Şükrü HÜSEYİNOĞLU
DÜNYEVİLEŞME SADECE “TEK DÜNYALILAR”IN SORUNU MU?
Şair ne güzel söylemiş; “Derya içredür ol mahiler ki, deryayı bilmezler.” Aslında içre olduğu hâli bilmemek sadece balıklara has bir durum değildir. Genellikle insanlar da bu hâl üzere yaşayıp tüketirler ömürlerini. Zira Rablerinin bahşettiği bilinç menbaı vahiy ve onu kavrayıp hayatla bağını kuracak akıl nimetlerinin varlığına rağmen çoğunlukla insanlar bilinçsizlikle maluldur.
Müslümanlar arasında sıkça gündemleştirilen konulardan biri de bilindiği üzere dünyevileşme sorunudur. Özellikle de İslami mücadele ve dâva sorumluluğunun zayıfladığı bugünkü gibi durumlarda dünyevileşme salt “tek dünyalı” insanların sorunu olmakla kalmaz, İslami anlamda iddia sahibi kesimler üzerinde de etkisini göstermeye başlar. Şu anda Türkiye’de Müslümanlar bünyesinde yaşanan önemli bir sorun da maalesef budur.
İşin gerçeği bu olmakla birlikte maalesef insanımız bu gerçeğin farkında bile olmamaktadır. Dünyevileşmekten bahis açıldığında, dünya hayatını âhirete tercihle ilgili ayetler okunduğunda kimse bu hâli üzerine almamakta, hep başkalarında vehmettiği dünyevileşmeye teori planında karşı çıkmakla ve dünyevileşenleri zemmetmekle iktifa etmektedir.
Öyle ya! Rabbimizin, dünya hayatında kendisine itaat/ibâdet üzere olanlara vaad ettiği ebedi mutluluk yurdu Cennet nimetini bırakıp da şu geçici dünyaya dalıp gitmek, geçici ve sıkıntılı olanı ebedi ve sıkıntısız olan tercih etmek akıl kârı mıdır!
Müslümanlar olarak hep böyle düşünürüz, hep böyle söyleriz ve bu apaçık gerçeklerle başkalarını yargılarız, eleştiririz de bir gün de bu gerçeğin aynasının karşısına geçip kendi boyumuzun ölçüsünü almayı denemeyiz. Geçici dünya hayatını değil, kalıcı âhiret hayatını tercih ettiğimize dair teorik kabul ve iddiamızı pratik hayatımızla karşılaştırmak, Kur’an’ın ölçüleri ve bu konuda da en güzel örneğimiz olan Rasulullah (a.s.)’ın hayatı ve mücadelesi ışığında sağlamasını yapmak aklımıza gelmez.
Projektörleri hep başkalarına çevirmekten kendimizi gözden geçirmeye fırsat bulamayışımızdan mıdır, yoksa iman ettim demek ve belli iddialara sahip olmanın bizi içi ve altı boş bir mutmainliğe sevk etmesinden midir bilemiyorum, bu konuda biz Müslümanlar arasında çok ciddi bir farkındasızlık sorunu olduğunu düşünüyorum.
Dünyevileşmek Ne Demektir?
Dünyevileşmeyi kısaca Rabbimizin Kur’an’da sıkça ifade buyurduğu üzere dünya hayatına râzı olarak onu asıl kalıcı yurt olan âhirete tercih etmek[1]ve dünya hayatını bağlamı olan âhiret bütünlüğünden kopararak mutlaklaştırmak şeklinde tanımlayabiliriz.
İslam dünyayı âhiret bağlamında anlamlandırır. Yani dünya hayatını anlamlı ve değerli kılan, onunla ebedi âhiret yurdunun kazanılacak olmasıdır. Kısacası dünya hayatını kendi başına bir anlam taşımamaktadır. Rabbimizin ona yüklediği âhiret bağlamıyla ise son derece büyük bir anlama ve öneme kavuşmaktadır. Âhiret bağlamında algılanıp yaşanan bir dünya hayatı İslam açısından son derece değerlidir. Nitekim Rabbimiz bu değeri bize şu şekilde bildirmektedir:
“…İnsanlardan öylesi vardır ki, 'Rabbimiz, bize dünyada ver' der; (böylelerinin) âhirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki, 'Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru' der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir.” (Bakara, 2/200-202)
Rabbimiz Kur’an’da defaatle dünya hayatının geçiciliğini ve dünya hayatının da ancak kendisiyle anlam kazandığı asıl hayatın âhiret hayatı olduğunu vurgulamakta ve buna karşı insanlık tarihi boyunca insanların çoğunlukla bu gerçekten uzaklaşarak dünya hayatına râzı olduğunu, dünyayı âhirete tercih ettiğini bildirmektedir:
“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı." (Ankebut, 29/64)
"Ey insanlar! Allah'ın vadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın." (Fâtır, 35/5)
“Sakın kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.” (Tâ-Hâ, 20/131)
“Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar; İşte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir.” (Yûnus, 10/7-8)
İnsanların çoğunun asıl yurdu ve onun ekinini bir kenara bırakıp veya ihmal edip dünya hayatına ve onun ekinine yöneldiğini beyan eden Rabbimiz, bununla ilgili olarak iki kavram kullanır: “Tekâsûr” ve “Tefâhur”.[2] Yani mal ve evlat/taraftar çoğaltma yarışına girmek ve çoklukla övünmek. İnsanların çoğu ne yazık ki hayatlarını bu aldanışlar peşinde tüketir.
Ve nihayet Rabbimiz dünya hayatının geçiciliğine dair şu meseli verir:
“Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp, (rengarenk) süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (afetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi düşünecek kavimler için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (Yûnus, 10/24)
Rabbimizin konuyla ilgili ayetleri çerçevesinde insanların pratik tercihlerine baktığımızda bugünün insanının da maalesef daha çok dünya eksenli, dünya hayatını merkeze alan, ona râzı olan bir tercih ve pratik içinde olduklarını gözlemleriz. Bunun yanı sıra, temelde tercihini dünya hayatının da anlamını teşkil eden âhiretten yana yapmış olan iddia sahibi Müslümanlar açısından baktığımızda ise pratikte farklı derece ve düzeyde yönelimlerle karşılaşırız. Ki bu makaledeki üzerinde durmak istediğimiz konu da budur.
Meramımızı bir misalle anlatmaya çalışalım: Sabah ezanı okundu, Allah, âhiret diye dertleri olan insanlar saat kurarak veya ezana kulak vererek kalktılar abdest aldılar ve namazlarını ikame ettiler. Aynı zaman diliminde başka insanlar da uykudan uyanmaya başladılar. Hazırlık yapıp evlerinden çıktılar, işlerine doğru yola koyuldular. Fakat namaz gibi bir gündemleri olmadı.
İşte bu ikinci tür insanlar pratikleriyle açık olarak beyan etmiş oldular ki bizim değer ve önemli verdiğimiz, uğrunda uykudan uyandığımız ve kendisine yatırım yaptığımız hayat dünya hayatıdır. Bunlar tamamıyla dünyevileşmiş, dünya hayatını âhirete tercih ederek (tevbe edip hallerini düzeltmedikleri müddetçe) ziyanı hak etmiş insanlardır.
Diğer tarafta sabah namazına kalkmış ve dolayısıyla Allah, âhiret gibi bir derdi, gündemi olduğunu fiilen deklare etmiş insanlar da, gündelik hayatlarındaki tercihler ve önceliklerle, bütüncül olarak hayatı dünya eksenli mi ve yoksa âhiret eksenli mi algılayıp ihya etmeye çalıştıkları konusunda farklılaşmaktadırlar.
Gündelik hayatını bütüncül İslami hayat algısı ve dâvet, emri bil maruf nehyi anil münker gibi temel İslami yükümlülüklerden soyutlayıp dünya ekini biriktirmeye hasredenler veya bunu önceleyenler, neticede farklı bir ton ve derecede de olsa dünya hayatını âhiretin önüne geçirmiş, onu o bağlamdan uzaklaştırmış olmaktadırlar. Buna karşılık, hiçbir sorumluluk ve meşgalesi kendilerini İslami mücadele sorumluluklarından uzaklaştırmayan, o sorumlulukları ihmal etmelerine gerekçe teşkil etmeyenler, âhiret ekinini hep önde ve öncelikli tutanlar, inşaallah bu imtihanı başarıyla vermiş olmaktadırlar:
“Kendilerini ne ticaretin, ne de alışverişin Allah'ı anmaktan (Allah’ı sürekli gündemlerinde tutmaktan ve gündemleştirmekten), namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymadığı adamlar... Onlar kalplerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar.” (Nûr, 24/37)
Dünyevileşme Söylemi Herkesin Dilinde, Peki Pratikte?
Maalesef Mürcie'den bu yana İslam somut olandan ziyade soyut kavramlar ve kabuller üzerinden algılanmaya başlandığı için, Kur'an'ın doğrudan pratiğe dayalı birçok öğretisinin, dâva sahibi Müslümanlar arasında bile güncel hayatla, fertlerin kendi hayatlarıyla bağı kurulamaz olmuştur. Bu konuda, Rabbimizin Kur'an'da ifade buyurduğu dünyevileşmeyle, dünya hayatını âhirete tercihle ilgili beyanlarını örnek verebiliriz.
Biz Müslümanlar, konuyla ilgili ayetleri nedense hiç kendimizle ilgili okumayız! Okuduğumuzda, ayetlerde eleştirilen insan tipine en azından acır, hatta içimizden yuhalarız. Yazının başında da belirttiğimiz gibi her Müslüman doğal olarak şöyle düşünür: Âhiret gibi Rabbimizin ikramı, sonsuz mutluluk yurdu bırakılıp da geçici dünya hayatına dalıp gitmek, ona râzı olmak, onu âhiret bağlamından kopararak tercih etmek tabii ki akıl kârı değildir!
Lâkin pratikte birçok Müslümanın, teoride karşı çıktıkları dünyevileşmeyi bizatihi hayat biçimi edindiklerini görürsünüz. Hep verdiğim bir misaldir: Hiçbir Müslüman, bugün keyfim yerinde değil, biraz başım ağrıyor, misafirim var gibi gerekçelerle işine gitmekten geri durmazken, bu ve benzeri gerekçelerle (!) asgari İslami faaliyet olan ders halkalarına gitmemek sıradan işler durumundadır günümüz Müslümanları için.
Sözünü ettiklerimizden daha önemli gerekçeler olsa bile işine gitmek zorunda olduğunu bilen, zira işverenle, alacağı ücret karşılığı yaptığı akitleşmenin gereğini yapmak zorunda olduğunun farkında olan bir Müslüman, diğer yanda Allah için bir araya geldiği ve hep birlikte âhiret ekini umdukları bir çaba içine girdikleri dâva arkadaşlarıyla yaptığı en azından bir ders akdini keyfi olarak kolayca çiğneyebilmektedir. Dünya ekinini kaybetmeyi göze alamayan ve fakat âhiret ekini konusunda keyfi davranıp hiçbir bağlayıcılık gözetmeyen bir Müslümanın bu durumu, dünyevileşmek ve dünyayı âhirete tercih etmek değilse nedir?
Rabbimizin yukarıda da hatırlattığımız Bakara Sûresi 201. ayette öğrettiği dua Müslümanlar olarak hepimizin dilinde, tamam. Peki dilimizin bu duasına amelimiz, gündelik pratiğimiz de iştirak ediyor mu? Duada kalbi, kavli ve fiili bütünlük dediğimiz hususu bu dua ile ilgili olarak gerçekleştiriyor muyuz? Yoksa bir çoğumuz diliyle 201. ayeti tekrarlarken, pratiğiyle 200. ayette Rabbimizin eleştiri konusu yaptığı hâli mi yaşıyoruz?
Her birimizin gündelik hayatımızı zaman zaman muhasebeye tâbi tutmamız, pratikte dünyayı mı âhireti mi tercih ettiğimizi, dünya ekini mi âhiret ekini mi biriktirmekte olduğumuzu, dünya hayatını gerçekten âhiret bağlamında algılayıp onun tarlası olduğu bilinciyle ihya edenlerden mi, yoksa dünya hayatını eksenleştirerek, (Allah muhafaza etsin) dünyamızı da ahretimizi de imha yolunda mı olduğumuzu değerlendirmemiz gerekir.
(Not: Bu makale, İktibas Dergisi'nin Haziran sayısında yayınlanmıştır.)
[1] “Gerçek şu ki, siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret ise daha hayırlı ve kalıcıdır.” (A’lâ, 87/16-17); “Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni (dünya hayatını) seviyor, âhireti bırakıyorsunuz.” (Kıyame, 75/20-21)
[2] Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme (tefâhur) ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden (tekâsûr) ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir." (Hadîd, 57/20, Ayrıca bkz: Tekâsûr Sûresi)