Şükrü HÜSEYİNOĞLU

16 Temmuz 2010

DUAYI BİREYSELLEŞTİRMEK

Miladi 29 Mayıs 2010 tarihli Zaman gazetesinde yer alan bir haberden alıntıyla konuya giriş yapmak istiyorum. “1+1 dairelere talep neden arttı?” başlıklı haberde şu bilgiler yer alıyordu:

 

“Toplumsal yalnızlaşma ve çekirdekleşme, konut plan ve seçiminde değişime yol açtı. Engin Yeşil, önceden ekonomik açıdan uygun olduğu için tercih edilen 1+1 ve stüdyo tarzı evlerin, sosyal değişim süreciyle birlikte toplumsal açıdan da önem kazandığını söyledi. Toplumun giderek bireyselleştiğini veya bireyselliklerine fazla önem veren kişilerin arttığını anlatan Yeşil, konut almaya gelen kişilerin bunu ön planda tuttuğunu belirtti.”

 

Batı kültürünün, eğitim-öğretim süreçleri ve medya marifetiyle toplumlara dayatılması, toplumsal yapıların atomize olmasını ve bireyselleşme rüzgârlarının toplumun tüm katmanlarını etkisi altına almasını beraberinde getirdi. Yukarıda okuduğumuz haber, insanların mesken tercihinde bile artık bu kültürün belirleyici hale geldiğini göstermesi açısından mânidar.

 

Yeryüzünün en yaygın ideolojisi haline getirilen bireyci bakış açısının, hayatı “ben” merkezli algılama ve yaşama kültürünün, insanların din algısını da etkilediği söylemek yanlış olmayacaktır.

 

Tek tek fertlerin değil, “Ey insanlar” hitabıyla genelde tüm insanların, özelde ise “Ey iman edenler” hitabıyla Mü’minler topluluğunun idrakini muhatap alan, insanları Allah’ın ipine topluca sarılmaya çağıran (Al-i İmran 3/103), muamelatının ötesinde ibadetleri bile gerçek mânada ancak cemaatle yaşanabilecek Rabbani temelli kollektif bilincin adı olan İslam’ın müntesipleri arasında da bu fasid etkiyi gözlemleyebiliyoruz maalesef. Artık birçok insanın algısında ve pratiğinde İslam neredeyse tamamıyla bir bireysel arınma ve felah arayışı olarak karşılık bulmaktadır.

 

İslam’a inanmakla birlikte bu inancı bilgi ve bilinç düzeyine taşımadıklarında çağın fasid rüzgârlarına ve bunların en etkililerinden bir olan bireyselleşme rüzgârlarına kapılan insanlar, inandıkları değerleri de bu rüzgârın etkisi altında algılayıp yaşamaya yönelmektedir. Bu şekilde zemin bulan bireysel dindarlık olgusu etkisini giderek artırmaktadır.

 

Bireysel dindarlığın somut olarak açığa çıktığı alanlardan biri de dua konusudur. Bireyselleşme ve onunla birlikte yaygınlaşan bireysel dindarlık, Kur’an’ın onlarca ayetiyle Mü’minlere talim ettiği kolektif dua bilincine de olumsuz etki yapmaktadır. Kur’an’ın öğrettiği “Biz”li duaların yerini giderek “Ben”li dualar almaya başlamaktadır. Anadolu’da “Rabbena, hep bana” ifadeleriyle kınamaya konu olan bir bencillik, liberal ifasadın İslam’a inanan toplumlar üzerindeki etki alanını genişletmesiyle tüm değerleri olduğu gibi duaları da belirler olmuştur artık.

 

Müslümanlara hitap eden medya organlarında yer alan ve dolayısıyla toplumun din algısının şekillenmesinde rol oynayan bazı söz sahiplerinin dahi bireysel dindarlık rüzgârlarının etki alanına girmiş olduğu gözleniyor ki, bu da meselenin vahametini artıran bir nokta.

 

Sözlerini Senai Demirci’nin yazdığı ve birkaç yıl önce yayınlandığında çok ciddi bir talep gören “Esmaül Hüsna” adlı çalışma, bireysel dindarlığın “ben”cil dua anlayışının çok bariz bir örneğini teşkil etmişti. Bu çalışmayı dinlediğinde, annemin verdiği ilk tepkiyi hiç unutamam.

 

“En güzel isimler Allah’ındır. O’na o isimleri ile dua edin...” (A’râf 7/180) ayet-i kerimesine uygun olarak Rabbimize isimleriyle duaların yer aldığı bir çalışma olsa da, Rabbimizin Kur’an’la talim ettiği kolektif dua bilincinden çok uzak, “ben”li ve “bana”lı dualardan müteşekkil söz konusu çalışmaya bir süre kulak veren anneciğim, hemencecik bu önemli problemin farkına varmış ve “Bu adam hep kendine dua ediyor. Müslümanlara niçin hiç dua etmiyor?” şeklinde tepki göstermişti.

 

Ne güzel bir tesbit ve tepkiydi anneciğimin bu sözleri. Oysa annem ortalama bir Anadolu Müslümanı olarak İslam’a dair çok fazla kitabi bilgi sahibi değil. Peki nasıl yakalayıvermişti söz konusu çalışmadaki bu temel kusuru? Sanırım bu kusuru görmek için çok fazla kitabi bilgiye de gerek olmadığından. Zira İslam’ın bu konudaki öğretisi o kadar güçlü, o kadar belirgin ki çok fazla kitabi bilgiye sahip olmasa da İslam’ın pratiğiyle irtibatı olan herkes bu öğretiye, yani kolektif dua bilincine bir ünsiyet kazanıyor.

 

“Hep kendine dua etme” problemi, son yıllarda yapılan benzeri çalışmalarda çok sıkça rastladığımız bir durum. Muhakkak ki bu, modern kültürün insanların İslam algısı üzerindeki etkisinin görünür sonuçlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Evet, toplumsal yapıları atomize ederek insanları bireyselleştirmeyi ve öylece kapitalist üretim-tüketim süreçlerinin nesnesi kılmayı amaçlayan modern kültürün ciddi etkileri her alanda olduğu gibi artık insanların din algılarında da yaygın şekilde gözlenebiliyor. Oysa İslam’ın, “biz” bilinci temelinde bir kolektif yönelişe davet eden ve sosyal-siyasal hükümlerinin ötesinde çoğu ibadeti bile ancak cemaat olarak yerine getirilmesi mümkün olan bir dünya algılayış ve yaşayış biçimi olduğunu uzun uzadıya anlatmaya bile gerek yok.

 

Kur’an’ın Mü’minler için yalnızca öngördüğü “biz” bilincini, onun dua öğretisinde de güçlü şekilde müşahede etmek mümkün. Kur’an’da yer alan ve Rabbimizin gerek doğrudan, gerekse Peygamberlerin ve salih kulların dilinden bizlere öğrettiği dualar içinde ferdî dualar çok azdır. Ki onların ekserisi dahi yine bir toplumsal karşılığı olan dualardır. Yusuf ve Zekeriya Peygamberlerin (a. s.) şu duaları gibi:

 

“Rabbim, iktidarı bana Sen bahşettin. sözlerin rüyaların yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaradan! Dünya ve ahirette velîm sensin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni salihler arasına kat.” (Yusuf 12/101)

 

“Rabbim! Benden (iş) geçti, kemiklerim zayıfladı, saçım başım ağardı. Ve ben, Rabbim, sana (ettiğim) dua sayesinde hiç bedbaht olmadım. Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir veli (oğul) ver. Ki o bana varis olsun, Yakuboğullarına da varis olsun. Rabbim, onu rızana layık kıl.” (Meryem 19 / 4-6)

 

Her namazımızda okuduğumuz Fatiha Sûresi ile Bakara Sûresi 201. ve İbrahim Sûresi 41. ayetleri, Kur’an’ın kolektif bilinç eksenli dua öğretisinin sembolü haline gelmişlerdir. Âlemlerin Rabbi’ne birlikte yönelmenin ve “kendine Müslüman” olma sığlığı yerine “herkese Müslüman” olma ufkuna erişmenin öğreticileridir Kur’an duaları. Biz bilinciyle kuşanmanın ve bu bilinçle hayatın inşasına koyulmanın girizgâh cümleleridir…

 

Âlemlerin Rabbi’ne yönelişin özünü teşkil eden dualarımız, Kur’an’ın kolektif bilinç eksenli çağlarüstü öğretisine mi dayanmaktadır, yoksa çağın insanı bencilleştiren bireyselci kültüründen mi neşet etmektedir? Dualarımızı bu çerçevede gözden geçirmekte fayda vardır.