Ercümend Özkan`ın kaleminden Akide – İtikad
Bir dinin en temeldeki görüşleri, kavramları, ilkeleri o dinin akidesi’ni oluşturur. Yani bu oluşmadan bir kimse o dinin samimi mensubu, inananı olmaz, olamaz…
Akide – İtikadErcümend ÖzkanDüğümlenip kalma, bir şeye bağlama, inanma, düğümlenme, bağlanma anlamlarına gelen bu kelime arabçadır ve a-ka-de kökünden türemiştir. Çoğul türevi Türkçeleşmiş olarak günlük dilimizde kullanılmaktadır. Akid kelimesi de sözleşme anlamında özellikle de hukuk dilindeki yerini terk etmemiş direnmektedir.Üzerinde mutabakat sağlanan sözleri, kanıları bir esasa bağlama, hatta yazarak kesinleştirme, akılca ikna olunarak, bütün tereddütleri izale etme (yok etme) sonucu kalbin de aklın ikna olduğu hususu tasdiklemesi, mühürlemesi anlamlarına gelmektedir kelimemiz.Günlük lisanımızda kira sözleşmesi (akdi veya kontratosu da diyoruz), şirket akdi ve benzeri şekilde çokça kullanılan bu kelimenin özellikle dünya görüşü ve yaşam tarzına tealluk eden dini inançları kapsayan alandaki anlamı bizi ilgilendirmekte ve buna açıklık getirmeye çalışmaktayız.Bir dinin en temeldeki görüşleri, kavramları, ilkeleri o dinin akidesi’ni oluşturur. Yani bu oluşmadan bir kimse o dinin samimi mensubu, inananı olmaz, olamaz. Bu sebeble teferruattaki çelişkiler, aykırılıklar hep akideden kaynaklanan, itikada müteallik bozukluktan, tutarsızlıktan kaynaklanır. Zira insanlar temeldeki, esasi düşünce ve kesinleştirdikleri inançlarına dayanarak fikir ve davranış üretirler ve bunlar temeldeki düşünce, kesinleşmiş kanaatlarla uyumlu bulunmak zorundadır. Aksi halde temelde bir tutarsızlığın, bozukluğun, uymazlığın bulunduğu düşünülür. Gerçek de böyledir.İ’tikad genel olarak bu anlamlara geliyor. Özel olarak kullanıldığında ise kişinin öncelikle inançlarıyla ilgili anlamı söz konusudur. Bu kelimenin başına getirilecek kelimelerle de daha özel manada belirli bir şeyle ilgili inanç haline gelmiş esaslar akla gelir. Örneğin Hıristiyan akidesi, İslam akidesi, Tasavvuf akidesi, Budist akide, Yahudi akidesi ve benzeri sıfatla kullanılan akide kelimesi artık başına getirilen sıfatın ifade ettiği çerçeve içinde konunun mütalea edilmesi gereğini vurgular.Biraz daha özel manası ile de mezhebi görüşlerin ifadesi olarak kullanılır. Şia akidesi, sünnî akidesi, ortodoks akidesi, katolik akidesi, protestan akidesi gibi kullanıldığında, filan dinin genel çerçevesi içinde kalmakla birlikte, o dinin bir mezhebi ile ilgili olarak teşekkül etmiş itikadi hususları muhtevasında bulundurur.İnanca tealluk eden hususları kapsaması halinde i’tikadî temel esaslardan bahsediliyor iken, amele müteallik hususları kapsaması halinde de amele müteallik temel düşünceleri, kabullenilmiş temel esasları kapsadığı anlaşılır. Bu sebeple örneğin İslam tarihinde “İTİKADİ MEZHEBLER”den bahsedilmiştir. Maturîdî İtikadı denilirken kasdedilenle, Eş’ârî İtikadı denildiğinde bahsedilen temel inançlar arasında kendine göre farklar, anlayış ve kavrayış farklarının varlığından bahsedilir. Batınî itikad denilirken İslam itikadının bozulmuş ve saptırılmış şeklinden bahsedildiği konuya muttalî olanlarca yakından bilinen hususlardır. İbâdiyye’nin, Zahiriyye’nin, Mutasavvıfe’nin, Şia’nın, Ehl-i Sünnet’in, Mu’tezîle’nin, Cebriyye’nin ve ilââhir gelmiş geçmiş ve el’an yaşayan mezheblerin tutturdukları yolun temel esasları söz konusu edilir. Bu sebeple kişi söz ve davranışları ile kritik edilirken bu temel esaslar yakalanmaya bakılmalı ve mes’eleye açıklık getirmek için temeldeki bu esaslar kritik edilmelidir. Söz konusu husus mesela İslam ise, kaçınılmaz olarak Kur’an’ın i’tikada müteallik koyduğu esaslar ortaya getirilmeli ve kişideki i’tikadî tezahürler bu esaslarla mukayese edilerek sağlaması yapılmaya çalışılmalıdır. Ki üzerinde konuşulan hususta ciddi bir tavır alınmış ve sonuç da ciddi bir şekilde ortaya çıkarılmış olabilsin.Bilindiği gibi tarih içinde başlangıcı itibariyle bir İslâmî mezheb iken, giderek İslâm’ın ana ilkelerini, temel ilkelerini terk ederek veya onlara başka şekiller vererek, aykırı muhtevalar kazandırarak İslâm’dan çıkmış, bir İslâmî mezheb değil artık bir başka din haline gelmiş mezheblerin bulunduğunu biliyoruz. Bunların hemen söyleniverecek kadar akla geleni Dürzîliktir. Temel bir akide sapmasının sonucu Bâtınîliğin, kendisinden çıkan sair talî (ikinci derecede) mezheblerin bulunduğunu da biliyorsunuz. İsmailiyye, Alevîlik, Bahâîlik, Bektâşîlik ve sair gulât mezheblerin kimisi giderek bir ayrı din haline gelmiş ve i’tikadları İslam’ın itikada müteallik esaslarından sapmıştır.İ’tikadın Kur’an’ın koyduğu esaslardan sapması, Kur’an’dakilerden başkalaşması kaçınılmaz olarak bu sapmaları birer başka din haline getirir. Zira İslam akidesi dairesi içinde kalmayıp bu daireyi aşan, bu daireden dışarı çıkan ve Kur’an’daki itikadî esaslarla çelişen akideler kaçınılmaz olarak bu akide sahiplerini ayrı birer dinin sahibi haline getirirler.Biz i’tikad üzerinde dururken öncelikle İslam akidesinden, bir diğer ve eş anlamlı olarak söylersek, Tevhid Akidesinden bahsetmek ve bu akidenin dışına çıkanların da tevhidin dışına çıkmışlıklarından bahsetmek istiyoruz.İslam akidesi, bir diğer tabirle Tevhid Akidesi, Allah’ı zâtı ve sıfatları ile bir, tek ve her açıdan benzersiz, eşsiz, ortaksız, benzeri olmayan bir Varlık olarak tanımak demektir. İslâm’ın temeli, yani akidesi budur. Bu akideye aykırılığın Allah tarafından hoş görülmeyen, affedilmeyecek tek suç olduğu Kur’an’ın beyanıdır (4/48 ve 116). Bu sebeble İslamım, müslümanım, mü’minim sözünü söyleyenler kendilerini bu akide ile bağlamış, bu akideye bağlamış kimseler olduklarını söyleyen kimselerdir. Bağlandıklarını söyleyen, bunu teyid eden kimseler bağlandıkları şeye aykırı düşünmemeli, inanmamalı ve harekette bulunmamalıdır ki kendisi ile çelişkiye düşmesin. Herkesin kendine göre bir İslam’ı olamaz. Zira İslam’ın ne olduğunun takdiri, akidesinin belirlenmesi, helal ve haramların tayin edilmesi, farz ve haramların tesbiti işini, dini gönderen, dinin sahibi Allah üzerine almış ve bu görevini kullarına gönderdiği elçiler vasıtası ile açıklamıştır ki biz bunların tümüne vahiy diyoruz. Yani Allah’ın elçisine gönderdiği mesaj anlamında kullanıyoruz. Son mesajcı Hz. Muhammed, son mesajların toplandığı kitabın adı da Kur’an’dır.İslam adına söylenecek her söz, yapılacak her hareket, niteliği ister siyâsî, ister ictimâî, ister iktisadî, ister kişinin özel hallerine tealluk eden hususlar, ister devlet yönetimi ile ilgili olsunlar mutlaka Kur’an’ı esas almak, temelinde Kur’an’a dayanmak ve özellikle de Kur’an’a aykırı olmamak durumundadır ki İslâmiliğinden söz edilebilsin. Şayet Kur’an’la sağlaması yapıldığında doğru sonuç vermiyor, bozuk çıkıyor ve sağlama tutmuyor ise açıkça bellidir ki söylenen söz veya yapılan eylem Kur’an’a, yani İslam’a aykırıdır. Bu aykırılık söz, düşünce veya davranışı İslâmî olmaktan çıkarır, daha doğrusu İslâmîlik sıfatını kazanamaz böylesi söz veya davranışlar.Buna her hususta dikkat etmek zarurettir. Bu zarureti Kur’an belirlemektedir. Yukarıda bahsettiğimiz Nisa suresinin 48 ve 116. ayetlerindeki “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz” ifadesi, tevhide aykırı hususların İslâmî olamayacağının kesin ve açık ifadesidir. İslâmî olmayan, Allah için olmayan demektir ki Allah, kendisi için olmayana neden puan versin, neden ücret ödesin? Kişi kim için veya ne için inanıyor ve davranıyorsa ücretini (ecrini) ondan bekliyor demektir. Allah için Allah’ın dilediği şekilde inanan ve davrananların ücretlerinin Allah tarafından verileceği yüzlerce ayetle ifade edilmiştir. Kim, kime çalışıyorsa doğal olan da çalışmasının karşılığını ondan bekliyor demektir. Bu sebeble İslâmî olmayan inanç ve davranışlar Allah’tan karşılık olarak ancak ceza alırlar, mükafat değil. Bu kadar aklî bir şey de olamaz. Filana çalışacaksınız, falandan ücret isteyeceksiniz, olacak iş midir bu? Asla!..Allah birçok ayetin başında klişe gibi şu deyimi kullanmaktadır: “Ya eyyühellezîne âmenû ve âmilüs-sâlihâti…” Bu şekilde başlayan ayetlerin arkasından da hangi tür inanmanın iman sayıldığı, hangi davranışların salih ameller olduğu da açıklanmaktadır. Ve prim yalnızca nitelikleri haiz olanlara verilmektedir. Bağışlanma bunlar içindir. Affedilmeyi umabilecek olanlar da bu durumda bulunanlar olup, bu durumun dışında bulunanlar için bağışlanma söz konusu değildir. Bir basit örnek verirsek: Dağda bir tüccar, niteliğini köylüye açıkladığı cinsten mantar toplayıp getirenlerden bu mantarın kilosunu şu kadar liradan alacağım diyor. Bu durumda para kazanmak isteyenler, toplayacağı mantarı tüccara satacağını düşünenler zorunlu olarak tüccarın tarifini yaptığı, özelliklerini belirlediği cinsten mantar toplayıp getirirlerse bu takdirde getirdikleri kadarı için tüccardan ücret isteyeceklerdir. Tüccarın taahhüdü böyledir ve istediği vasıfta mantar getirenler tüccardan para alabilirler. İstenmeyen, alınmayacağı da ayrıca belirtilen cins mantarlardan ne kadar çok toplarsa toplasın köylüye tüccar beş kuruş bile ödemez, zira mantarını almaz. Almadığı mal için de kimseden ücret ödemesi beklenemez. Bu örnekle anlatmak istediğimiz gibi Allah da kullarına itikad ve amellerinin vasıflarını bildiriyor ve bu cins itikad ve amelle bana gelenlerin ecri (ücreti) benim katımdandır buyuruyor. Ücreti olarak dünyada izzet onlara olduğu gibi, ahirette de mahzun olmayacak olanlar bunlardır buyuruyor.Bu gerçeğe rağmen kişi kendi kafasından, kendi takdiri ile bunu da alır, buna da ücret öder diyerek her mantarı toplasa ve getirse nasıl hiçbir ücret alamazsa, Allah’a da itikad ve amel olarak kendi hevasıyla karar verdiği şeyleri getirene Allah da ücret (ecir) ödememektedir. Zira itikadlarını kabul etmemekte, amellerini de kabul etmemektedir. Bu sebeble kişi kendi zannını din edinmemeli, vahye teslim olmalıdır ki vahyin sahibinden ecir (ücret) umabilsin…Evet i’tikad özellikle dinin esasıdır. İslam dininin i’tikadı, davranışların da özelliklerinin belirlendiği gibi Allah tarafından belirlenmiş, Hüküm sahibince konulmuştur. Kim O’ndan ecir almak istiyorsa belirtilenlere uymak zorundadır. Allah katında zann, gerçekten hiçbir şey ifade etmemektedir. İ’tikad ise zanna asla dayanıklı değildir. Zann i’tikadı bozar, bozuk itikad da Allah katında makbul değildir. Bozuk esaslar üzerine oturmuş düzgün ameller dahi hiçbir anlam ifade etmezler.Müslüman, akidenin ne olduğunu gereği gibi bilmeli, düşünerek, tartarak bunları şüphesiz hale getirmeli, sarsılmaz sağlamlıkta doğruluklarından emin olmalı ve salih amellere yönelmelidir. İ’tikadında zayıflığa, bozulmaya asla yer vermemelidir. Akidesi pak olmalıdır. Bakan herkesin rahatlıkla görebileceği açıklıkta, şeffaflıkta, görünür olmalıdır. Yaşanıyor olması, akidenin gereklerinin yerine getirilmesiyle görünür. İtikadsız, itikadı bozuk, zayıf veya çelişkili olanlara da sahih itikadı anlatmalı, düşünce ve davranışlarıyla tebliğ etmelidir.Bunun içindir ki Allah’tan başka ilah bulunmadığından, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğundan, öldükten sonra diriltilerek hesaba çekileceğinden, daha önce de kitablar ve elçiler gönderildiğinden, eceli, rızkı yalnızca O’nun bildiğinden, gaybına kimseyi ortak etmediğinden, meleklerin varlığından, cennet ve cehennemin gerçekliğinden, azabın ve mükafaatın Allah’ın va’dinden olduğundan ve i’tikada müteallik Kur’an’da yazılı sair hususlardan emin (hiçbir şüphesi kalmamış tereddütlerini gidermiş, sağlamasını yapmış) olmaktır iman etmek. Müslümanın akidesi hiçbir hurafeye, bid’ata tahammül edemez. Bu gibi şeyler -Kur’an dışılıklar- sahih itikadı bozar, çürütür ve şirke dönüştürür. Tuzsuz şıranın, sirke olmayıp şaraba dönüşmesi gibi itikad bozulur hurafelerle… Bozuk itikada da Allah hiçbir ücret (ecir) vermemektedir. Daha da ötesi “.. Asla affetmemektedir.” bozuk itikad sahiplerini…İ’tikadınıza dikkat ediniz!.. Hem de çok titizleniniz itikadınız konusunda… Kendinizde bulunanı test ediniz Kur’an’dakilerle.. Uymayanları atınız, uygunları üzerinde varsa tereddütlerinizi gideriniz. Eksiklerinizi Kur’an’la tamamlayınız, fazlalarınızı Kur’an’da bulunmadığı için atınız ki kurtuluşa erenlerden olasınız.İktibas, aralık 1993, sayı 180
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !