Emperyalizmin mezar kazıcılık aşkı...
Emperyalizmin oyunlarına karşı dikkatli olmalıyız.
Emperyalizmin mezar kazıcılık aşkı, daha bir depreşirken..
Selahaddin Eş Çakırgil
Hepimizi vuracak bir çılgınlık, dalga dalga gelişiyor..
Emperyalizmin şaha kalkan mezar kazıcılık aşkının ateşi yayılmakta sınır tanımıyor..
Kan gölü hergün daha bir kabarıyor, binleri, onbinleri boğuyor, yutuyor; ölüm mangaları ‘nekrofili’ (ölü seviciliği) deprenişinde hayal edilemiyecek sınırları bile yıkıp geçiyor.
Ama, bu gelişmelerden ve emperyalist-şeytanî güçlerin her gün bir yeni tuzak kurmaya kalkışmasından dolayı şaşkınlığa düşmeye gerek yok.. Şaşırtıcı olan, ‘su başlarını tutmuş olan dev’lerin, ‘haber imparatorluğu’nu ele geçirmiş güçlerin bizi tahrik etmek, bizi birbirimize düşürmek veya savaşa kendi istediği zaman, zemin ve şartlarda yapmaya zorlamak için ‘yaptıkları-uydurdukları, çarpıttıkları’ haberleri gerçekmiş gibi kabul etmemizdir.. Halbuki, Kitâbullah bize, ‘Fâsık kimselerin verdiği haberleri (hemen reddetmeyi değil, ama) tahkik etmeksizin , araştırmaksızın kabul etmemeyi’ emretmektedir, Hucûrat sûresi, 5-6’ncı âyetlerinde.. Ve bugün bize ulaşan haberlerin hemen tamamının, emperyalist-şeytanî odakların filtrasyonundan, süzgecinden geçen ve emperyalist odakların askerî güçlerinin bile açıkça ‘embedde’ (teyid olunmuş) vizesi verdiği muhabirler eliyle sunulmakta olduğunu unutuyoruz.. Ve onlar da yerli halkın bölük-pörçük olmasını sağlıyacak haberleri niye yaymasınlar?
Bunun içindir ki, şeytanî güçler, Müslümanları kitleleri birbirine kırdırmak için fitillemeye çalıştığı fitne ateşlerinin yansımalarını göz önüne getirelim..
‘Arab-kürd savaşı, arab-türk savaşı, arab-fars savaşı, kürd-fars savaşı, fars-türk savaşı..
Veya, arab-fars-türk unsurlarından iki grubun üçüncü bir gruba karşı savaştırılması gibi hileler.. Ya da, Şiî-Sünnî veya Sünnî -Alevî savaşı..’ Hattâ, ‘vehhabîlik, selefîlik, sûfîlik ve tarikatlar arası ihtilaflar..’ Bunlara bir de bölgedeki devletlerin, resmî ideolojileri adına geliştirdikleri uzun vâdeli strateji veya taktiklerinin yansıması olarak ortaya çıkan veya öyle gösterilen ihtilafları da ekleyebilirsiniz..
Sözgelimi, Türkiye’deki laik çevrelerin ve kemalist kadroların, Ermenistan’a karşı geliştirilen siyasetler değerlendirilirken, ‘laik T. C. rejiminin Ortadoğu’nun gelecekteki dengeler içinde en tabiî müttefiki olan İsrail’e, şimdi bir de Ermenistan’ın eklendiği ve uzun vâdeli siyaset planlamaları ona göre yapılmalıdır..’ diye makalelere yazdırdıkları da unutulmamalıdır.. Bunları işgalciler, şeytanî güçler niçin istemesin? Düşmanınız olan ve geleceğiniz için tehlikeli olarak gördüğünüz, dehşet duyduğunuz bir ‘düşman’ gücün, iç ihtilaflar içinde zayıflamasını, birbirlerine düşmesini siz de istemez misiniz?
Ve dahası, Irak’da olan-bitene ‘vah –vah..’ derken; oradaki vahşîlikleri ayıplarken, aynısını, kendi ülkemizde uyandırılmak istenen şeytanî entrikaların etkisiyle hemen her birimiz delice sergilemeye amâde bir ruh hali yaşadığımızın farkında mıyız? Bu duruma hele bir de, etrafını saran alevlerin içinde, eteklerinin tutuşmaması için, bir o tarafa, bir bu tarafa kaçmaya çalışan, nasıl bir tavır takınacağı, hareket geliştireceği konusunda karar veremiyen, çaresiz kitlelerin halet-i rûhiyesini de ekleyelim..
Bütün bu hatırlatmalardan sonra gelelim, şu son günlerdeki dehşet görüntülerine..
Irak’da bir genç kadının, kendisine 3 polisin tasallutta bulunduğuna dair iddiaları haber ajanslarına yansıdı.. Haberin filmini ben de gördüm.. Örtüsünün gerisinde hıçkırıklarla ağlayan bir genç kadının o durumunun her halukârda insanın yüreğini parçalayan bir tarafı vardır, iddia gerçek ise de ve hele gerçek değil ise de..
İddia doğru da olabilir, gerçek dışı da, ve bir şeytanî tertib de.. Ama, asıl işin tehlikeli tarafı, o kadının kendisine tasallutta bulunanların ayrı bir ‘mezheb’den olduklarını iddia etmesi..
Bu iddiadan sonra, işgalci Amerikan emperyalizminin izin verdiği kadar hükûmet etmekte Irak Başbakanı Mâlikî, bu iddiayı ciddî bulmayıp, reddetti.. Halbuki, böylesine ağır bir itham ve isnadın, üstelik bir mezhebin mensubu olarak, karşı mezheb mensublarına yapılması, basit bir hadise olarak hiç değerlendirilmemeliydi..
Arkasından, 16 polis kaçırılıyor. Video görüntüleri de dünyaya geçiliyor.. Bütün aksesuarlar yerli yerinde.. Hükmün İslam’a göre verildiğinin işareti olarak ‘Kelime-i şehadet’ bayrağı ve onu elinde tutan yüzü maskeli birisi.. Ve yüzleri maskeli diğer kişiler, yine el ve gözleri bağlı polis elbiseli kişilerin kafasına kurşun sıkıyorlar ve onlar da birer birer devriliyor..
Ancaaak, bu nasıl bir adâlet anlayışı?
İddia sahibinin sözleri ne kadar gerçek? Suç kimin, suçlu kim? O kadın, 3 polisi suçlarken, 16 kişi birden kaçırılması, hangi şer’an yetkili mahkemenin hükmüyledir? Ve o alçakça iddia gerçek ise, onu bu kişilerin yaptığına dair, kimin ne gibi şer’î bir delili ve şer’î bir hüküm vardır? Ve cezayı verenler ve infaz edenler kimdir?
Hangi Müslüman, böylesine bir ilkel adâlet anlayışını ve infaz şeklini kabul edebilir? Ama, şu veya bu mezheb, grup veya kavim adına yapılınca, rahatlayanlar da hınçlananlar da kaçınılmaz olarak bulunacak. Bu da düşmanlığı, akıl, idrak tutulmasını daha bir tırmandıracaktır. İşte, oyun bu!.
NOT: ‘Tarık Mihail Yuhanna Aziz’ 30 yıl boyunca, Saddam’ın en yakınlarından ve hep ikinci veya üçüncü adam konumundaydı.. Şimdi, sırf hrıstiyan olduğu için paçayı kurtarmışa benziyor.. Bu kişi, evvelki gün, yargılanışı sırasında, Halebçe kasabasındaki Mart-1988’de sünnî kürd halkına karşı yapılan kimyasal gaz bombardımanını ‘İran’ın yaptığını, orada kullanılan kimyasal gazların da sadece İran’ın elinde bulunduğunu’ iddia etmiş..
İran-Irak Savaşı sırasında, Halebçe kasabası İran İslam Cumhûriyeti güçlerinin eline geçtiğinde, yerli halk, onları, ‘Allah’u Ekber!’ nidalarıyla karşılamış ve bunun üzerine Saddam da, o şehri, kimyasal gaz bombardımanıyla kavurmuş ve 5 binden fazla insanı katletmişti.. Şimdi, konuyu saptırmaya çalışan ıp, T. M. Yuhanna Aziz ise, iktidarda olduğu o günlerde, ‘Vatanımızı korumak ve suçluları cezalandırmak için elbette gerekirse kimyasal gaz da kullanırız’ diyordu.. Aziz’in o sözlerine ise, dünya da sağır kalmıştı.