Diyanet Başkanı ve ona destek çıkan AKP iktidarı ne kadar samimi ve tutarlıdır?
Mehmet Pamak yazdı: Zina ve Eşcinselliğe Karşı Mücadeleye Çağıran Diyanet Başkanı ve Ona Destek Çıkan AKP İktidarı, Ne Kadar Samimi ve Tutarlıdır?
Zina ve Eşcinselliğe Karşı Mücadeleye Çağıran Diyanet Başkanı ve Ona Destek Çıkan AKP İktidarı, Ne Kadar Samimi ve Tutarlıdır?
“Yaratmak da emretmek de O’na aittir.” (Â’raf, 7/54). Allah Evreni, fıtratı ve insanı yaratıp başıboş bırakmamış, hepsine bir işlev belirleyip yapması gerekenleri emretmiştir. Evren ve evrendeki tüm varlıklar, Allah’ın kendileri için belirlediği programa/dine uygun hareket etmekte ve Allah ne emretmişse onu yapmaktadırlar. Böylece sadece Allah’a secde/itaat ederek görevlerini yerine getirmekte, (Nahl, 16/49, 50) Allah’ı tespih ederek O’na itaat etmektedirler. “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız…” (İsra, 17/44). İşte bu sebeple de, tek ilâhın hükmettiği evren ve fıtratın (insanın biyolojik yapısının) işleyişinde muhteşem bir düzen ve âhenk egemendir. Çünkü hepsi, yalnız Allah’a secde etmek ve O’nu hamd ile tespih etmek suretiyle Allah’ın kendileri için belirlediği programa harfiyen uyarlar, sadece O’na itaat ederler.
İnsan denen varlık da, bir hikmetle yaratıldı ve o asla başıboş bırakılacak değildir. Rabbimiz insanı onurlandırmış, ona diğer varlıklara vermediği akıl ve irade nimetlerini verip, akletme, görme, işitme ve anlama yetenekleriyle donatmıştır. Üstelik uçsuz bucaksız evren içindeki bu cirmine rağmen insanı yeryüzünde halife kılmakla (Bakara, 2/30; En’am, 6/165) şereflendirmiş, birçok bakımdan diğer yaratıkların birçoğundan üstün kılmıştır (İsra, 17/70). Evrendeki, göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’a teslim/İslam olup Allah’ın kendileri için takdir ettiği işleyiş programına/dine uyarken, kendisi için takdir edilmiş olan irade serbestisi ve imtihan sebebiyle insan ise, Allah’ın dininden başka bir din arayışına girebilmekte, zulüm, zillet, ahlaksızlık ve adaletsizlik de bu sebeple ortaya çıkmaktadır.
Evrendeki bütün varlıklar, Allah’ın emirlerine uyarak işlevlerini yerine getirmekle Allah’a secde/itaat edip Allah’ın dinini, İslam’ı kendi hayat programları yapmışken ve hepsi Allah’ın takdir ettiği bu programa göre hareket ederken, çoğunluk insanlar bu dünyada O’nun dinine, emrine, yasalarına, insanlar için belirlediği hayat tarzına teslim olmuyorlar. Çoğunluk insanlar göklerin ve yerin, göktekilerin ve yerdekilerin boyun büktükleri Allah’ın dinine, İslam’a girecekleri, Müslüman olacakları yerde başkalarının dinine, başkalarının yoluna yöneliyorlar. Heva ve zanna tâbi olup vahye aykırı başka hayat tarzlarına yönelerek isyan ediyor, azgınlaşıyorlar. Şüphesiz ki bu, büyük bir sapma ve fesaddır.
Âyette de ifade edildiği üzere, göklerde ve yerde yer alan tüm varlıklar Allah’a teslim olduklarına ve O’nun emirlerine itaat/secde hâlinde olduklarına (Nahl, 16/49, 50; Hac, 22/18) göre, elbette yaratılış bakımından onlardan farklı olmayan insan da, kendisini yaratıp emreden Allah’a teslim olmalı, Allah’ın kanunlarına boyun bükmeli, Allah’ın yasalarına itaat etmelidir. Bütün evreni ve evrendekileri yaratıp hepsine emriyle bir kader belirleyen ve bir işleyiş programı takdir eden Allah, insana da emretmiş ve ona da bir hayat programı takdir edip değişik zamanlarda emrini tekrarlayarak elçilerine inzal ettiği vahiyle iletmiştir. Bilinmelidir ki, “yaratmak da emretmek de Allah’a aittir.” Bu sebeple, insan zaten, fıtraten Allah’ın yasalarına boyun bükmektedir. Yâni insan fıtraten, biyolojik, fizyolojik yapısı ve işleyişi bakımından Allah’ın koyduğu yaratılış yasalarının dışına çıkamamaktadır. Rabbimiz insanın hayatı için de “emrinden oluşan bir şeriat gönderdiğini ve bilmeyenlerin hevasına değil de vahiyle gönderdiği bu şeriata uyması gerektiğini” bildirmiştir. (Casiye, 45/18).
Kur’an’da, insanın hayatının fıtrî işleyişinde Allah’ın yasalarına boyun büktüğü, Allah’a teslim/İslam olduğu gibi, günlük hayatında da Allah’ın yasalarına boyun bükmek, yâni O’na teslim/İslam olmak zorunda olduğu beyan edilmiştir. Aksi takdirde fıtrî hayatında Allah’ın yasalarına boyun büken bu insan, günlük hayatında başkalarının yasalarına boyun bükerse, hayatının birinde Rabbinin İlâhî yasalarına, ötekisinde de kendi hevâ ve heveslerine, yahut beşer yasalarına teslim olursa, yâni iki Rabbi, iki İlâhı olursa, onun fıtrî hayatıyla günlük hayatı çatışma içine girerse, o zaman bu ikisi arasında bocalayan insan ezilip gidecektir. Çatışan bu iki hayat arasında insan mahvolacak, sürekli bir çatışma ve kaos ortasında huzurunu kaybedecektir. Canlısıyla-cansızıyla tüm varlıklar Allah’ın dinine, Allah’ın istediği bir yola, O’na teslimiyet/İslamiyet yoluna giderken, insan başka bir yola gidecek olursa evren ve insan hayatı arasında çatışma, savaş oluşacak, sonuçta bu da, insana hem dünyada hem de ahirette kaybettirecektir.
Vahye sâdık olup Allah’ın hükmüyle hükmedenlerin iktidara geldiklerinde şunları yapacakları ifade edilmiştir: “Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekâtı verirler, ma’rûfu emrederler, münkerden sakındırırlar…” (Hac, 22/41). Böylece mâ’rûfun/iyiliğin egemenliğinde evrenle uyumlu bir barış ve adalet düzeni ortaya çıkar. Vahiyden uzaklaşıp isyan edenlerin ise bir şekilde yönetimi ele geçirince şunları yapacakları bildirilmiştir: “Yeryüzünde fesat çıkarıp arzın dengesini bozarlar, Allah’ın yeryüzünde koyduğu düzeni bozup ekinleri ve nesilleri yok etmek ve bozmak için çaba sarf ederler.” (Bakara, 2/205).
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Zina ve Eşcinselliğe Karşı Mücadele Çağrısı ve İlâhî Hükümler
İnsanlık tarihi süresince, insan Rabbinin emrine uymayı terk edip hevasına uyunca, hep esfele sâfiline/aşağıların aşağısına (Tin, 95/5), hatta hayvanlardan bile aşağıya düşüp (Furkan, 25/44) zelil olmuştur. İşte Hâlıkımız/Yaratıcımız ve hûlkun/ahlâkın/hukukun nihâi kurallarının tek ve nihai belirleyicisi olan Rabbimiz Allah Teâlâ, Kur’an’da, vahiy çizgisinden ayrılıp hevasını, tağutları ve şeytanı ilah edinen insanların, başta şirk olmak üzere zulüm, zina ve cinsel sapkınlıklar benzeri günah ve pislikleri kolayca işler hale geleceklerini ve geldiklerini bildirmektedir. Hz. Lût’un (as) kavmi örneğinde yaşandığı gibi, Rabbimiz bu azgın toplulukları helâk etmiş ve bütün insanlığa ibret olsun, sakınılsın diyerek de göndermiş olduğu vahiylerinde uyarılarda bulunmuştur. Bütün bu uyarılara rağmen, hem de ölümün insanlara en yakın olduğu bu virüs salgını sürecinde bile çağdaş azgınlar ve onların destekçileri bu tür sapkınlıkları ısrarla sürdürmekten ve savunmaktan geri durmamaktadırlar.
Bir süre önce, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Cuma hutbesinde, “Ey insanlar. İslam, zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüz binlerce insan gayrimeşru ve nikahsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim” ifadelerini kullanmıştı.
Öncelikle, zina ve eşcinsellik uyarılarında haklı bulduğumuz Erbaş’ın kurduğu cümlelerdeki bir yanlış konusunda da düzeltme yapmalıyız. Erbaş gibi D. İ. Başkanı konumunda bulunan ve on yıllardır ilahiyatçı akademisyen olan bir kişi olarak kendisine yakışmayan biçimde, bunca kariyerine rağmen “eşcinsellik” gibi bir sapkınlığı, kasdî olmasa da Lût (as)’ın adına izafe ederek “Lûtîlik” kelimesiyle ifade etmesi, en azından tevbe etmesi ve Müslümanlardan da özür dilemesi gereken büyük bir yanlış olmuştur. Bilindiği gibi, lûtîlik demek, Lût’a ait, Lût’la ilgili demektir. Bu çirkin sapkınlıkla mücadele eden Hz. Lût’un adını bu çirkin fiilin adı için kullanmak, tevbesi şart olan önemli bir suçtur.
Erbaş’ın zina ve eşcinsellikle ilgili açıklama ve uyarıları ise, Kur’an’ın hükümlerini yansıtmaktadır. Toplumun en temel unsurunu, özünü oluşturan ve onun geleceğini belirleyen aile kurumunu tehdit eden en büyük tehlikelerden biri şüphesiz ki zinadır. Zina, toplumsal düzenin bozulmasına, nesillerin bozulup fesada uğramasına, insana mahsus bir erdem olan hayâ duygusunun ve ahlâkın yitirilmesine ve birçok hastalığın ortaya çıkmasına sebep olan büyük bir sapma ve günahtır. Bu sebeple, zina hakkında Yüce Allah onun “son derece çirkin bir iş ve çok kötü bir yol” olduğunu beyan edip, bu suçun işlenmesi şöyle dursun, yanına bile yaklaşılmaması talimatını vermiş (İsrâ, 17/32; bk. Furkân 25/68; Mümtehine 60/12).
İslam, zinanın yanı sıra bütün çeşitleriyle eşcinselliği de açıkça yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim’de, eşcinsel ilişkinin “çok çirkin bir fiil olduğu ve Allah’ın koyduğu sınırları çiğnemek, haddi aşmak anlamına geldiği” açık ve kesin bir şekilde ortaya konmuştur. Ve bu büyük günahı işleyenlerin ağır azaba duçar olacağı açıklanmıştır. Ayrıca Rabbimiz, bu azgınlıkta direnenlerin üzerine ise, “azap yağmuru yağdırdığını” bildirmiştir. (Nisâ 4/ 15-16; A’raf, 7/80-84; Şuarâ 26/161-175).
Üstelik insanlığı ve nesli ifsad edecek birer günah olarak zina ve eşcinselliği haram sayan ve tel’in edip yasaklayan hükümler, tahrif edilmiş Tevrat ve İncil’de de vahyin tahrif edilmeyen parçaları halinde var olmayı sürdürmektedir.
Bütün Rasûllere inzal edilen vahiylerde ve Kur’an’da yer alan bu tür haramlar ve ihdas edilen yasaklarla, insanın yaratılış kodlarına/fıtratına uygun nezih ve meşru bir cinsel hayat yaşaması ve insan neslinin korunması ile sağlıklı bir şekilde devamının sağlanması hikmeti gözetilmiştir. Allah Teala, insanın fıtratına yani yaratılış gereği sahip olduğu bedensel ve ruhsal özüne aykırı her fiili yasaklamıştır. Böylece, insan fıtratının korunması ve vahyin yol göstericiliğiyle, yani temiz fıtrat ile vahyin birleşmesiyle (Bakara, 2/27) sağlıklı nesillerin, ahlaklı, adil ve emin şahsiyetlerin yetişmesi hedeflenerek, böylece arzda fesad çıkaracak azgınların değil, ahlakı, hukuku ve adaleti hâkim kılacak Müslimlerin, fıtratını koruyan erdemli insanların çoğalmasına zemin hazırlanmıştır.
Erbaş’ın hutbesinde, zinâ ve cinsel sapkınlıklarla alakalı olarak yaptığı uyarılara karşı, haddini bilmez kesimlerce İslâm’ı ve Müslümanları karalayıcı açıklamalar yapıldığı görülmektedir. “Lût kavminin çocuklarıyız” diye pankart taşıyıp Milattan önceki çağların sapkınlıklarının bugünkü temsilcileri konumundaki azgın günahkârların harekete geçip tıpkı binlerce asır öncesi sapkın ataları gibi cüretkârca davrandıkları, fıtrata, insani erdemlere ve İslam’a uygun olanı savunanları neredeyse ülkeden sürüp çıkarmak istedikleri gözlemlenmektedir. Aslında nereye ait olduğu ve nerelerden beslendiği belli laik-Kemalist bir güruh, bu vesileyle yine tuğyanını ortaya koymuş, sapkınlığı “onur” sayan bir edepsizliği adeta kusmuştur. Zinâkâr ve eşcinsel sapkınların çağlar öncesinde Peygamber’i dinlemek, öğüt alıp ıslah olmak yerine onu ve diğer salih müminleri ülkelerinden kovmaya çalışmaları gibi bir durum, bugün de karşımıza bir kısım dernekler, barolar ve kurumlar eliyle aynı cehaletin ibretlik bir zihin kalıbı olarak çıkmış bulunmaktadır.
Ali Erbaş’ın Hutbede İfade Ettiği İlâhî Hükümlere ve İslam’a Karşı Saldırıya Geçen Azgınları Lanetliyoruz
Diyanet Başkanının hutbesi üzerine, öncelikle Ankara, İstanbul, İzmir ve Diyarbakır baroları, ardından da İnsan Hakları Derneği (İHD), CHP sözcüleri ve Atatürkçü Düşünce Derneği ile bazı Alevi kuruluşları tarafından İslâm’a ve değerlerine insan ve hak kavramına ihanet eden sapkın Batının seküler “insan hakları” anlayışı üzerinden saldırıda bulunulmuştur. Ankara Barosu hutbede yer alan zina ve eşcinsellikle ilgili Kur’an hükümleri için “çağlar öncesine ait” demiş. Vahye dayalı değerlerimiz için “kutsal sayılan ve doğma” ifadelerini kullanmıştır. Aynı zamanda, DİB’nın “halkı ellerinde meşalelerle meydanlarda cadı diye kadın yakmaya davet etmesi” ifadelerini kullanarak, kör taklitle peşinden gittikleri Batının orta çağındaki bir başka sapkın uygulamasını İslam toplumuna iftira etmeye kalkışmıştır. İstanbul Barosu da bu ayetlerin gündemleştirilmesiyle “toplumsal nefreti teşvik etmekle, halkı LGBT+ ve eşcinsel bireylere karşı kışkırtmakla” suçlamış ve acil olarak yaptırım uygulanmasını talep etmiştir. Bunların, 28 Şubat sürecinde de İslam düşmanlığıyla başörtülü avukatları barolarına kaydetmemelerini, “ordu göreve ve kahrolsun şeriat” sloganlarının atıldığı eylemlere cübbeleriyle katıldıklarını biliyoruz.
Bu bağnaz çevrelerin, “çağdışı, geri, barbar” iftirasını attıkları İslam’ı belli bir tarih aralığına sıkıştırarak İslam’ın evrenselliğine, bu toprakların kadim medeniyet unsurlarının en önemli harcı olan İslâmi düşünceye her fırsatta olduğu gibi yine savaş açmaya kalkışan dogmatik bir zihin dünyası söz konusudur. Bu câhiller, evrensel hükümler vazeden Allah’ın, Adem’den (as) kıyamete kadar geçerli olan çağlar üstü dini İslam’ı ve ayetlerini “dogma” ve “çağdışı” olarak niteleyip hakaret ederken, gerçek dogmatik zihne ve düşüncelere sahip olan zavallıların kendileri olduklarını unutmaktadırlar. Bunlar, Allah’ın yaratıp yaşattıktan sonra öldürdüğü ve hesaba çekeceği bir fâni olan önderlerini ilahlaştırıp bu âciz fâninin çoğu sapkın Batıyı taklide dayalı fikir, uygulama ve ilkelerini tartışılmaz ve değiştirilmez kılarak dogmalaştırdıklarını ve bu sebeple ne kadar geri ve aşağı bir duruma düşmüş olduklarını bile fark etmeyecek kadar cahil ve taassup ehlidirler.
Bu yüzden, söz konusu bâtıl ideoloji sahipleri, önderlerini ve hevalarını ilahı edinmiş olanlar, Kur’an’ın, zina ve eşcinsel yozlaşmayı, günah ve sapkınlık olarak nitelendirip yasaklayan âyetlerini “nefret suçu” bağlamında değerlendirmekten utanmıyorlar. Bu durum, onların İslâm’a, Müslümanlara ve değerlerine yönelik her zamanki düşmanlıklarını, kin ve nefretlerini yansıtmaktadır. Sapkınlığı “normalleştirmek ve yaygınlaştırmak” amacıyla hareket eden bir kısım yapılanmalar uluslararası düzeyde de desteklenmektedir. Çocuklarımıza, gençlerimize ve nesillerimize bir “insan hakkı” olarak sunulan cinsel sapkınlık, insanlığın ifsadını, toplumun çöküşü ve ailenin yok edilmesini hedefleyen büyük bir zulüm ve tuğyandır.
Laik Kemalistlerin meselesi, Kemalist sistemin emrinde konumlanmış laik Diyanet ve başkanıyla değil, yüzyıldır düşman bilip yok etmek istedikleri İslam iledir. Tahammül edemedikleri husus, Allah’ın hükmünün açıkça ifade edilmesidir. Aslında bütün düşmanlıkları, nefret ve kinleri, İslam’ın hükümlerine, Kur’an’ın “nuru”nadır. Kendi azgın zanlarınca, kudurmuşçasına ağızlarından saçılan salyalarıyla “Allah’ın nurunu söndürebileceklerini” sanırlar. Hâlbuki bu idraksiz “kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır” (Tevbe, 9/32). Bilinmelidir ki, biz, onların ilah edindikleri ve taptıkları önderlerini de yaratmış, yaşatmış ve öldürmüş olup hesaba çekecek, kendilerini de yaratıp yaşatan ve sonra öldürüp hesaba çekecek olan bir Allah’a kulluk yapmaktayız. “De ki: ‘Ey insanlar, eğer benim dinimden herhangi bir şüphede iseniz, bilin ki ben, Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat sizin hayatınıza son verecek (sizi öldürecek) olan Allah’a kulluk ederim. Bana mü’minlerden olmam emrolundu.” (Yunus, 10/104).
Kendilerini yaratan, yaşatan ve hayat tarzı belirleyen Allah’a isyan ederek, zinayı ve eşcinsel ahlâksızlığı savunan ve bu çirkinliklerin eleştirilmesine bile tahammül edemeyen bu kesimleri şiddetle tel’in ediyor, lânetliyoruz. Kur’an hükümlerinin bir kısmını ortaya koyup Hak olanı ifade eden uyarıları dolayısıyla saldırıya uğrayan Ali Erbaş’ı sadece bu açıklamasıyla sınırlı olarak destekliyoruz.
Hutbe Bağlamından Kalkarak, Erbaş’a ve Temsil Ettiği Diyanet’e Sorularımız Var
Ali Erbaş’a da diyoruz ki; laik Kemalist sistem, baskıcı seküler eğitim, kültür, politika ve programlarıyla, laik yasaları, seküler hukuk sistemi ve kapitalist ekonomisiyle, pislik kusan TV dizileri ve programlarıyla bu tür sapkınlıkların kolayca ve yaygın biçimde yetişmesi ve üremesi için çok müsait bir bataklık oluştururken, neden bu bataklığa dikkat çeken bir uyarınız, bütün yozlaşmanın kaynağı olan laik Kemalist sisteme dair Hakk’ı haykıran bir söylem ve duruşunuz söz konusu olmamıştır, olmamaktadır?
Peki Diyanet İşleri Başkanı neden böyle bir hutbe okumuştur? İslam’ın ve Kur’an’ın hakikatlerini açıklama, bu toplumsal sorunlar hakkındaki Allah’ın hükümlerini anlatma sorumluluğu ile hareket etmişse ya da bir başka açıklamasında ifade ettiği gibi “Rabbimizin ‘İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun.’ (Al-i İmran 104.) emrini yerine getirmeye” çalışmış ise aşağıdaki sorularımıza ne cevap verecektir?
1. Aynı sorumluluk gereğince neden hevanın ilahlığı ve şirk olan Kemalizm, Laiklik, ulusalcılık ve demokrasiye karşı Allah’ın hükümlerini hatırlatan tek bir beyanı yoktur? Üstelik bu resmi ideoloji, hevaya dayalı sistemler ile seküler hayat tarzı, cinsel sapkınlık ve zinaya da zemin hazırlamaktadırlar. Yani zina ve cinsel sapmadan daha geniş ve daha kuşatıcı bir ifsadın kaynağıdırlar. Cahiliye dönemimde bulunduğum Danışma Meclisinde verdiğim önerge ve yaptığım çalışma ile 1982 anayasasının Danışma Meclisi genel kurulunda kabul edilen metninde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili 190. madde şu şekildedir: “… Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam dininin gerçek kural ve ilkeleri doğrultusunda, …, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir…”. Bu metin 5 kişilik genarak grubundan oluşan MG Konseyince değiştirilip “DİB’nın laiklik ilkesi doğrultusunda… özel kanunundaki görevleri yerine getirir” şekline dönüştürülmüş olup bugün bu madde geçerlidir. Peki neden, D.İ. Başkanlarının Diyanete biçilen bu laik anayasal konuma tek bir itirazları yoktur? Neden hâlâ laik bir kurum olma konumuna uygun davranılmaya devam edilmektedir? Diyanet İşleri Başkanlarından Nuri Yımaz’ın ifadesiyle “Laiklik bir işbölümüdür, dünya işleri TBMM’ne, din işleri de Diyanet İşleri Başkanlığı’na bırakılmıştır.” diyebilecek kadar laikliği içselleştirmiş bulunmaktadırlar. AKP Hükûmetinin 2003 yılında atadığı ve 7 yıl Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Prof. Ali Bardakoğlu da, Star Gazetesi’nde yayımlanan röportajında, aynı anlama gelen şu beyanda bulunuyor: “Biz din-devlet işlerinin ayrı olmasını önemli bir imkân olarak görüyoruz; ama siyasete, yasama, yürütme ve yargıya karışmadığımız kadar, bize karışılmasını da doğru bulmuyoruz.”. Bu yaklaşımlarıyla, benim cahiliye dönemimde anayasaya koydurduğum metnin seviyesine bile ulaşamamış ve laikliği içselleştirmiş görünmektedirler.
Buna rağmen, AKP iktidarına aktif destekçi olmakla maruf çevrenin Akit yazarı Kenan Alpay, “Diyanet İşleri’nin görevi, Kur’anı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’de beyan edilen hakikatleri uygun bir üslub ve hikmetle topluma taşımaktır” diyecek kadar gerçekle alakası olmayan bir beyanda bulunabilmiştir.
Çok açıktır ki, laik rejimin Diyanete yüklediği misyon, Müslümanların İslam’la ilişkilerini, “namaz, hac, oruç” gibi bireysel ibadetlerle sınırlı tutmak ve dinin kamu alanına müdahale etmesini engellemektir. Camilerde Kur’an’ın, laik rejimin kabul etmeyeceği ayetlerinin açıklanmasına fırsat vermemek, Allah’ın ayetlerinin özellikle rejime ters gelen bir kısmını ketmetmek/gizlemektir. Ve yeri geldiğinde laik rejimi övmek, camileri dolduran iyi niyetli fakat İslam şeriatından habersiz insanlara laik rejimin ve ilkelerinin “güzelliklerini”(!) anlatmaktır. Laik gayri İslami yönetime, İslami fetvalarla destek sağlamaktır. Camilerde toplumu (Allah’ın adını kullanıp) Allah ile aldatarak laik projeleri, kabul ettirmeye çalışmaktır. Nitekim Atatürkçü Düşünce Derneği, CHP İlçe Teşkilatları ve kimi Alevi-Bektaşi Dernekleri de yayınladıkları bildiride Cumhuriyeti eşcinsellikle örtüştürürcesine Diyanet için “Cumhuriyet kurumu olmaktan uzaklaştığı ve Anayasal görevlerinin dışında hareket ettiği görülmektedir… her konuda şer’an fetva veren bir kurum niteliğine dönüşmüştür… Laik hukuk sistemi kurallarını gözeterek görev yapması gereken Diyanet İşleri Başkanlığı, din ve inanç özgürlüğü sömürüsünü ileri noktalara taşımaktadır.” ifadelerini kullanmışlar ve bu anayasal konumu hatırlatmışlardır. Bugüne kadar ve bugün hâlâ, Diyanet Başkanları tarafından, İslam’a aykırı olan bu laik konuma neden itiraz edilmemektedir?
2. 2004 yılında AB’den takdir almak uğruna zina suç olmaktan çıkarıldığında Diyanet neden susmuştur? 2011 ve 2014 yıllarında Aileyi ifsad edip eşcinsellik ile eşcinsel evlilikleri yasal güvenceye kavuşturan İstanbul sözleşmesi yapılırken, bu sapkınlığı teşvik sözleşmesi TBMM’de hiç tartışılmadan yarım saat süre içinde tüm partilerin oy birliğiyle onaylanırken, 6284 sayılı yasa çıkarılırken ve yıllardır ve hâlâ yürürlükte iken neredeydiniz? Neden hâlâ bu temel saptırıcı sözleşme ve yasalara itirazınız yoktur? Üstelik Erbaş’a azgınca saldırıp suç duyurusunda bulunanlar, gerek laik Kemalist resmi ideolojinin gerekse uluslararası anlaşma statüsündeki İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanununun bu tür sapkınlıklara alan açan muhtevasından aldıkları destekle bu kadar cüretkâr davranabilmektedirler. Ankara Barosu bile yaptığı son açıklamada Diyanet İşleri Başkanlığının hutbesine karşı yaptıkları açıklamanın temel dayanağının İstanbul sözleşmesi olduğunu belirtip İstanbul Sözleşmesi’nin korunması gerektiğini söylüyor. İHD genel merkezi İstanbul Sözleşmesini referans göstererek her türlü “cinsel yönelim” ve kimliğin doğal ve zorunlu olduğunu ifade ediyor.
Hükûmet, İstanbul Sözleşmesi, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve 6284 sayılı kanun gibi uygulamaların işlerliği için Diyanet imamlarına hizmet içi eğitim verdi, MEB’in pilot okullarında ve üniversitelerde dersler konuldu ve öğrencilerin o körpecik zihinleri kirletildi. Ayrıca, İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı kanun ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği gibi uygulamalar sadece cinsel sapkınlıkların temelini oluşturmuyor, kadının beyanı esastır diyerek, eşler arasındaki en ufak bir anlaşmazlıkta eşlerin evlerinden uzaklaştırılmaları ile âilelerin parçalanması, boşanmaların rekor seviyede artması sağlandı, bu uygulamaların neticesinde beş yılda 2 milyon erkek evden uzaklaştırıldı.
AKP iktidarında zinanın suç olmaktan çıkması ve aynı iktidarın imzaladığı bu sözleşme ve paralelinde çıkardığı yasalarla, bütün yaşlar için olduğu gibi 15-16 yaşında da zina serbest hale getirilirken, Allah’ın emrine uyarak bu yaşlarda nikâhla evlenmek ağır cezalık suç haline getirildi. Bu yüzden söz konusu yaşlarda binlerce genç flört ve zinayı serbestçe yaşar ve yaygınlaştırırken, binlerce genç erkek evinden ailesinden koparılıp ağır cezalar verilerek zindanda çürütülmektedir. Bütün bu rezalet ve vahşeti seyredip müdahale etmeyen Diyanet ve iktidar, Allah’a, topluma ve mazlumlara nasıl hesap verecektir?
Bu Sözleşme’nin 4. maddesi LGBT haklarını güvence altına alıyor; 12. maddesi, “kadına ve erkeğe ilişkin alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan” örf, adet, gelenek ve her türlü uygulamayı “kökünden kazımayı” amaçladığını söylüyor. Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf bir şeylerin yanlış gittiğini anlamış ve 2009 Haziranında Viyana’da yapılan Avrupa Konseyi Aileden Sorumlu Bakanlar Konferansı’na katılmış ve “farklı aile formları” diye bir kavram geçtiği için tavsiye karar metnini imzalamamıştı. Sebep, bu kavramın eşcinsel aileleri de içeriyor oluşuydu. Yurda döndüğünde niçin imzalamadığını anlattı ve şu çıkışı yaptı: “Eşcinselliğin bir hastalık olduğuna inanıyorum.” Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ “Bunları kişisel özgürlük meselesi olarak ele almak lazım” demişti. AK Parti Sivas Milletvekili Nursuna Memecan ise Kavaf’ın açıklamaları için “talihsiz sözler” açıklamasını yaptı. O dönemde AB Başmüzakerecisi olan ve Erdoğan’ın sürekli baş tacı olan Egemen Bağış ise Der Spiegel’e verdiği demeçte, “Ben eşcinselliği bir hastalık olarak görmüyorum” dedi. Selma Aliye Kavaf 2011’den sonra siyaset alanından silindi. 2011 seçimlerinden sonra Bakan da, Bakanlığın adı da değişti. Yeni Bakan, Erdoğan’ın sürekli bir makam vererek baştacı etmeyi sürdürdüğü Fatma Şahin, 19 Eylül 2011’de Rixos Grand Hotel’de LGBT örgütlerin de bulunduğu bir toplantıda STK temsilcileriyle bir araya geldi. Bakan o toplantıda eşcinsel haklarının anayasal güvence altına alınmasına “pozitif yaklaştığını” ifade etti. Büyük ifsad kaynağı İstanbul Sözleşmesi de Fatma Şahin döneminde imzalandı ve bu yüzden KOÇ Topluluğu, içinde LGBT’nin de yer aldığı Mor Çatı ve CHP’li Belediyeler tarafından kendisine ödül de verildi.
İşte âileyi dağıtan, eş cinselliği yaygınlaştıran, toplumu sekülerleştirip yozlaştıran bütün bu politikaları ve uygulamaları; AKP hükümeti, Bakanlıkları, Kurumları ve yandaş STK’ları gerçekleştirmektedir. R. Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’ın da içinde yer aldığı AKP’li kadınların öncüsü olduğu KADEM de, âileyi ifsâd edip aileyi teşkil eden eşleri birbirinin rakibi ve sözde “kadını koruma” adı altında gerçekleştirilen adaletsiz uygulamalarla neredeyse birbirinin düşmanı haline getiren yasa ve sözleşmelerin en tavizsiz savunucuları arasında yer almaktadır. Açılımı “Kadın ve Demokrasi Vakfı” olan bir kuruluştan bundan başkası da beklenemez. Çünkü demokrasi hevanın ilahlaştırılması ve insanlık için tek huzur ve adalet kaynağı vahyin belirleyiciliğine başkaldırıdır.
Bütün tepkilere rağmen AK Parti sözleşmenin uygulanmasında ısrar ediyor hatta daha etkin uygulanması için mecliste gruplar oluşturup çalışmalar yapılıyor. KADEM gibi hükümet yanlısı bir dernekle, Mor Çatı gibi hükümet karşıtı, din düşmanı, LGBT destekçisi kadın dernekleri bir araya gelip aynı konuda uzlaşıyorlar. “Türk Kadınlar Birliği, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Kadın Dayanışma Vakfı ve KADEM’in de TBMM’deki komisyon toplantısında yer aldığını görüyoruz.
AKP’nin iradesi ve oylarıyla çıkarılan bu sözleşme ve mevzuata göre, aslında İstanbul Sözleşmesi tam olarak uygulansa Diyanet İşleri Başkanı da yargılanır. Yine AB isteğiyle uygulanan “toplumsal cinsiyet eşitliği” politikaları da aileye ve yerli kültüre yönelik büyük bir tahrîbata ve yozlaşmaya yol açmıştır. Nitekim sözleşmenin ve LGBT+ haklarının savunucularından biri olan Kaos GL derneği, “İstanbul Sözleşmesi silah, Grevio Raporu mermidir” diyerek sözleşmeyi sahiplenmektedir. Eşcinsel ve Feminist derneklerin çatı kuruluşlarından biri olan Türkiye Kadın Federasyonu başkanı Canan Güllü, “herhangi bir konuda sözleşmenin delinmesi durumunda canımız pahasına sokağa çıkarız” diyerek kararlılığını ortaya koymakta ve sözleşmenin etkin uygulanması çağrısı yapmaktadır. Bu sözleşme ve ona uyumlu mevzuat sonucunda, “Benim bedenim üzerinde kimsenin söz söyleme hakkı yok, istediğimiz gibi hareket ederiz. ‘İ…’yiz, var mı diyeceğiniz? ‘O…’ yuz, var mı diyeceğiniz?’” yazılı pankartlarla büyük şehirlerin meydan ve caddelerinde yüz binlerin gözü önünde ahlâksızlıklarını sergileyenler AKP döneminde örgütlenip meydanlara daha cüretkarca çıkabildiler. İstanbul ve Cedaw sözleşmelerinin gölgesindeki bir hukuk sistemi sadece aile yapımızı parçalamıyor. Çocuklarımızın da gittikçe özünden uzaklaşmasına neden oluyor. Son yapılan anketlerde, “dindar” ailelerin çocuklarında sekülerleşmenin zirveye çıktığı ve deizmin yaygınlaştığı, eşcinselliğe bile, şahsi “bir tercih” olarak görüp saygı duyduklarını ifade ettikleri gözlemleniyor.
Kemalist bir bakana bırakılan eğitim alanında, Kemalist dönüştürme ve sekülerleştirmeye yönelik uygulamalar hızla sürdürülüyor. Bu ülkenin çocukları, bu hale kendi kendine gelmediler, bahsedilen hükümet politikalarının bu yozlaşmada büyük etkisi olduğu açıktır. Hatta son 10 Kasım günü birçok okulda, ilk ve ortaokul çocukları öğretmenleri tarafından Mustafa Kamal’ın büstü ya da posteri önünde secde ettirildiler. Bütün bunlar yaşanırken, Diyanet Başkanları neden sustular? Körpe ruhlara yönelik bu saldırıya ve büyük vahşete karşı Ali Erbaş’tan bir açıklama ve itiraz yükseldiğini neden duymadık? Neden, secde yalnız Allah’a yapılır, okullardaki bu uygulama çocukları putperestliğe, şirke zorlamaktır ve büyük zulümdür diyemediler?
LGBTIQ+ yapılanması, ismini lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, interseksüel, queer kavramlarının baş harflerinden alıyor. Bu sapkın hareket “+” sembolüyle de cinsel anlamda kendisini henüz tanımlanmamış kim varsa kabul ettiğini belirtiyor. Kısaca homoseksüel hareket olarak adlandırabilecek bu akım, biyolojik cinsiyetle toplumsal cinsiyeti bağımsız olarak ele alıyor. Bu sapkınlar, özgürlüğü Allah’a karşı başkaldırı ve azgınlık anlamında kullandıkları için, artık pedofilinin (çocuk seviciliği) bile birer “insan hakkı” olduğunu yüksek sesle söyleyebilmektedirler. Uluslararası sözleşmelerin dayatması ve ciddi lobicilik çalışmalarıyla devletleri baskı altına alıp, bu çalışmalarına yasal zemin hatta yasal koruma sağlatabilmektedirler. LGBT aktivizmi ile toplumlarda asırlardır oluşmuş, onları bir arada tutan, emperyalist sömürüye karşı adeta kalkan görevi yapan toplumsal değerleri yok etmek, aileyi parçalayıp nesilleri bireyselleştirerek sapkın amaçları ve emperyalist projeleri doğrultusunda kolayca kullanmak istemektedirler. LGBT aktivistleri bu hedeflerine ulaşmak için her türlü propaganda yöntemini ustaca kullanmaktadırlar. Bu sapkınlığı yaygınlaştırmayı “hak” mücadelesi kamuflajı altında masumlaştırmak en büyük aldatma taktikleridir. CHP’li kimi ilçe belediyelerinin “Kent Konseyleri”, insan hakkı savunuculuğu adı altında “Eşcinsel çocuklar, lezbiyen çocuklar, travesti çocuklar” diye pankart yapacak kadar ileri gittikleri görülmektedir. Eşcinselliği insan hakkı olarak göstermek, hatta bunu çocuklara kadar indirgemek, ABD ve AB’nin küreselleşme döneminde dünyaya dayattığı, toplumları ayakta tutan bütün değerleri yıkıma uğratma girişiminin sonuçlarıdır.
Siyaset, hukuk, ekonomi, aile ve eğitim hayatı İstanbul Sözleşmesinin cinsiyetçi ve sapkınlıkları meşrulaştıran ruhuyla yapılandırılırken, barolar LGBT+ hakları merkezi açarken, okullarda toplumsal cinsiyete dayalı eğitimler verilirken, hatta Diyanet görevlileri bile bu sözleşmeye göre eğitilirken DİB ne yapıyordu?
3. Zinaya giden yollardan biri de TV dizileri ve benzeri programlar. Bunlar gözden geçirildiğinde Türkiye’nin ahlâksız dizilerde dünyada öne çıktığı dikkati çekiyor. Hükümetin bunları belirli bir disiplin içerisine almak için hiçbir çaba göstermediği, ilgilenmeyip serbest bıraktığı görülüyor. DİB’ndan neden bir itiraz ve ıslah çabası gelmiyor ve bu sapkın gündeme müdahale etmiyor?
4. AKP döneminde alkol üretimi ve tüketimi de artmış olup kimi AKP yetkilileri bunun ekonomik gelişmeye katkısıyla övünmüşlerdir. Binali Yıldırım,14.3.2014 tarihinde yapılan bir TV programında diyor ki; “Tekirdağ’da 2 rakı fabrikası vardı, bizim dönemimizde şimdi 18 tane oldu.”Mart.2019 seçimlerinde AKP İzmir Belediye Başkan adayı Nihat Zeybekçi de, CNN Türk’te yayınlanan programda “İzmir’de şarap üretimini destekleyeceğim. Bu bir ekonomidir, ticarettir. Ben Diyanet İşleri Başkanı değilim. Orası beni hiç ilgilendirmez.” diyor. AKP iktidarında rakı şarap fabrikaları sayısı zirveye çıkarılırken başbakan ve bakanlar bunu yapmakla övünürken neredeydiniz?
5. Kumar da AKP döneminde tırmanışa geçmiş bulunmaktadır. Devlet eliyle oynatılan “Milli Kumar”ın çeşidi arttırılmış, “Milli Piyango” ve “Şans Topu, 10 Numara, Sayısal Loto”ya ilâveten “iddaa” diye yeni bir kumar çeşidi uygulamaya konmuştur. “Yerli ve milli” Kumar olan piyangoya “iddia” gibi ilave kumar çeşitleri ilave edilirken nerede idiniz?
6. Laik Kemalist sistemin başbakanı, “lailklik ve demokrasi İslam ile bağdaşır”, “din bireyseldir”, “ekonominin, paranın dini imanı omaz”, ““İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. Siz İslam’ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız.” açıklamaları sık sık yaparak açıkça İslam’ı tahrif etmeye kalkıştığında ve kendisini İslam’a nispet eden kitleleri laikleştirmeye çalıştığında neden hiç sesiniz çıkmadı? Neden Allah’ın hükmünü “zina ve eşcinsellik” konusunda yaptığınız gibi açıkça ortaya koymadınız, neden vahyin bu iddiaları yalanladığı hakikatini söylemeyip susarak “dilsiz şeytan” konumuna düşmekten hiç korkmadınız? Neden “emr-i bi’l ve maruf nehy-i ani’l münker” sorumluğunuz aklınıza hiç gelmedi? Hâlbuki “zina” da “eşcinsellik” de özellikle AKP iktidarı döneminde uygulanan bu tahrifat ve sekülerleştirme, yozlaştırma sürecinde daha bir artıp yaygınlaştı.
7. Ülkeye zorbalıkla egemen kılınan laik Kemalist ideolojinin, Kemalizm dininin her resmi bayramında neden hutbeleri o bayramlara tahsis etmekten kaçınmadınız? İslam’a savaş açan laik sistemin kurucularını ve ilahlaştırılan önderlerini neden hep yücelterek “rahmet ve minnetle anmak” ölçüsüzlüğüne göz yumdunuz?
8. Sizi göreve getiren bu iktidar da, yaklaşık 20 yılda daha önce sisteme direnen “dindar” kesimleri de sekülerleştirip, Allah ile aldatarak sistemin içine çekip laiklik bataklığında kirletirken, üstelik geç de olsa itiraz ettiğiniz “zina” ve “eşcinsellik” de bu vasatta daha çok gelişip yaygınlaşmışken, neden işin esasına, yani bataklığa dair bir uyarınız, itirazınız ve ıslah çabanız yoktur?
Bu Büyük Çelişkiler Sebebiyle, Erbaş’a ve Destekçisi İktidara Soruyoruz: Yoksa Hutbe ve Sonrası Yaşananlar Bir Mizansen mi?
Yoksa, bütün bunlar bir mizansen mi? Yani bir yandan ailenin ifsad edilmesi, zina ve eşcinsellik dâhil bütün yozlaşmaların kaynağı olan laik yasalar, zinanın suç sayılmaktan çıkarılması, içki fabrikalarının arttırılması, kumarın yaygınlaştırılması benzeri uygulamalar sürdürülürken, zina ve eşcinselliği koruma altına alan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 gibi yozlaştırıcı sözleşme ve yasalar ısrarla uygulamada tutulurken, böyle bir hutbe okunarak ve saldırıya uğrayınca da en tepe yöneticisinden tek tek bakanlara kadar iktidar tarafından sahip çıkılarak, kamuya açık seri destekler verilerek, STK’lar destek için organize edilerek ne amaçlanmıştır? Yoksa açıklanan sebeplerle yıpranmış olan iktidarın “muhafazakâr kesimler” nezdinde imajının düzeltilmesini ve yeniden iktidar çevresinde toparlanmalarını temin etme amaçlı bir operasyon mu yapılmıştır?
Eğer böyle değil de Ali Erbaş samimiyetle bu hutbeyi irad etmişse, neden daha büyük sapmalara, en büyük zulüm olan laik Kemalist şirkle topluma hükmedilmesine, İslam’ın tahrif edilmesine ve Müslüman halkın laikleştirilmesine tek bir itirazı ve Hakk’ı ortaya koyan hutbesi ya da açıklaması söz konusu olmamaktadır? İktidar da, Ali Erbaş’ın zina ve eşcinsellik konusundaki açıklamasını doğru ve haklı bulup desteklemekte samimi ise, neden hâlâ zinaya ve eşcinselliğe koruma ve teşvik sağlayan İstanbul Sözleşmesi feshedilmemekte ya da bu uluslar arası sözleşmeden imza çekilmemekte, neden AKP döneminde suç sayılmaktan çıkarılan zina yeniden suç kapsamına alınmamaktadır?
İnsanları aldatmaktan vazgeçip dürüst olun. Bu yozlaşmaya, zina ve eşcinselliğe samimiyetle karşı çıkıyorsanız gerekli adımları atın, üzerinize düşen görevleri yerine getirin ve ikiyüzlülükten kurtulun. Yahut da yozlaşmanın asıl sahibi olarak sebep olduğunuz münkeri hem sürdürüp hem de halkı Allah ile aldatmaya, itibar ve imaj operasyonları yapmaya devam ettiğiniz takdirde, biz Müslümanlar, ahmak yerine koyduğunuz topluma sizin bu çirkin siyasi atraksiyonlarınızı ifşa etmeye devam edeceğiz inşaAllah.
Mehmet PAMAK