Şükrü HÜSEYİNOĞLU
DOĞRU CAMİLER AÇIK, FAKAT NEYE?
“Hem suçlu, hem güçlü” nitelemesi tam da bu haller için kullanılmış olsa gerek. “Pişkinlik”, “yavuz hırsızlık” da yaşananları anlamada ve anlatmada yardımcı olabilecek ata yadigarı tabirler. “Azgın azınlık” olarak da nitelendirilen laik-jakoben çevrelerin, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Avrupa Parlamentosu’nda Avrupalı muhataplarınca Türkiye’deki Hıristiyan azınlıkların dini özgürlükler alanlında yaşadıkları sorunların dile getirilmesi karşısında sarf ettiği "Türkiye'de sadece gayrimüslim azınlıklar değil, Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor" sözleri üzerine kopardığı gürültüyü görüyorsunuz.
“Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” taktiğini devreye koyup Babacan’ı bu sözleri söylediğine pişman etme kampanyası başlatmış bulunuyor, başta cahiliye medyasında köşe başlarını tutmuş olan medyaşörler olmak üzere bilumum jakoben takımı.
Artık klasikmiş, hatta bayatlamış söylemler eşliğinde Müslümanlara adeta şunu söyleyip duruyorlar günlerdir: “Siz gidi nankörler! Kadir-kıymet bilmezler! Size bahşettiğimiz bunca özgürlük neyinize yetmiyor!”
Yıllardır değişmeyen, üstüne yeni bir şey konulamayan söylem malum: “Camiler sonuna kadar açık, kimsenin namazına, orucuna karışan mı var!”
Birisi de çıkıp, birkaç cümlelik bu kalıbı yıllardır sakız gibi çiğneyen jakoben takımının ezberini bozacak şu soruyu sormuyor: Doğru camiler açık, fakat neye açık? İslami değerlerin sansürsüz ve çekincesiz anlatılıp yaşanmasına mı, yoksa laik sistemin müdahalesine, istismarına ve propagandasına mı?
Şu sorunun doğru yanıtı nedir: Dindar insanlar tarafından yaptırılan ve inşaatı biter bitmez laik sistemce memur ataması yapılıp el konulan camiler, makro planda fiilen kimin hizmetindedir? İslam’ın ve Müslümanların hizmetinde midir, yoksa aslında camiyle, namazla bir ilgisi olmadığını, cami ve namazın kendi işleyişinde yeri bulunmadığını baştan deklare etmiş olan laik sistemin hizmetinde midir? Camiler olması gerektiği üzere İslami değerlerin sansürsüz, çekincesiz dillendirildiği yaygın bir İslami eğitim kurumu olarak mı işlev görüyor, yoksa laik sistemin bir propaganda alanı olarak mı? Cuma günleri hutbelerde İslam’ın hakikatleri mi dillendiriliyor, yoksa laik sistemin “kutsal” gün ve haftalarının propagandası mı yapılıyor?
Doğrudur, camilerde namaz kılana kimse bir şey demiyor. Hatta laik sistem bu iş için memur bile atıyor. Halkın yaptığı camileri inşaatı biter bitmez kendi işletmesi altına alıyor. Fakat bunu Müslümanları ve İslam’ı çok sevdiği için yapıyor değil! Garip ama gerçek: Bu ülkede camiler de sistem tarafından işletiliyor, -çok af edersiniz- genelevleri de. Yani sistemin derdi şu: Bu ülkede namaz kılınacaksa da benim inisiyatifimde olmalı, fuhuş yapılacaksa da. Bir dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, sistemin bu yaklaşımı şöyle ifade etmişti: “Bu ülkeye milliyetçilik lazımsa onu biz yaparız, komünizm gerekirse onu da biz getiririz!”
Kısacası, laik sistem işi biliyor. Camileri ve namazı yasaklayıp başına iş alacağı yerde, camiyi ve namazı kendi kontrolü altına alıp işlevsizleştiriyor. Bir uyanış ve diriliş mekanı olan camileri namaz kılmak için girilip çıkılan bir işlevsizliğe mahkum ettiği gibi, özellikle Cuma namazlarında Diyanet eliyle okuttuğu hutbelerle de hem kendi laik yapısına ve işleyişine uyarlanmış bir din peydahlayıp propaganda ediyor, hem de zaman zaman halka hutbeler aracılığıyla ulaştırmak istediği mesajları veriyor.
Türkiye’de İslam’a ve Müslümanlara baskı olmadığını iddia edenler ve buna da camilerin açık oluşunu delil olarak ileri sürenler aslında koca bir yalanın sözcülüğünü yaptıklarını gayet iyi biliyorlar. Dindar insanların ibadetlerini yerine getirmek için binbir zorlukla inşa ettiği camilerde İslam’a ve Müslümanlara ne kadar hayat hakkı tanınıyor? Allah’a ibadet için inşa edilen camilerde laik sistem tarafından Allah’ın ayetlerine sansür uygulandığını, İslam’ın sosyal ve siyasal alandaki hükümlerini bildiren ayetlerin gündem edilmesinin yasaklandığını ve yerlerine sistemin belirleyip dikte ettiği konuların anlatıldığını bilmeyen mi var?
Meselenin diğer boyutunda, yani kimsenin namazına-niyazına karışılmadığı iddiasında da aslında laik-jakoben medyaşörlerin yazıp çizdiğinin koskoca bir yalan olduğunu kendileri dahil herkes bilmektedir. “Camiler açık, kimsenin namazına karışan yok” sakızını çiğneyip duran medyaşörler bu ülkede namazını kılma konusunda çok büyük zorluklarla karşılaşan on binlerce Müslümanın bulunduğunu çok iyi bilirler. Nasıl bilmesinler, kendi kurumlarında bu zorlukları bizzat kendileri yaşatıyor zira. Bir süre çalıştığı Vatan gazetesinden yalan-dolan ve baskılara dayanamayıp ayrılan gazeteci Yüksel Göktürk bir ay kadar önce orada yaşadıklarını anlatmıştı Zaman gazetesine. Göktürk, cahiliye medyasındaki baskıyı şöyle dillendirmişti:
“Eğer inançlı bir insansan bitti. Herkes bunu yaşıyor gazetecilik yaparken. Sorarsan eğer namaz kılmak yasak değil ama mahalle baskısı, servis baskısı ve medya baskısı var işte. Onların mantığına göre ‘Bizden değilsin.’ Sadece haftada bir cuma namazına gitsen bile sen öteki Türkiye’sin. Bu bünye almıyor seni. Ancak yalvaracak da değiliz ‘beni al’ diye. Ben sana yalakalık etmek, inancımdan kişiliğimden taviz vermek zorunda değilim. Vermem de zaten. Sen bana işe alırken sigara içiyor musun diye sordun, üniversite mezunu musun diye sordun, tecrübelerimi sordun. Niye oruç tutuyor musun, namaz kılıyor musun diye sormadın. O zaman almazdın. Benim geçmişimi bilerek aldın.”
Yazımı, sitemiz İslam ve Hayat’ın iletişim bölümüne bir okuyucu tarafından iki gün önce yazılan bir mektubu paylaşarak noktalamak istiyorum. Tam da “Bu ülkede namaz kılana karışan mı var” yalanının yeniden tavan yaptığı günlere denk gelen bu mektubu, mektubu gönderen kardeşimizn ismi bizde saklı kalmak kaydıyla gönderildiği şekliyle buradan dikkatlerinize sunuyorum:
“ben doktorum ve işim gereği nöbetlere kalıyorum.gündüz ve akşam dahil herzaman namaz kılacak yer ve zaman bulmakta çok zorlanıyorum.asistan olduğum için bu işi son derece gizli yapmaya çalışıyorum malesef.hep kaçarak gizlenerek namaz kılıyorum.bulunduğum yerden uzun süreli ayrılamıyorum.yakalanma korkusuyla veya nerde olduğumu açıklamak zorunda kalma korkusuyla çok tedirgin namaz kılıyorum.öncelikle soracağım böyle dar zamanlarda kıldığım namazlarda sünnetleri kılmamam doğru olurmu?ikincisi namaz kılmak için görev başından hiç ayrılamadığımda örneğin ameliyattayken veya ayrılamıycam bir yerdeyken namazlarımı ne yapmalıyım?kazayamı bırakmalıyım,gözlerimlemi kılmalıyım veya nasıl bir çıkış yolu var?son sorum ise alafranga tuvaleti olan bir tuvalette üstünü temiz bir örtüyle örtüp oturarak namaz kılabilirmiyim?namaz kılacak yer ve zaman konusunda okadar çaresiz kalıyorum ki bazen aklıma gelen bir yöntem olduğu için danışmak istedim.cevabınızı mail adresime gönderebilirseniz çok memnun olucam.Allah razı olsun”