28-12-2009 20:16

Firavun inadı nihayet kırıldı, konvoy Gazze`ye girecek

Londra’dan yola çıkan ’’Filistin’e Yol Açık’’ konvoyu, yarın El Ariş Limanı’ndan Gazze’ye girebilecek.

Firavun inadı nihayet kırıldı, konvoy Gazze`ye girecek

Londra’dan yola çıkan ’’Filistin’e Yol Açık’’ konvoyu, yarın El Ariş Limanı’ndan Gazze’ye girebilecek.

Türkiye’nin girişimleri sonucu, Mısır, 250 araçlık konvoyun, Gazze’ye girmesine izin verdi.

Ürdün’ün Akabe Limanı’ndan Mısır’a geçiş izni alamayan 250 araçlık konvoyun durumu hakkında açıklama yapan Mısırlı yetkililer, Türkiye’nin girişimleri sonucunda konvoya El Ariş Limanı’ndan ülkeye giriş izni verildiğini söyledi.

Konvoyun Türkiye organizatörü İnsani Yardım Vakfı yetkilileri de, Dışişleri Bakanlığının Mısırlı yetkililerle görüşmesinden sonra, yarın sabah Ürdün’ün Akabe kentinden Suriye’nin Lazkiye Limanı’na hareket edeceklerini belirtti.

Mısır Dışişleri Bakanı Ebu Geyt, El Cezire televizyonuna yaptığı açıklamada, yardım konvoyunun, Akabe Limanı’ndan Suriye’ye dönerek, Lazkiye Limanı’ndan gemilerle Mısır’ın El Ariş Limanı’na gelmesini beklediklerini söylemişti.

(Kaynak: Timeturk)

YORUMLAR
  • HUSEYİN SASMAZ   29-12-2009 22:29

    SIKINTI VE MUSİBET KARŞISINDA TAVRIMIZ (3) 2- Kitlelerin ideolojisinden dolayı maruz kaldığı sıkıntı ve musibetler: Kitle üç cephe ile karşı karşıyadır. Birincisi; sulta/otorite, ikincisi; toplumun kendisi, üçüncüsü; kendi yörüngesinde yürüyen üyeleri iledir. -Siyasi olsun veya olmasın bütün kitleler sultanın muhatabıdır. Sulta ya onları yanında görmek ister veya o kitlenin, cemaatin desteğine ihtiyaç duyar. Otorite tarafından kurulan veya kurdurulan kitleler yönlendirilen kitleler olup otoriteden aldığı güçle rahat olabilir. Dış güdümlü kitlelerin yapısı da böyledir. Maddi yönden sıkıntı çekmeden çalışmalarını sürdürebilir. Fakat ideolojik hedeflerle ortaya çıkmış kitleler bunlardan farklıdır. Onun için sadece ideolojisinden kaynaklanan hükümlerin yörüngesine oturmuş bir çalışma seyri vardır. Bundan dolayı ideoloji hedefli partiler dış güdümlü, milliyetçi partilerden daha fazla sıkıntı ve musibet ile karşılaşır. İdeolojik parti eğer yönetim İslami ise (Hilafet var ise) idarenin yaptığı yanlışların doğrultulması için harekete geçer ki burada sıkıntı pek nadiren olur. Partinin yapılan yanlışlara otoritenin dikkatlerini çekmesi üzerine olgun devlet adamları yolu ile yanlışlardan dönülmesi kolay olur. Yönetim İslami değilse İslami ideolojik parti için asıl sıkıntı o zaman başlıyor demektir. Çünkü İslam ideolojisine dayanan parti toplumu değiştirmek için gireceği ameliyede hem toplumdan gelen hem de otoritenin baskısı ile karşı karşıya kalır. Baskı, iftira, zulüm, dışlanma gibi musibetler ardı ardına gelmeye başlar. Musibetler o kadar çeşitli olur ki parti büyük fırtınalarla boğuşmak zorunda kalır. Yasaklanma, toplumla ilişkisinin kesilmesi, üyelerinin tutuklanması, iftiralar, baskılar, gençlerinin arasına fitne sokmaya çalışılma, şeytani oyunlar, ılımlı yaklaşım, maddi destek gibi birçok girişimlerle parti çalışmasına darbe vurulmak istenir. Liderlik bu saldırılar karşısında ideolojisine sığınıp kendisini koruyamazsa otoritenin tuzağına düşmüş demektir. Otoritenin veya yabancı güçlerin tuzağına düşen partiler öz benliğini yitirir. Böylesi bir musibet partinin ölümü demektir. Bu tür saldırılar ideolojik menşeli çalışan ve bu yolda direnç gösteren bir parti için kaçınılmazdır. -Partinin hitab ettiği devlet olduğu gibi toplumun kendisine de hitab eder. Sulta nasıl ki yanında durmayan partilere karşı toplumu kışkırtacağı gibi, toplum da kendisinde yerleşik olan mefhumları ve örfleri değiştirmek isteyen partilere karşı saldıracaktır. İdeolojik parti bu noktada çok sıkıntı eker. Toplumun sahip olduğu ideolojiyi görebilmesini sağlayabilmek için parti yoğun çaba sarfeder. Toplum kendisine sonradan kazandırılan fikirler ve düşüncelerden arına bilmesi için ideolojisini tanımalı ki diğerini (kendisine sonradan kazandırılmak istenen demokrasi, laiklik, cumhuriyet gibi) bırakabilsin. Yani İslam ideolojisini saf bir şekilde kavramalı ki İslam dışı ne varsa hepsini terk edebilsin. Bu noktada toplumun sulta ve partinin çağrısı arasında bocaladığını görürüz. Sulta fikri mücadeleye açık olmadığı için acze düşecektir. Çünkü savunduğu düşünce ve fikirler insan fıtratına uygun değildir. Bu noktada otoritenin yapabileceği tek şey vardır oda; güç kullanmaktır. Parti ise İslam ideolojisinin davetçisidir ve fikren güçlüdür. Eğer toplum buna kulak verir partiye doğru meyletmeye başlarsa devlet daha da hırçınlaşacak, dışarıdan yardım alacak ve bu şekilde gidişatı durdurmak isteyecektir. Bu gün İslam alemindeki konum bunun bir örneğini teşkil eder. Yakın tarihimizde Cezayir bunun yaşamıştır. İşte sıkıntıların baş göstermesi üzerine toplum partiye uzak durmaya, devletin yanında yer almak ister. Sultaya güç yetiremeyen, vakıaya göre yön değiştiren partiler sultayı elde etmek içinde devletin sunduğu alternatifler içerisinde boşluklar bulup yönetimi elde etmeye meyledecektir. İşte bu noktadan sonra, ideolojisini ölçü almaktan uzaklaşan toplum ideolojik hareket eden partiyi fikir ve düşüncesinden uzak bir şekilde, sadece diğer partiler gibi bir parti, o partinin üyelerini de partiden soyutlayarak şahsi/bireysel görmeye ve eleştirmeye başlar. Toplumdan gelen sıkıntılardan en önemlilerinden birisi budur. Toplumun kınamasına her ne olursa olsun direnmek partinin görevidir. Parti eğer bunu göremeyip, ideolojisi yerine kendisini, daveti taşıyan üyeleri yerine şahsi kişiliklerini savunmaya geçerse asli görevinden uzaklaşmış olur. Parti kendini ancak ideolojisi ile izah edebilir, üyelerini ideolojisi ile savunabilir. Dolayısı ile ideolojiyi topluma kabullendirme işi çok fırtınalı geçecek, belki de uzun yıllar sürecektir. Toplumun kapıyı kapatması ve sürenin uzamasından dolayı parti içerisinde sıkıntılar meydana gelmeye başlar. İşte bu noktada içeriden bazı sesler geçiş yolları aramaya yönelir ve musibet için kapı aralanmış olur. -İdeoloji üzerinde sebat eden partinin dışarıdan gelen fırtınalara karşı direnci ve duruşu eşsiz olur. Fakat parti için asıl sıkıntı ve musibet üyelerinin parti içerisinde bireysel harekete yönelmeleridir. Ümmetin partiye olan ilgisinin artması üzerine nefislerde gurur uyandırabilir. Duygusunun esiri olan kişiler kendilerinde ümmetten ayrı bir vasıf görmeye başlar. Kitleyi vuran bu musibet ya kişinin şahsını ön plana çıkartması ile olur ki; genelde "ben" eksenli veya kibirlenme gibidir. Ya da kitle içersinde kişilerde davaya bakış kişiselleşmeye (yani falanca şunu yapmıyor, ben niye yapayım, hizb neden şunu yapmıyor... gibi) başlar ki işte kitle için doğacak en büyük musibetlerdendir. Böylesi bir durumda ümmetle kitle arasında sınıflaşma doğar. Bu şekilde parti toplumda yerini kaybetmeye, güvenini yitirmeye başlar. Bir kitle için bundan daha büyük bir musibet olabilir mi?!. Kitle üzerinde böyle bir sıkıntıya sebep olmamak için daveti yüklenen şahısların kendilerini ümmetin bir ferdi olarak, onlara hizmet etmekle yükümlü kişiler olduklarını ortaya koyarak hareket etmeleri gerekir. 3- İdeolojisinden dolayı kişinin uğradığı sıkıntılar. Daveti yüklenen kitle mensupları eğer menfaatlerini ve günlük işlerini davetlerinin önüne alarak bir alaka kurmaya çalışırsa bu davetle, kitle ile arasını açacaktır. Bu kitle için bir musibet olduğu gibi şahıs içinde bir musibettir. Kitle birçok sıkıntıya girecektir. Bunun için daveti yüklenen kişi menfaatini ön plana çıkartarak davasının ve kitlesinin önünde engel yapmamalıdır. Kitleye bu şekilde zarar vererek sıkıntıya soktuğunu görmelidir. Dıştan gelen sıkıntılara göğüs geren partinin bu gibi musibetlerle yükü ağırlaşır. Akide eksenli davasına bakış yerine falanca, filanca, mazeretler çerçevesinden bakış davayı dondurur, daveti taşıma yerine içe dönük ıslah hareketleri başlar. İdeolojik bir kitle için bunlar olmaması gerekenlerdendir. Bunun değişmesi ancak akidevi bakışla davasını sürekli gözetmekle mümkündür. Uzaklaştırma veya cezalandırma sıkıntıların biteceği anlamına gelmez... İdeolojiye davet eden kitle elemanları başlarına gelen musibetleri atlatabilmeleri için sabırlı olmaları, davalarında azimli olmaları gerekir. Güçleri dahilinde başlarına gelen musibetlere direnmeli, yollarından alıkoyacak fitne ve saptırıcı propagandalara karşı koymalıdırlar. Gelen musibetlere karşı ancak çektikleri bu sıkıntıların karşılığı Cennet olduğu hatırlatılır. Resulullah Sallallahu aleyhi Vesellem'in Mekke'de verdiği mücadelelerinde bir kitle için birçok örnekler vardır. Kitlesi ile beraber uğradığı musibetlere karşı tavrı ve sıkıntıların nasıl atlatıldığı bu konuda derin bir şekilde kitle elemanlarına işlenmelidir. Sıkıntılarla, musibetlerle karşılaşmak kişinin nefsiyle baş başa kalıp, imtihanın en zor döneminin yaşandığı bir zaman dilimidir. İnsanın bazen bu zaman zarfında kazanımları olabildiği gibi büyük kayıpları da olabilmektedir... Musibete karşı takınılan tavır, aynı zamanda iman ile nifakın arasını imtihan aracıdır. Musibetleri hazırlayan etkenlerden birinin de korku olduğunu biliyoruz. Korku, insana zarar veya musibet dokunacağı ya da menfaat kaçırılacağı endişesinden doğar. Bugün daveti taşıyan müminler korkuyla imtihan ediliyor. Maalesef günümüzde Müslümanların çoğu, İslam davetini yüklenirken beraberinde getireceği tehlikelerden korkuyorlar. Kafirlerden her an musibet geleceğinden veya menfaatlerini kaybedeceklerinden korkuyorlar. Daveti taşıma esnasında musibetlerle karşılaşa bilir, hapse atılabilirler, öldürülebilirler, görev ve mallarını kaybedebilirler. Daha işin başında bu tür korku ve endişelerle hareket etmek kişinin ayaklarını bağlar. -Burada tutuklu evi/hapishanede davetçinin takınması gereken hususlara bir nebze değinmek istiyoruz: Genelde dünyanın neresinde olunursa olunsun hapishanelerde iki halle karşı karşıya kalınır. Bunlar; düşünceyi koruma ve fiziki konumu muhafaza edebilme. Her ikisi de otorite tarafından baskı altındadır. Direnmek veya direnememek ise insanın gücü dâhilindedir. Çünkü otorite var olan direnci kırabilmek için çok çeşitli işkenceler uygulama yoluna gidebileceği gibi cazip tekliflerle de parti üyelerine gelebilir. Arzulanmayan bir hal olmamasına rağmen, davet taşıyıcılar birçok ülkede otoritenin hışmına uğrayarak tutuklanıp hapsedilmektedirler. Kitle elemanlarının çeşitli ülkelerde değişik şekillerde zulme uğratıldıkları medyada yer almaktadır. Her ülke tutuklulara farklı muamelede bulunmaktadır. Suçlama cinsi aynı (İslam'ın hayata hakım kılınması için çalışmak) olup işkence türü (fiziki eziyetler) değişiktir. Bu geçmişte de böyle idi günümüzde de aynıdır. Bilali Habeşi'nin tutuklanıp hapsedilmesinde hem düşüncesine saldırı vardı hem de fiziki eziyet çektirme olayı vardı. Günümüzde de Özbekistan hapishanelerinde tutuklu bulunan Müslümanların hem düşüncelerine saldırı var hem de fiziki işkence olayı vardır. Her ne kadar modern tutuk evleri yapılırsa yapılsın hapsedilen kişi sosyal hayattan ve partisinden kopartılmaktadır. Yani hapsedilen kişi için topluma daveti taşıma işi bittiği gibi (hapiste yattığı sürece) kitlesel faaliyeti de bitmiş demektir. Ya dört köşe bir odada, ya çölün kuytu bir köşesinde, ya loş kokuların geldiği beton zeminlerin üzerinde tek başına veya birkaç kişi ile sıkışık vaziyettedir. Otorite memurlarının ne zaman ne yapacakları belli olmayan, saatlerin, dakikaların gittikçe uzadığı bir ortamda yaşam mücadelesi vermek zorunda bırakılır. Kişinin kendini daha fazla muhasebe ettiği, Allah ile baş başa kaldığı, sorguladığı, nefsi ile baş başa kaldığı, birçok hesapların yapıldığı bir durumdadır. Çizgiler kazanmak veya kaybetmek arasında gider gelir. Böylesi bir durumda hapishane her yönüyle fitne olabilir veya her yönü ile hayır üzerine hayır kazandırabilir. İslam davetini yüklene kişi İslam davetini taşımaktan dolayı hapsedilmesini unutmadığı ve içeride kaldığı sürece, bu musibetin kendisi için bir imtihan olduğu bilincinde kaldığı müddetçe İnşaAllah kazananlardan olacaktır. Çektirilen eziyetlerin cehennem ateşi yanında bir hiç olduğu, bu sabrın karşısında cennetle mükâfatlandırılacağı zihinlerde canlı kaldığı müddetçe direnç artacak, bu dünyada çekilen eziyet ve sıkıntıların hafif kaldığı görülecektir. Bu konuda Yasir ailesinin sergilediği örnek tavır hala canlılığını korumaktadır. Sıcak yaz gününde onlara demir zırhlar giydirirlerdi. İşkencenin şiddetine kendileri bile dayanamazlardı. Ebû Cehl İbn Hîşam müşrikleri buna teşvik ederdi. Şerefli ve güçlü birisinin Müslüman olduğunu duyarsa, ona gelir: - Bundan sonra görüşüne itibar edilmeyecek ve şerefin düşecek, derdi. Eğer Müslüman olan tacirse: -Senin ticaretini kesata uğratıp malını yok edeceğiz, derdi. Eğer zayıf birisiyse, onu tehdit ederdi. Yâsir ailesini, dininden döndürmek için işkence yapıyorlardı. Fakat onlar küfre dönmediler. Ebu Huzeyfe Muğîre onlara tehdit ve işkence yağdırıyordu... Bathâ'da Yâsir'e ve Ammâr ile Sümeyye'ye işkence yapıldığı sırada, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Yâsir ailesinin yanına uğrayıp; «- Yâsir ailesi sabredin. Size cennet vâdedilmiştîr,» diyordu. (Siret-i İbn-i Hişam c.1 s.432) Yâsir müşriklerin söyletmek istedikleri şeyleri söylemedi. İslam'ın şerefi için ölmeyi göze aldı... Ve müşriklerin işkenceleri altında şehîd oldu. İslam ideolojisi ile donanan kişi içeride geçen günlerini Allah'a daha çok yaklaşmak için kullanacaktır. Gününü düzen içerisine koyacak, vaktini farzların yanında nafile ibadetlerle donattığı gibi Kur'an, Hadis okumak ve hıfzetmek için ayıracaktır. Bu şekilde Davasının geleceği zihninde daima tazeliğini koruyacak, çıktığında kendisini daha dinamik bulacaktır. Fakat şeytanın fısıltısı, dışarıda bıraktığı ailesi, rahatlık gibi düşünceler ağır basarsa imtihanı kaybedenlerden olur. Açlıkla da imtihan edilebilir veya sıkıntıları olabilir. Eşleri, çocukları, ana, baba ve diğer akrabalarını kaybedebilirler. Allahu Teâla bunların imtihan vesilesi olduğunu bildirdi. Müslümanlar bunlardan bir kısmı ile imtihan edilebilirler. Zira dünya imtihan yeridir ve hiç birimiz burada kalıcı değiliz. Cenneti kazananlardan olabilmek için dünya hayatında imtihan ediliyoruz. Bu imtihan neticesinde, Allahu Teâla insanların amellerine göre ya azapla (cehenneme atmakla) veya cennetine koymakla ödüllendirir. Bu nedenledir ki Allahu Teâlâ;"sabredenlere müjdeler olsun." dedi. Sabredenlerin önemli bir sıfatını gösterdi. Davetle yoğrulmuş kişilerin başlarına bir musibet geldiği vakit; "Biz Allah'a aidiz ve O'na döneceğiz" derler. Bütün bu imtihan çeşitleri Allah-u Teâla'nın takdiridir. Bunları kabullenmemek ya da isyan etmek kişiyi küfre götürür. Sıkıntı ve musibetler arttıkça çeşitli şekilde fitneci fısıltılar başlayacaktır. "Dünyayı kurtarmak sana mı kaldı?", "Sen ailenin, çocuklarının rızkını temin etmeye bak.", "Devletle uğraşılır mı, o daima güçlüdür." gibi birçok insanı tereddüde sürükleyici cümleler duyulacaktır. Aslında bu onlara şeytanın bir vesvesesidir. Allahu Teala şöyle buyurdu: عِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاّ غُرُورًا "(Şeytan) onlar vaat eder ve ümit verir. Oysa şeytanın onlara vaadi aldatmadan başka bir şey değildir." (Nisa 120) Yani imanların musibetle sınanmasıdır. Allah Teâlâ gerçek anlamda nimetlendirilenlerin musibetlere uğrayıp bunlara sabreden kimselerden başkaları olmadığını ve farklı düşünenlerin ise kalplerinde hastalık bulunan tipler olduğunu bildirmektedir: وَإِنَّ مِنكُمْ لَمَن لَّيُبَطِّئَنَّ فَإِنْ أَصَابَتْكُم مُّصِيبَةٌ قَالَ قَدْ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيَّ إِذْ لَمْ أَكُن مَّعَهُمْ شَهِيدًا "Şüphesiz ki içinizden (savaşa çıkmak için) pek ağır davrananlar vardır. Size bir musîbet geldiği zaman (onlar) "Allah bana nimet ihsan etti de onlarla beraber olmadım" der." (Nisa 72) Musibetlere karşı sabretmek ve Allahu Teala'yı hatırlamak karşılığında mağfiret ve rahmet gelir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu şu hadiste açıkladı: "Bir kul, başına bir musibet gelince şöyle derse: "Allah'ım bu musibete karşı bana ecir ve sevap ver, yerine bana bundan daha hayırlı şey de ver." Allah hem ona sevap verir hem de daha hayırlı şey de verir." (Müslim) Musibet ve sıkıntılar karşısında sabır ayet ve hadislerde geçen ve asırlar boyunca gelip geçen nebiler, resuller veya onlara tabi olan davet taşıyıcıları arasında herhangi bir farkı olmayan bir sünnettir. Eğer İslam davetini taşırken fiilen bir musibetle karşılaşmışsa, bunlara sabırla katlanmalıdır. İslam davetini taşıyan, ne kadar ihlâslı olursa, ne kadar aktif ve canlı olursa; üzerindeki sıkıntı ve musibetler de o kadar şiddetlenir, sabırlı olmaya ve sıkıntılara dayanmaya olan ihtiyacı daha da artar. Rasuller ve Nebiler birinci olarak; muhlis, sadık ve aktif olarak daveti yüklenenler ikinci olarak ve sonra da diğer Müslümanlar, ihlasları ve samimiyetleri oranında belaların, sıkıntıların, sabrın ve tahammülün zirvesinde yer alırlar. Sa'd b. Ebu Vakkas'tan: "Dedim ki: Ey Allah'ın Rasülü, insanlardan başına en çok bela ve musibet gelen kimlerdir? Dedi ki: Peygamberler, sonra salihler, sonra da derece olarak bunlara yakın olanlar. Bir adam dinindeki derecesine göre belalara maruz kalır. Dininin emirlerini korumada ciddiyete ve dayanıklılığa sahip ise, daha şiddetli belalarla karşılaşır. Eğer dininde ciddiyet sahibi ve dayanıklı değilse, daha hafif belalarla karşılaşır. Ve bela, kulu yeryüzünde görünmeyi bırakıncaya kadar başından ayrılmaz." "Salihler, sıkıntılara ve zorluklara karşı dayanıklıdırlar. Bir dikenin batması veya daha fazlasıyla sıkıntı çeken bir mümin yoktur ki; çektiği sıkıntı nedeniyle hataları affedilmesin veya derecesi yükseltilmesin." Kapitalizme, demokrasiye, laikliğe, cumhuriyete ve bunlardan kaynaklanan inançlara, fikirlere ve hükümlere çatılması; bunların İslam ideolojisi ve bundan kaynaklanan hükümlerle değiştirilmeye çalışılması günümüzde de birçok musibetlerle karşılaşmak anlamına gelip, bunlara karşı hazırlıklı olmak sabırla direnmek gerekmektedir. Şunu biliyoruz ki, musibetlerden sonra mutlaka hayrın kapıları açılmıştır. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabı uğradıkları birçok musibetten sonra Medine'de İslam devleti ile şereflendirilmişlerdir. Bunları göz önünde bulundurarak Allahu Teala'dan zaferin ve kurtuluşun gelmesini beklemeliyiz. Daveti taşıyanın önem vermesi gereken hususların temel esası budur. Bu nedenledir ki her Müslüman'ın, özelde ise davet taşıyıcısının kendisine bakması ve şiddetli bir musibetle ile karşılaştığı zaman Allah'a hamd etmesi gerekir. Ebu Hüreyre'den: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Allah, kuluna ameliyle ulaşması zor bir makam takdir eder de bu makama ulaşıncaya kadar, kulunu hoşlanmadığı şeylerle imtihan eder ve belalara maruz bırakır." Musibetin bizzat kendisi bir şerdir. Musibetlerden bir parça olan azap, işkence de böyledir. Her ikisi de davet taşıyıcısının karşılaşmasının kaçınılmaz olduğu işlerdendir. Bu nedenledir ki alemlerin Rabbi, bunlara karşı daveti taşıyanın sabırla donanmasını emretmektedir. Kim Rabbinin emrine bağlanır, belalara karşı sabırlı ve musibetlere karşı dayanıklı olursa şerri hayra, musibeti nimete ve üstünlüğe döndürmüş olur. Sabır hayrın en büyük kapılarından birisidir. Öyleyse, Müslüman'ın sabrı görmemezlikten gelmesi, dikkate almaması, uzaklaşması ve ardına atması caiz değildir. Aksi takdirde hayırdan çok şey kaybetmiş olur. Allah Subhanehu, kullarından sevdiği kimseleri sürekli musibetlerle karşı karşıya getirdiği gibi, bunlara dayanıklı olabilmesi için kuluna sabır da verir. Bunların her ikisi birden -musibet, sıkıntı ve sabır- ihlaslı, salih ve mümin kimseler nezdinde birbirinden ayrılması mümkün olmayan işlerdendir. Sabır ve metanet sahibi olan kimsenin Rabbi katında ne kadar üstün konumda olduğunu gösterir. İşte Müslüman'ın, bu hususları dikkate alarak davet taşıması, ayaklarını sağlam olarak yere basması, attığı adımın hiçbirisinden gafil olmaması lazımdır. Çünkü daveti taşıyan; günümüzde gerçekten zor şartlar içerisinde davetin gereklerini yerine getirmektedir. Sabır ve tahammül aracına sahip olmaksızın buraları katetmesi, aşması mümkün değildir. Zira sabır ve tahammül her türlü belaya galip gelir; her türlü musibete ve sıkıntıya dayanmayı, hoşlanılmayan her şeye karşı direnmeyi sağlar. Konumuzu bir hadisle noktalamak istiyoruz. Kime bir musibet isabet ederse ve dünyada da onu hayra çevirmek isterse; Ümmü Seleme'nin rivayet ettiği şu hadiste anlatıldığı gibi yapsın: Ümmü Seleme der ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle söylerken işittim: "Kendisine bir musibet gelen bir Müslüman: Biz Allah'a aitiz ve O'na döneceğiz. Allah'ım bana bu musibetim için ecir ver ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ver derse; musibetinden dolayı Allah, ona ecrini ve mutlaka daha hayırlısını verir." Allah'ım, bizleri kaldıramayacağımız, gücümüzün yetmedi musibetlerle imtihan etme. Allah'ım, ümmetin üzerindeki musibetleri kaldır, sıkıntılarımızı gider ve İslam devleti ile bu ümmeti şereflendir. (Amin)