ne yazık ki bunu hayatın her alanında görebilmek mümkündür.

 

3.      Din Eğitimi Politikalarının Tarihi ve TC’de Din Eğitimi

 

Tarihte kurulan birçok devlet vardır ve bu devletler bir şekilde din ile irtibatlarını sürdürmüşlerdir. Sistemlerin sahip olduğu din algısı, onların din ve dini kurumlarla irtibatını belirleyen bir durumdur. Hz. Peygamber devrinde din insanların hayatına direkt olarak müdahale eden onların hayatını şekillendiren, düzelten, yaptırım gücü yüksek ve herkesin uyması geren kurallar bütünü olarak anlam kazandığını görmekteyiz. Halifeden sıradan bir insana kadar herkes hayatını Kurana göre düzenlemek zorunda idi. Emevilerle birlikte bu algıda yaşanan kırılma ve sonrasında günümüze kadar kurulan devletlerdeki ulemanın durumu Bize bugünkü resmi din anlayışını veya diyanetin misyonunu anlamada katkı sağlayacaktır. İnsanların hayatını belirleyici olmaktan çıkan din, Emeviler ve sonrasında oluşan büyük devletlerde yönetimleri meşrulaştırıcı bir işlev görmeye başlar. Din siyasetten ayrılmaya başlar fakat yönetimdekiler dini bir kenara atamayacaklarından kendilerini meşrulaştırmak için dini kullanmaya başlarlar.

 

TC kurulurken iki asli güç vardır. Geri kalmanın gerilemenin temelini dinde gören anlayışı savunanlar yani batıcılar Birde geri kalmanın nedenini İslam’dan uzaklaşmak olarak gören İslamcılar olarak bilinen kesim Bu iki kesim ortak bir savaş yürütürken devlet kurulduktan sonra İslamcı kanat tamamen tasfiye edilmiştir. Devleti kuran batıcı grup bir realiteyi gözeterek tamamen pozitivist bir güruh olmalarına rağmen dine tamamen karşı olduklarını söyleyememiştir. Çünkü ne buna Müslüman olan halk müsaittir ne de diğer bu mücadele içinde yer almış İslamcı gruplar hazırdır. Bu grupların şiddetli tepkisinden çekinilmesi nedeniyle sadece din işlerinden sorumlu bir kurum olarak diyanet ihdas edilmiştir. Bu yüzden diyanetin kuruluşunu Türkiye’deki islamizasyon politikası olarak adlandırabiliriz. Yani yok edemediğin bir düşünceyi, bir inanışı kontrol altına almak, yönlendirme çabası olarak ta yorumlanabilir. Bu misyon diyanete yüklenmiştir. Bir taraftan dine karşı sürekli bir mücadele yürütülürken bir taraftan da laiklik gündeme getirilmektedir.

 

Tabi ki yeni kurulan devletin bir de eğitim politikası olacaktır. Peki laik cumhuriyet nasıl bir insan tipi yetiştirmek istemektedir? Buna baktığımız zaman, Türk ulusalcısı, Türk milliyetçisi bir insan tipi yetiştirmeyi hedeflediğini görüyoruz. Diğer bütün üst kimlikleri öteleyen bir ulusçu anlayış.

 

4.      Diyanet’e Yaklaşımımız Nasıl Olmalı

 

Diyaneti iki kademeye ayırabiliriz. 1. Yönetici kadro. Diyanet Teşkilatı sonradan uydurulmuş, İslam’da yeri olmayan bir kurumdur. 2. Camiler ve imamlık meselesine gelince bunlar ise İslam dışı kurumlar olmamakla beraber işgal edilmiş mekanlar ve görevlerdir. İşgal edilmiş bir yeri terk etmektense geri kazanmak için mücadele etmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü diyanet teşkilatı içinde az da olsa ciddi Müslüman arkadaşlarımız vardır. Elbette ki bir kurum bünyesinde çalışan insanları toptan yargılamak mümkün değildir. Ve bir Müslüman olarak diyanetin ondan istediği şeyleri değil Allah’ın ona yüklediği misyonu hakkıyla yerine getirmeye çalışan insanlar vardır. Ve genellikle de bunlar en alt kademedeki insanlardan oluşur. Ve bu insanlar diyanet mevzuatına ve anayasaya aykırı hareket etmektedirler. Ve diyanette memur olma kriterlerine uymamaktadırlar.

 

Diyanetin kuruluş amacı ve misyonu bellidir. Hedefleri bellidir. Bir Müslüman olarak biz  bunlara katılmıyoruz ve doğru bulmuyoruz. Ama yüzde yüz olumsuz şeyler mi üretmiştir. Tabi ki olumlu yönleri de vardır. Zaten sistemin tavrından da bunu anlamak mümkündür. Bunun nedeni de İslam’ın sığdırılmak istendiği çerçevenin hep dışına taşmasıdır. Bu imam hatip de olsa diyanet de olsa böyledir. Diyanetteki iyi niyetli insanlar sorumluluklarını yerine getirmedikleri zaman sistem tarafından kullanılmaktadırlar. 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !