29-05-2007 13:17

Engin Ardıç, Anıtkabir`e secde edenleri yazdı

Ankara`daki `Cumhuriyet mitingi` sonrasında ve 19 Mayıs`ta bazı kimselerin Anıtkabir mozolesini öpüp secdeye kapanması, `putçuluğun çağdaş versiyonu` olarak nitelendirildi. Engin Ardıç da bu konuyu es geçmedi tabi...

Engin Ardıç, Anıtkabir`e secde edenleri yazdı

Engin Ardıç, Anıtkabir'e secde edenleri yazdı

İnsan yaratılış gayesine sadık kalıp, alemlerin Rabbi yüce Allah'a kulluk yapmayınca, ortaya çıkan boşluk kullara, put ve heykellere, türbelere tapınmak şeklinde doluyor. Ankara'daki "Cumhuriyet mitingi" sonrasında ve ve 19 Mayıs'ta bazı kimselerin Anıtkabir mozolesini öpüp secdeye kapanması, "putçuluğun çağdaş versiyonu" olarak nitelendirildi. 

Türkiye'deki basının "aykırı" kalemlerinden Engin Ardıç, "Türbelere çaput bağlayanlara gerici oldukları için çok kızan bu çağdaş vatandaşlar" şeklinde tanımladığı Anıtkabir secdecilerini şöyle ti'ye aldı:

"Şimdi tutup, Türkiye’nin zehirli havasından bir haftacık olsun kurtulup kaçmak ne güzel, yazsam kızacaksınız.

Çünkü şunun şurasında kendi halimizde yaşayıp giderken son bir aydır içine düştüğümüz kara belaya en çok basın sevindi. Pinekleyip duruyorlardı arkadaşlar, 22 Temmuz’a kadar geveleyecek konu buldular, seçimi AKP kazanınca gene köşelerine çekilip ağlamaya koyulacaklar.

22 Temmuz’da seçim olursa tabii!

Umarım olur ve umarım AKP’nin koltuk sayısı 300 falan dolaylarında kalır; hükümeti kurmaya yetecek ama “bürokrasiye bulaşamayacak” bir güç... Ülkemizin dıngıl dengeleri korunur.

400 kişiyle gelirlerse ben de Türkiye’nin başına gelecekleri düşünmek bile istemiyorum. Kuzey Irak tuzağına düşersek başımıza gelecekleri düşünmek bile istemediğim gibi...

Ama üzerinde derin derin düşünmek istediğim bir konu var: Her zaman yaptığım gibi, yokluğumda biriken gazete tomarının paçavra kısmını sıçan ölüsü gibi ucundan tutup kapının önüne attım, geri kalan az sayıda sayfayı çevirmeye koyuldum. 19 Mayıs günü Anıtkabir’e gidenler arasında, secdeye varıp, mezar taşının kendisini de değil, çelenk konulan o eğik mermer tabanlığı öpenlerin resmini gördüm...

Türbelere çaput bağlayanlara gerici oldukları için çok kızan bu çağdaş vatandaşlar, belki de o kırmızı mermer blokun bir aldatmaca olduğunu, Atatürk’ün daha derinde, birkaç metre aşağıda yattığını bildikleri için “pozitif enerjilerini” eğri düzlemden içeriye, diplere gönderiyorlardı.

Belki de düz dangalaktılar, ne bileyim?

Aynı gün aynı sıralarda, bendeniz de Loire nehri kıyısında, Amboise şatosunun avlusunda yer alan Saint-Hubert kilisesinde, Leonardo da Vinci’nin mezarını ziyaret etmekteydim.

Yok, eğilip öpmedim tabii, dua da etmedim. Dinimizde gâvura rahmet okunur mu okunmaz mı, ulema arasında ihtilaf mevcut ama fatiha okunmaz, onu biliyorum.

“Pater Noster” duasının ikinci satırını bilsem, ya da “Hail Mary full of grace...” diye başlayan duanın arkasını getirebilsem belki onları okurdum... Fakat Leonardo’nun İsa’dan nefret ettiği, ona karşı Vaftizci Yahya’yı tuttuğu söylenir. Yahya duası var mıdır, rahip Santoro sağ olsaydı, sorardım.

Kitabı okuyan, filmi gören, ipini kıran yüzlerce Amerikalı da oradaydı tabii... Gözlerim Ertuğrul Özkök’ü aradı.

Kasabadan epeyce yüksekteydik. Aşağıda kırmızı bir bayrak denizi yoktu, kırmızı bir gelincik tarlası vardı... Tövbe, krallığın koyu mavi zemin üzerine sarı zambak çiçekli bayrağını asmışlardı dört bir yana, ve bundan da yüksünmüyorlar, gocunmuyorlardı.

Ve sekiz yüz metre kadar uzakta, bizim Büyükada’nın Nizam Yolu’nu çok hatırlatan bir sokağın ucunda yer alan Leonardo’nun evinin kocaman bahçesinde de güller ve güller ve güller ve güller... Kırmızı güller, pembe güller, sarı güller, kavuniçi güller, beyaz güller, fındık gülleri, sarmaşık gülleri...

Orada da bir cumhurbaşkanı seçilmişti, kimsenin sevmediği komik suratlı bir herif kazanmıştı, üstelik karısı da türbanlı değil ama anadan oynaktı.

Orası da meclis seçimine hazırlanıyordu, sağcıların kazanacaklarına kesin gözüyle bakılıyordu ama bombalar patlamıyordu.

Ayrılma eğilimi gösteren Brötanya ya da Korsika gibi bölgelerin sorunlarına akılcı çözümler bulmuşlar, bölünmeyi önlemişlerdi. İspanya’nın da Bask ya da Katalan bölgelerine bulduğu çözümler gibi.

Oysa biz şimdi “ya savaş ya darbe” ve “hem savaş hem darbe” gibi ilginç ve heyecan verici ikilemler içindeydik... Bir yandan da iktidara kamış atmak için Mesut Yılmaz’ı mı cumhurbaşkanı yapsak yoksa Hikmet Çetin’i mi gibilerden sevimli ve sağlıklı alternatifler üretmeye çalışıyorduk...

19 Mayıs gününü Anıtkabir’de değil de Leonardo’nun mezarında geçirdiğim için beni bağışlayınız. Bu yaptığımın çok büyük bir terbiyesizlik olduğunu biliyorum.

Büyük kurtarıcının yanında Leonardo da Vinci kaç paralık köpekti ki? Alt tarafı bir ressam parçası... Daha da pek pek mimar parçası, heykeltraş parçası, tasarımcı parçası, matematikçi parçası, mühendis parçası, mucit parçası...

Oysa Tours şehrinin garından trene binip Amboise’a gitmek yerine, Bandırma vapurunun benzerini bulamayıp balıkçı takasıyla Samsun’a çıkartma yapmak yakışırdı o gün bir cumhuriyet çocuğuna.

Özür dilerim." (Engin Ardıç / Akşam)
 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !