Şükrü HÜSEYİNOĞLU
ESKİDEN BAKKALLARIMIZ VARDI
ESKİDEN BAKKALLARIMIZ VARDI
Hayır, bu yazıda nostalji yapacak, çocukluğumda annemin, bir küçük Anadolu kasabasındaki bakkaldan oynamam için aldığı plastik toptan söz edecek değilim. Eski günleri anıp, “ah nerede o eski günler” diyecek de değilim.
Adaletin, paylaşmanın, kanaatkarlığın, dayanışmanın, erdemin hayatımızdan giderek daha da uzaklaşmasından söz etmek istiyorum bu başlık altında. Yani hayatın tam ortasından seslenmek ve özelde toplum, genelde insanlık olarak sürüklendiğimiz tükenişe dair itirazlarımı dillendirmek niyetindeyim.
Lütfen, “bakkal” deyip geçmeyelim dostlar! Hani mahallelerimizde genellikle sokak aralarına sıkışıp kalmış, kasabalarımızda ise derme çatma dükkanlarda satış yapan ekmeğimizi, reçelimizi, makarnamızı satın aldığımız bakkallarımız. Gösterişsiz, iddiasız, kendi halinde, toplumla iç içe, insanların acıları ve sevinçlerine ortak olan, veresiye defterleriyle garibanın yıllar boyu sofrasından ekmeği eksik etmeyen, paraya ihtiyacı olanların ilk koştuğu borç kapısı… Toplumsal dayanışmanın, paylaşmanın, sıkıntıya ve sevince ortak olmanın, her şeyin paraya endeksli olmadığı insaniyete dayalı bir hayatı birlikte omuzlamanın önemli kalelerinden biri…
Hatırlar mısınız, Türkiye’de 28 Şubat post modern talan döneminin ardından 1999 yılında yaşanan ve başlangıcı literatüre “Kara Çarşamba” olarak geçen büyük ekonomik krizle aynı döneme denk gelen Arjantin’deki ekonomik krizde çok büyük yağmalama olayları ekranlardan taşmıştı. İşte o zaman, ekranlarda, gazete köşelerinde “Türkiye’de niçin bu tür yağma olayları yaşanmıyor?” şeklinde sorular sorulup yorumlar yapılmıştı.
Cevabı çok kolaydı oysa bu sorunun, günlerce tartışılacak garip bir durum yoktu ortada. İki yüz yıldır devam eden ve adına Batılılaşma denen “batıllaşma” süreçlerine ve dayatmalarına rağmen, İslam’ın değerlerini tamamen söküp atmaya güçleri yetmemiş, Batının temsil ettiği ve pazarını genişletmek için tüm dünyaya yaymaya çalıştığı “büyük balık küçük balığı yutar”, “güçlü olan ayakta kalır” ve “insan insanın kurdudur” şeklindeki materyalist ve kapitalist anlayış karşısında, İslam’ın temsil ettiği dayanışma, paylaşma, zenginliğin topluma dağılması, adalet ve erdem gibi yüksek değerler kırıntılar halinde de olsa toplumda yaşatılmaya devam etmiştir.
Bakkallar bu dayanışma ve paylaşma ruhunun mahalle aralarındaki, kasabalardaki en önemli temsilcilerinden biriydi. Evet, bir önceki cümlede geçmiş zaman kipi kullandığımın farkındayım.
Peki siz tehlikenin farkında mısınız?
Artık her tarafta mantar gibi biten süper, hiper, mega, ultra marketler girdi bir süredir hayatımıza ve giderek bir ahtapot misali sardı, kuşattı semtlerimizi, kasabalarımızı. Büyük balık küçük balığı yutar diyordu ya Batı felsefesi, işbu süper ve hiper marketler bakkalları bir canavar misali yutmaya, onları sadece ekmek ve şişe sütü satarak ayakta durmaya, olmayınca da kepenk kapatmak zorunda kalmaya mahkum ettiler.
Artık bakkaldan çok hipermarket var çevremizde. Üstelik kampanya üstüne kampanya yaparak insanları kendilerine çekmede de mahirler.
Hala ayakta durmaya çalışan, veresiye defterleriyle garibana zor günün dostluğunu yaşatan, acil para lazım olunduğunda borç almak için kapısını çalabileceğimiz bakkallar da yok değil. Fakat sayıları her geçen gün azalıyor, vahşi kapitalizmin sınırsız rekabet eksenli işleyişine çok fazla dayanamıyorlar.
Evet, tehlikenin farkında mıyız?
Böyle giderse kısa zaman sonra veresiye defterleri tamamen tarihe karışacak, zorlu günlerimizin dostları, toplumsal dayanışmanın, paylaşımın, erdemin mahallelerimizdeki, kasabalarımızdaki önemli temsilcileri olan bakkallardan mahrum kalacağız.
O zaman kasasından para vermeden geçmemiz mümkün olmayan, veresiye defteri diye bir kelimenin bile literatüründe bulunmadığı süper ya da hiper marketler zor günümüzde bize bir ekmek vermeyecek.
“Para yoksa ekmek de yok” diyecekler. Bakkal amcalarımız gibi, “Canın sağolsun, olunca verirsin” diye bir cümle duyamayacağız onlardan.
Acil paraya ihtiyaç duyduğumuzda, onlardan ayda ne kadar yüklü alışveriş yaparsak yapalım, onlara ne kadar para kazandırırsak kazandıralım, asla onlardan borç para isteyemeyeceğiz, çünkü onların literatüründe “daha çok yatırım, daha çok kar”dan başka bir şey olmadığını öğrenmiş olacağız.
Kapitalist yaşam tarzı, süper, hiper, ultra marketleriyle hayatımızı kuşatıyor, bizi tüketiyor. Bakkallarımızla birlikte topum olarak biz de tehlike altındayız.
Tehlikenin farkında mıyız?