10-01-2015 07:37

Fransa`nın kanlı tarihi yazmakla bitmiyor

Fransa`nın tarihi soykırım ve katliamlarla dolu. 1830` da sömürge olarak işgal ettikleri Cezayir` de her türlü insanlık suçunu çekinmeden işleyen Fransızlar, 1962` de bağımsızlığını kazanana kadar ülkede çeşitli soykırımlar ve katliamlar gerçekleştirdi.

Fransa`nın kanlı tarihi yazmakla bitmiyor

Cezayir 1830'dan 1962'ye kadar yani toplam 132 yil süreyle Fransa'nin isgalinde kaldi. Bu süre içinde Cezayir halki da kesintili olarak bagimsizlik savaslari verdi. En siddetli savas ise 1954-1962 arasinda gerçeklestirilen büyük bagimsizlik savasidir. Bu süre içinde Fransiz isgalciler 1,5 (bir buçuk) milyon Cezayirliyi hunharca sehit etmislerdir. Fakat Fransa'nin Afrika'da gerçeklestirdigi tek katliam Cezayir katliami degildir. Fransa hemen hemen girdigi tüm Afrika ülkelerinde benzer katliamlar gerçeklestirmistir. Öldürülenlerin sayisi belki farklidir ama hepsinde de ayni vahset ruhunun etkin oldugunu görüyoruz. Üstelik bu katliamlar Ortaçag'in karanlik zihniyetiyle degil 20. yüzyilin yani modern çagin modernist felsefesiyle, insan haklari, uluslararasi hukuk gibi kavramlarin bütün dünya kamuoyunun literatürüne girdigi bir dönemde gerçeklestirilmistir. Biz de bu arastirmamizda basta Cezayir katliami olmak üzere, Fransa'nin muhtelif Afrika ülkelerinde gerçeklestirdigi katliamlar hakkinda birtakim özet bilgiler verecegiz.

Fransa'nın Cezayir İsgali

Fransa'nin Cezayir'e yönelik isgal amaçli saldirilari 1827'de baslamistir. Fakat saldirilarin baslamasiyla ilgili gelismeler oldukça ilgi çekici ve düsündürücüdür. O tarihte Cezayir, Osmanli Devleti'ne bagli bir eyalet durumundaydi ve basinda da aslen Izmirli olan Dayi Hüseyin Pasa bulunuyordu. Fakat Osmanli Devleti'nde bas gösteren zayiflama Cezayir'i de Fransa karsisinda zayif duruma düsürmeye baslamisti. O siralarda Fransa hükümeti, Bacri ve Busnak adli Cezayirli iki yahudiden 5 milyon Frank ve bir miktar hububat borç almisti. Fransa krallik idaresine geçince yeni yönetim bu borçlari tanimakla birlikte ödemeyi durdurdu. Bunun üzerine söz konusu iki yahudi alacaklarinin tahsili için Dayi Hüseyin Pasa'yi devreye soktular. Hüseyin Pasa da tebaasindan olan bu iki kisinin alacaklarini tahsil için harekete geçti ve bazi Fransiz gemilerine el koydu. 29 Nisan 1827 tarihinde bu borçlarin tartisildigi sirada Dayi Hüseyin Pasa, Fransiz konsolosu Pierre Deval'in yüzüne elindeki yelpazeyle vurdu. Fransa da bu olayi savas ilani kabul ederek 16 Haziran 1827'de askeri harekati baslatti. Aslinda Fransa böyle bir harekat için söz konusu olaydan önce hazirligini yapmisti. Bu ilk harekattan sonra Cezayir'in sahillerini abluka altina aldi.

O siralarda Yunanistan isgaliyle ugrasan Istanbul yönetimi (Babiali) ise olaylara müdahale etme imkanindan yoksundu. Bu yüzden diplomatik yollardan meselenin çözümü için ugras veriyordu. Ama Fransa avantajli durumunu degerlendirerek isgal planini gerçeklestirmek istiyordu. Fransa, Ingiltere ve Rusya'yla da isbirligi yaparak 20 Ekim 1827'de Navarin'deki Osmanli donanmasini yakti. Bu olaydan kisa bir süre sonra 1828-29 Osmanli-Rus Savasi basladigindan Cezayir, Fransa karsisinda iyice yalniz kaldi. Bu duruma ragmen yine de Fransa, Cezayir'i kisa sürede isgal edemedi. 14 Haziran 1830'da General Bourmont komutasinda yeni bir donanma ve 37.000 kisilik takviye birlik gönderdi. Bu takviye güçlerle 5 Temmuz 1830'da baskent Cezayir'i isgal edebildi. Fakat o sirada meshur Emir Abdülkadir komutasinda bir gerilla savasi baslatildigindan Fransa, Cezayir'in tümünü ele geçiremedi. Emir Abdülkadir'in isgal kuvvetlerine karsi direnisi 1947'ye kadar sürdü ve Fransa'nin ülkenin tümü üzerinde hakimiyet saglamasi da ancak bu direnisin sona ermesinden sonra gerçeklesti.

Fransa Sultasındaki Cezayir

Fransa, 22 Temmuz 1834'te Fransiz Kuzey Afrika Genel Valiligi'ni kurdu. Bu genel valiligin isi daha çok ülkedeki sömürge yönetimini güçlendirme amaciyla ülkenin batisinda Emir Abdülkadir liderliginde, dogusunda da Ahmed Bey'in liderliginde bagimsizlik savasi veren gerilla güçleriyle ugrasmak oldu. 1847'ye kadar süren bu savasta isgal güçleri epey kayip verdiler.

Fransiz isgal güçleri Cezayir halkinin direnisini kirmak ve bagimsizlik yanlisi direnise destek vermesini engellemek amaciyla askeri, siyasi, dini, kültürel ve ekonomik her baski yolunu denediler. Kültürel yönden halkin Müslüman ve Arap kimligini yok etmek amaciyla baski yapti, Arapça ve Berberice yerine Fransizca'yi hakim kilmak için ugrastilar. Dini yönden Müslümanligin yerine hiristiyanligi hakim kilmak için yogun bir misyonerlik faaliyeti baslatti ve bu amaçla baski uygulamalarina basladilar. Isgale karsi direnen kabilelerin arazilerine el koymak suretiyle ekonomik baski metotlarina basvurdular. Halka hizmet veren vakiflara ait gayri menkullere el koymaya basladilar. Ülkenin en güzel bölgelerinde sömürge yerlesim birimleri olusturdu ve buralara Avrupalilari getirtip yerlestirdiler. Avrupa'dan göçü tesvik amaciyla da yerli kabilelerden zorla gasp edilen araziler göçmenlere bedava dagitildi. 1841-1850 yillari arasinda yerli ahaliden gasp edilen 115 bin hektar arazi Avrupali göçmenlere bedava dagitilmistir. 1930'da ise bu sekilde Avrupali göçmenlere dagitilan arazinin miktari 2 milyon 345 bin hektari (23 milyon 450 bin dönümü) bulmustur. Bu tesvikler yüzünden de Avrupa'dan göçte göze batar bir artis gerçeklesmistir.

Despotik Bir Yönetim

Fransa, Cezayir'i isgal ettikten sonra ülkenin yerli halkini yönetmek amaciyla "Arap Bürolari" adi verilen askeri merkezler olusturdu. Bu merkezler zulüm ve baski anlayisina göre tesekkül etmisti. Bu yönetim biçimi 1870 yilina kadar devam etti. Tamamen isgal güçlerinin kontrolünde olan bu merkezler bir bakima ülkede sikiyönetimi hakim kilan askeri merkezler durumundaydi.

1870'te sivil yönetime geçildi ve Cezayir, Fransa Içisleri Bakanligi'na baglandi. Bu gelismeden sonra 1871'de Muhammed el-Mukrani'nin etrafinda toplanan 200 kadar kabile ülkenin tamamina yayilan bir ayaklanma baslatti. 1881'de Sidi Seyh liderliginde ikinci bir ayaklanma gerçeklestirildi. Fransa sömürge yönetimi her iki isgali bastirmak için de ülkenin her tarafini kan gölüne çevirdi ve binlerce insani vahsice katlettiler. Ikinci ayaklanma 1884'te bastirilabilmistir ve bu üç yillik süre içinde çok sayida insan katledilmistir. Bu isyan bahane edilerek ülkedeki tüm yargi mekanizmasi askiya alinmis ve "Yerli Kanunu" adi verilen zulüm kanunlari uygulamaya geçirilmistir. Bu kanunlarin uygulamasi 1919'a kadar sürdürüldü. Bu kanunlar Fransizlara özel bir ayricalik tanirken Cezayirlileri bütün insan haklarindan mahrum ediyordu. Yani bu kanunlara dayali olarak Amerika'dakine benzer sekilde bir tür irk ayrimi politikasi uygulaniyordu. Bu politika Cezayirlileri ayni zamanda ekonomik yönden de zor duruma sokuyordu. Onlardan agir vergiler alarak isgal yönetiminin tüm giderlerini onlardan alinan vergilerle karsiliyordu. Bu uygulama çok sayida Cezayirliyi ülkelerini terk etmeye zorlamistir.

Vahşete Karsı Başkaldırı

Fransa'nin uyguladigi baski politikasi Avrupa'dan getirtilen göçmenlerle isgal yönetimiyle isbirligi içindeki küçük bir azinlik disinda bütün Cezayir halkini ikinci sinif vatandas durumuna sokmustur. Bu muamele yüzünden ülkenin asil sahibi durumundaki kalabalik kitleler fakirlestirilmis, oldukça büyük sikintilarla karsi karsiya birakilmistir. Iste bu vahset uygulamalari ülke halkinin sürekli tepkilerine, protestolarina sebep oluyordu. Ancak Fransa'nin ülkeye hakim kildigi despotik yönetim bütün tepkileri insanlik disi metotlarla susturuyordu. Ayrica uygulanan özel metotlarla ülkedeki kabile düzenlerinin bozulmasina ve böylece halkin birlikte hareket etmesinin engellenmesine çalisiliyordu. Bütün bu olumsuzluklara ragmen yine Cezayir halki isgale boyun egmek istemedigini çesitli sekillerde belli ediyordu.

Cezayirliler isgale karsi tepkilerini ortaya koymak için zaman zaman muhtelif sivil teskilatlar kurdular. Fakat bu teskilatlar genellikle kisa ömürlü oldu. Çünkü Cezayir bu teskilatlarin isgale karsi tehdit olusturabilecekleri kanaatine varinca hemen kapatiyordu. Fakat bunlarin içinde Abdülhamid bin Badis'in önderliginde 1931'de kurulan Müslüman Alimler Cemiyeti (Cemiyetu'l-Ulemai'l-Muslimin)'nin büyük bir etkisi oldu. Bu hareket ülkede bir milli kültür hareketi ve Cezayir halkini Avrupalilarla esit haklara sahip hale getirmek için mücadele baslatti. Fakat ne yazik ki Bin Badis'in 1940'ta vefat etmesi üzerine bu hareket de dagildi. Bununla birlikte II. Dünya Savasi esnasinda ve sonrasinda ortaya çikan hava Cezayir halkindaki bagimsizlik ruhunun daha da canlanmasina sebep oldu. II. Dünya Savasi'nin bitmesinden sonra 5 Agustos 1945'te Cezayir'de gerçeklestirilen törenlere katilanlarin Cezayir bayragi tasimalari ülkedeki isgal kuvvetlerini kizdirdi. Bu olay üzerine isgal kuvvetleri bir silahli saldiri gerçeklestirdiler ve Cezayir kaynaklarina göre en az 45 bin kisi hayatini kaybetti. Olaydan sonra bagimsizlik yanlisi liderlerden Mesali el-Hac basta olmak üzere pek çok kisi de tutuklandi. Siyasi teskilatlarin da tümü kapatildi. Iste bu gelismeler Cezayir halkindaki tepkinin daha da artmasina sebep oldu. Bu tepki ülkede gizli bir bagimsizlik yanlisi örgütlenmenin olusmasina da yol açti. Yani henüz fiili direnise geçmeyen bir milli hareket ortaya çikti. Bu durumu gören Fransa 1947'de bazi iyilestirmeler yaptiysa da bu çok fazla bir degisiklik getirmedi.

Bağımsızlık Savaşının Hazırlıkları

1948-52 yillari arasi Cezayir'de isgale karsi ayaklanmaya hazirlik yillari oldu. Bu amaçla Mesali el-Hac'in önderliginde kurulmus olan Özgürlük ve Demokrasi Için Zafer Hareketi (Hareketu'l-Intisar li'l-Hurriye ve'd-Dimukratiyye) adli örgüt bünyesinde faaliyetler yürütüldü. Bu örgüte bagli olarak Özel Teskilat (el-Munazzamatu'l-Hassa) adi verilen gizli bir olusum bünyesinde de faaliyet yürütülüyordu. 1954'te bu teskilat lagvedilerek yerine Birlik ve Çalisma Için Devrimci Komite Teskilati olusturuldu. Bu teskilat ülkeyi alti askeri eyalete bölerek her birine oradaki ayaklanmayi idare edecek bir kumandan tayin etti.

Ve Ayaklanma

Gereken hazirliklar yapildiktan sonra 1 Kasim 1954'te bir bildiriyle halk silahli ayaklanmaya çagrildi ve isgale karsi silahli mücadele baslatildi. Önce Avles ve Kabiliye'de baslatilan silahli mücadele çok kisa sürede bütün ülkeyi kusatti. Ayaklanmanin merkezilestirilmesi amaciyla Ulusal Kurtulus Ordusu adinda bir teskilat olusturuldu. Birlik ve Eylem Için Devrimci Komite Teskilati (CRUA) da bu silahli teskilatin siyasi olusumu haline geldi. Bunun yani sira ayaklanmanin siyasi ve askeri boyutunu organize etme amaciyla Ulusal Kurtulus Cephesi (FLN) ve Ulusal Kurtulus Ordusu (ALN) kuruldu. Birlik ve Eylem Için Devrimci Komite Teskilati (CRUA) da Ulusal Kurtulus Cephesi'ne iltihak etti.

Ayaklanmanin baslamasiyla birlikte özellikle kirsal bölgelerdeki Cezayirliler kitleler halinde gerilla birliklerine katildi. Ulusal Kurtulus Cephesi kendisi için sömürge sisteminin kaldirilmasi, bagimsiz Cezayir'in kurulmasi, inançlara ve insan haklarina saygi ve genis bir toprak reformu gibi hedefler belirlemisti. Kisa zamanda halkin destegini almakta gecikmedi. Fakat Ulusal Kurtulus Cephesi homojen bir yapiya sahip olmadigindan farkli görüslerden insanlar bu cephenin içinde temsil ediliyordu.

Fransa bu ayaklanmayi bastirabilmek için tam anlamiyla bir vahset sergiledi. 28 Agustos 1955 tarihinde olaganüstü hal ilan edildi. Artik Cezayir'in her tarafinda oluk oluk kan akiyordu. Çünkü Fransiz isgal kuvvetleri haksiz bir sekilde isgal etmis olduklari Cezayir topraklari üzerindeki hakimiyetlerini sürdürebilmek için her yola basvuruyor, halkin direnisini kirmak için ellerinden gelen her seyi yapiyorlardi.

Fransizlar, Cezayirli gerillalara karsi hava saldirilarina agirlik veriyordu. Bu yüzden Fransiz saldiri güçleri daha çok "Fransiz Parasütçüleri" olarak ün salmislardi. Bu parasütçülerin çogu eski Fransiz sömürgesi Vietnam'dan getirilmis tecrübeli saldiri timleriydi. Vietnam'da aldiklari yenilginin ezikligini Cezayirli gerilla güçleri karsisinda telafi etmeye çalisiyor ve ayni zamanda oradaki yenilginin acisini da çikarmaya çalisiyorlardi. Bu yüzden saldirilarinda tam bir vahset sergiliyorlardi. Saldirilarinda sadece gerilla güçlerini degil sivilleri de hedef aliyorlardi. Hatta caydirici olmasi için daha çok insan kaybina sebep olmak amaciyla kalabalik yerlesim merkezlerini birinci hedef olarak seçiyorlardi. Bunun yani sira Cezayirlileri direnisten vazgeçirmek amaciyla yakaladiklari kisileri uçaklardan asagiya atiyorlardi. Bununla digerlerine: "Eger ayaklanmaya son vermezseniz sizin de basiniza gelecek olan budur!" mesajini vermeye çalisiyorlardi.

Fransiz isgal güçleri tabii ki sadece hava saldirilariyla yetinmediler. Donanma ve kara kuvvetleri de tüm Cezayir topraklarini saran bu ayaklanmaya karsi harekete geçirildi. Fransiz isgal güçleri bir yandan bu vahsi saldirilari sürdürürken bir yandan da Cezayir'e askeri ve ekonomik yardim gelmesini önlemek amaciyla Bati Akdeniz bölgesinde Ortaçag dönemlerinde yaygin olan deniz korsanligina benzer bir faaliyet baslatti.

Cezayir Bağımsızlığına Karşı Fransa-İsrail İşbirliği

Israil, 1954 yilindaki ayaklanmadan önce de Cezayir'deki gelismeleri çok yakindan izliyordu. Özellikle MOSSAD, Cezayir'de gelisen bagimsizlik hareketini yakin takibe almisti.

Ayaklanma ile birlikte de Israil, Fransiz sömürge yönetimine aktif destek vermeye basladi. Israilli askeri uzmanlar, gerilla savasi konusunda tecrübesiz olan Fransiz birliklerine özellikle de gerilla savasinda helikopter kullanimi konusunda egitim verdiler. S. Steven'in yazdigi The Sypmasters of Israel adli kitabinda bildirdigine göre, Fransiz birliklerini egitmek için iki Israilli general Cezayir'e gitmisti. Bu iki general de oldukça tanidik isimlerdi: Izak Rabin ve Haim Herzog, yani Israil'in eski basbakani ve eski cumhurbaskani.

Crosbie, The Tacit Alliance adli kitabinda Cezayir ayaklanmasi boyunca Fransa ve Israil'in tam bir "ittifak" kurduklarina dikkat çekmistir.

Ayaklanmanin son dönemlerinde de Israil'in Fransizlara verdigi büyük destek sürdü. Israil, Fransizlarin kurmaya çalistigi "kontrgerilla" örgütü OAS'ye de büyük yardimlarda bulunmustu. Hallahmi: "1961 ve 1962'de Israil'in, Cezayir'de Fransiz kontrolü saglamaya çalisan Fransiz yerlilerinin asiri sagci örgütü olan Fransiz OAS (Organisation de l'Armée Secrét: Gizli Ordu Örgütü) hareketini destekledigine dair birçok rapor vardir" diyor. Cezayir tam bagimsizligini kazanip, Birlesmis Milletler'e katildiginda da sadece Israil, Cezayir'in kabulü aleyhinde oy kullanmisti.

İnsanlar Kitleler Halinde Öldürüldü

Cezayir'de 1 Kasim 1954'te baslayan ayaklanma 19 Mart 1962'de ilan edilen ateskese kadar devam etti. Yani yaklasik yedi buçuk yil. Gün olarak ise toplam 2694 gün. Bu süre içinde bir buçuk milyon Cezayirli sehit edildi. Yani savas süresince günde ortalama 557 Cezayirli hunharca katledildi. Bu rakam Cezayir'deki Fransiz katliaminin ne kadar vahsice, ne kadar hunharca oldugunu apaçik bir sekilde gözler önüne sermektedir. Ölü sayisinin bu kadar fazla olmasinin sebebi yukarida da ifade ettigimiz üzere saldirilarda özellikle kalabalik kitlelerin hedef seçilmesiydi.

Tarihi bilgilere göre Cezayir'in bagimsizlik mücadelesi verdigi dönemde nüfusu 8-10 milyon civarindaydi. Buna göre Fransiz isgal kuvvetleri ülkedeki nüfusun % 15'ini öldürmüslerdi. Yani her 6,6 kisiden 1 kisi 7,5 yil süren bir bagimsizlik savasi esnasinda öldürülmüstü. Bu ise her aileden en az bir kisinin hayatini kaybetmesi anlamina geliyordu. Bu ise apaçik bir soykirim niteligi tasiyordu.

Fransiz vahsetinden ülkeye yerlestirilen bazi Fransizlar da nasiplerini almislardi. Baskent Cezayir'in Babu'l-Oueyd semtine yerlestirilen Fransiz kökenliler isgal yönetiminin tutumuna itiraz ettiklerinden ve Cezayir'deki halka Fransa'daki halka taninan haklarin aynisinin taninmasini istediklerinden dolayi isgal kuvvetlerinin hismina ugradilar. Ünlü general Charles de Gaulle'ün emriyle Babu'l-Oueyd'e giren Fransiz isgal kuvvetleri burada ikamet eden birçok Fransizi öldürdüler.

Herşeye Rağmen İstiklal

Fransiz isgal kuvvetlerinin sergiledigi onca vahsete ragmen Cezayir halki istiklalini elde etmekte kararliydi. Çünkü ölümden kaçarak isgalin gölgesinde yasamayi kabul etmesi durumunda maruz kaldigi baski, siddet ve zilletin artacagini biliyordu. Bu yüzden kararlilikla direnisini sürdürdü.

Ulusal Kurtulus Cephesi, 19 Eylül 1958'de Misir'in baskenti Kahire'de Ferhad Abbas'in baskanliginda Geçici Cezayir Hükümeti'ni kurdu. Bu hükümet önce Kahire'de sonra Tunus'ta faaliyetlerini yürüttü. Cezayir halkinin bu kararli mücadelesi dünyada genis yanki buldu. Bu yüzden Arap ülkelerinin tamami ve bazi Asya ve Afrika ülkeleri Geçici Cezayir Hükümeti'ni tanidi. Ancak Bati'da bu hükümeti taniyan herhangi bir ülke çikmadi. Fakat bu duruma ragmen Fransa, Cezayir halkinin kararli mücadelesi karsisinda çok uzun süre dayanamayacagini anlamaya baslamisti. Bu yüzden General De Gaulle, Cezayirlilere bazi haklar tanidi. Ama bu, Cezayir'in tam bagimsiz olmasi için savasan Ulusal Kurtulus Ordusu'nu tatmin etmedi. De Gaulle, 16 Eylül 1959'da Birlesmis Milletler'de yaptigi konusmada Cezayir halkina kendi gelecegini belirleme hakki taninacagini açikladi. Bu arada Afrika'daki diger Fransiz sömürgeleri de birer birer bagimsizliklarini elde ediyorlardi. Dolayisiyla Fransa, Cezayir'i daha uzun süre elde tutamayacagini anladi. Dünya kamuoyunda da Fransa'ya karsi ve Cezayir halkinin lehine bir hava olusmustu. Sonuçta Fransa, 14 Haziran 1960 tarihinde Cezayir bagimsizlik savasinin liderleriyle görüsme masasina oturmaya hazir oldugunu açiklama ihtiyaci duydu. Bu açiklamanin üzerinden 10 gün geçtikten sonra 25 Haziran 1960 tarihinde Fransa'nin Melun sehrinde görüsmeler baslatildi. Bu görüsmelerden bir sonuç çikmayinca Cezayir'de yeniden toplu direnis eylemleri gerçeklestirildi. Bunun üzerine Fransa yaklasik bir yil sonra 20 Mayis 1961 tarihinde görüsmeleri tekrar baslatti. Yürütülen görüsmeler 18 Mart 1962'de Evianles-Bains Anlasmasi'yla sonuca baglandi ve Cezayir Ulusal Kurtulus Cephesi (FLN) 19 Mart 1962'de ateskes ilan etti. Söz konusu anlasmaya göre yapilacak bir referandumda halkin onaylamasi sartiyla Fransa, Cezayir'in bagimsizligini taniyacak ve Messu'l-Kebir'deki deniz üssü haricinde tüm askeri güçlerini üç yil içinde geri çekecekti. 1 Temmuz 1962'de gerçeklestirilen referandumda halkin % 91'i bagimsizlik lehinde oy kullandi ve böylece Cezayir, resmen bagimsiz bir devlet kimligi kazanmis oldu. Bagimsizlik aleyhine oy kullananlar ise Fransa'dan getirtilip bu ülkeye yerlestirilenlerle, onlarla is birligi içindeki küçük bir azinlikti.

Türkiye'nin Yanlış Politikası

Cezayir'de bagimsizlik savasinin sürdügü siralarda Türkiye hükümeti her ne kadar bu ülkedeki Müslüman halka kismen gizli yollardan yardim yaptiysa da siyasi platformda genellikle Fransa'nin yaninda yer almayi tercih etti. Bu yüzden Kahire'de kurulusunu ilan eden Geçici Cezayir Hükümeti'ni resmen tanimadi. BM nezdinde meseleyle ilgili birtakim oylamalarda Fransa'nin yaninda yer almayi tercih etti. Bunda Türkiye'nin NATO üyesi bir ülke olmasi ve Fransa'yla iliskilerin zarar görmemesi amaci gerekçe olarak kullanildi. Ancak bugün yasadigimiz gerçekler, haklinin ve mazlumun yaninda yer almanin uzun vadede daha büyük yararlar sagladigi gerçegini teyit etmektedir. Türkiye'nin dün Cezayir karsisinda Fransa'nin yaninda yer almasina ragmen Fransa'nin bugün tarihi gerçekleri arastirma ve Türkiye'nin bu konudaki gerekçelerini inceleme geregi bile duymadan Ermeni soykirimiyla ilgili iddialari kanun korumasi altina aldigini görüyoruz.

Bu olay dolayli olarak bize Filistin gerçegini de hatirlatmaktadir. Dün Fransa'nin Cezayir topraklarini isgal ettigi gibi bugün de siyonist isgalciler Filistinlilerin vatanlarini zorla gasp ederek kendilerini ya vatanlarini tümüyle terk etmeye ya da kendi öz vatanlarinda magdur ve asagilanmis bir halde yasamaya zorlamaktadirlar. Türkiye'deki yönetim ise bu olayda da mazlumun yaninda yer almak yerine birtakim çikar hesaplarini gerekçe göstererek isgal güçlerinin yaninda yer almayi tercih etmektedir. Oysa kendi geçmisinde de büyük bir Kurtulus Savasi bulunan Türkiye'ye isgalcinin ve gaspçinin degil haklinin ve mazlumun yaninda yer almak yakisir. Ayrica Fransa-Cezayir tecrübesinden de ibret alinmasi, bagimsizlik davasinda israrli olan Filistin halkiyla kurulacak iliskiler konusunda uzun vadeli hesaplar yapilmasi gerekir. Bunun yani sira isgalci siyonist devletinin tiynetinin Fransa'nin tiynetinden hiç de farkli olmadigi hatta daha da fena oldugu hesaba katilmali. Hatta bugün Amerika'da ve çesitli Avrupa ülkelerinde "Ermeni soykirimi iddialari" kullanilarak Türkiye aleyhine yürütülen siyasi faaliyetlerde bu ülkelerdeki siyonist lobilerin de önemli rol oynadiklari dikkatlerden kaçirilmamali. Ingiltere'deki son holokost toplantisinin gündemine Ermeni soykirimiyla ilgili iddialarin da alinmasi bu gerçegi kismen gün yüzüne çikarmistir. Bu itibarla Türkiye'nin dis politikasinda kisa vadeli çikar hesaplari yerine kalici ve uzun vadeli hesaplar yapmasi gerekir.

Sadece Cezayir mi?

Fransa'nin Afrika kitasinda gerçeklestirdigi tek katliam Cezayir katliami degildir. Fransa, sömürgelestirdigi ve bu yolla bütün beseri ve ulusal servetlerini kullandigi diger Afrika ülkelerinde de büyük katliamlar gerçeklestirmistir. Evet, bütün ulusal servetlerinden istifade ettigi ülkelere Fransa'nin lütfettigi mükafatlar o ülkelerin insanlarini ya topluca katletmek, ya vatanlarini terke zorlamak, ya dinlerini degistirmeye mecbur etmek, ya fakirlestirmek veya benzeri bir zulme maruz birakmak olmustur. Iste birkaç örnek:

Benin

Sömürgecilerin Afrika'ya yayildiklari dönemlerde bugünkü Benin kiyilarinda köle ticaretinin önemli merkezleri kurulmustu. Fransizlar köle ticaretinde ve daha baska alanlarda kendilerine saglanan kolayliklarla yetinmeyerek, bugünkü Benin topraklarinda hüküm süren Dahomey krallariyla 1861 ve 1868 yillarinda iki ayri anlasma yaparak Benin kiyilarina iyice yerlestiler. Bu durum Ingilizlerle aralarinin açilmasina ve bazi çatismalara yol açti. 1882'de Porto Novo ve Kotonu'da himaye yönetimi kuran Fransiz sömürgeciler ülkeyi tamamen isgale kalkistilar. Dahomey krali ve halki buna karsi çikarak silahli mücadele baslatti. Ancak modern imkânlara sahip olan Fransiz sömürgeciler kuzeye dogru ilerleyerek 1904'te Dahomey'i tamamen isgal ettiler. Isgalden sonra bu topraklar Fransa'ya bagli bir genel vali tarafindan yönetilmeye basladi. Bundan sonra zaman zaman Fransiz sömürgesine karsi çesitli ayaklanmalar oldu. Ancak isgalci Fransizlar bu ayaklanmalarin hepsini kanla bastirdilar. Dahomey'in bagimsizligini ilan etmesi ise 1 Agustos 1960'ta gerçeklesti.

Burkina-Faso

Sömürgecilerin bugünkü Burkina-Faso topraklarina girdigi sirada bölgede Mossiler hüküm sürüyordu. Ancak o dönemde gerçeklesen bölünmelerden sonra ortaya çikan Mossi kralliklari arasinda iç savaslar oldu. Bu gelismeler Fransiz sömürgecilerin müdahalelerini kolaylastirdi ve 1895 yilinda, daha önce Mossiler arasindaki bölünmeler sonrasi ortaya çikmis olan Yatenga kralligi Fransiz himayesine girdi. Bu olay Fransiz sömürgecilerin bölgede güçlenmelerine imkân sagladi. Dolayisiyla Fransizlar 1896'da bugünkü Burkina Faso'nun baskenti ve tarihte önemli bir ticari merkez rolü oynamis olan Vagadugu'yu ele geçirdiler. Böylece Mossi kralligi da Fransizlarin eline geçmis oldu. Fransiz sömürgeciler 1897'de de güneydeki Gwiriko ve Wahabu devletlerini yikarak bugünkü Burkina Faso topraklarinin tamamini ele geçirdiler. Fransizlar bölgeyi 1904 yilinda Yukari Senegal - Nijer Birligi'ne bagladilar, sonra 1919'da Yukari Volta adiyla ayri bir sömürge haline getirdiler. Bu arada Fransiz Milletler Birligi'ne baglandi. 1932'de Sudan, Nijer ve Fildisi Sahili arasinda paylastirilan Yukari Volta 1947'de yeniden tek bir ülke haline getirildi. Fransa'nin bütün hakimiyeti genellikle güç kullanimiyla devam etmistir.

Cibuti

1859'da Cibuti kiyisindaki Ubuk (Obock) sehrini ele geçiren Fransizlar, 11 Mart 1862'de Tecura sultani Ahmed Ebu Bekir'i kendileriyle bir anlasma yapmaya zorladilar. Anlasmaya göre Ubuk sehri 52.000 Frank karsiliginda Fransizlara birakiliyordu. Bu anlasma Fransizlarin bölgede hâkimiyet kurmalarina zemin hazirladi. Ubuk'u bir üs edinen ve oraya bir iskele kuran Fransa, sonraki yillarda Cibuti'deki bütün kabile seflerini kendisiyle anlasma yapmaya zorlayarak hâkimiyetine aldigi alani genisletti. 1888'de Ingilizlerin isgali altinda bulunan Somali sinirlarina kadar ulasti. Bu isgalden sonra Cibuti topraklarina Fransiz Somalisi adi verildi. Güneyde yer alan bugünkü Somali'ye de o zaman Ingiliz Somalisi deniyordu. Çünkü burasini da Ingiliz sömürgeciler isgal etmislerdi. 1888 yilinda Fransa'yla Ingiltere arasinda bir anlasma yapilarak iki Somali'nin kesin sinirlari belirlendi. Bu anlasmadan sonra Fransiz sömürgeciler bölgedeki merkezlerini Ubuk'tan Cibuti'ye tasidilar.

Cibuti'nin Müslüman halki Fransiz sömürgesini hiçbir zaman kabullenmek istememistir. Ancak Fransizlar Müslümanlarin bütün direnislerini baskiyla ve zulümle bastirdilar. Afar Müslümanlar 1917'de Fransiz sömürgecilere karsi genis çapli bir ayaklanma baslattilar. Ancak Fransiz sömürgeciler bu ayaklanmayi da bütün insanlik disi uygulamalara basvurarak bastirdilar. Fransiz sömürgeciler bir yandan da Cibuti halkini kendi dinlerinden uzaklastirmak için yogun misyonerlik faaliyetleri baslattilar. Fransizlar bu isi iki yönlü olarak yürütüyorlardi. Bir yandan Islâmi egitimi yasakliyor, Müslümanlarin dinlerini ögrenmelerini engelliyorlar, bir yandan da getirdikleri misyonerler vasitasiyla kendilerini yogun bir hiristiyanlastirma faaliyetlerine tabi tutuyorlardi. Ancak bütün bu çalismalarina ragmen hiristiyanlastirma konusunda hiçbir basari elde edemediler. Bugün Cibuti'de yasayan hiristiyanlarin tamaminin Avrupa asilli olmasi bunun göstergesidir. Fransizlarin bu konuda kendi açilarindan basari sayabilecekleri tek sey Müslümanlari dinleri hakkinda bilgisiz birakmak suretiyle, onlarin Islâm öncesi dönemlerine ait bazi adetlerini yeniden canlandirarak bugünkü hayatlarina tasimalari oldu.

Çad

Bugünkü Çad topraklari üzerinde 19. yüzyilin ortalarinda, baslangiçta fil avciligi ve ticaret kervanlarina rehberlik yapan Zübeyr adli bir sahis bir Islâm devleti kurdu. Onun kurdugu devlet kisa zamanda genis alana yayildi. Bu devlet bölgedeki kabileleri ve bölgedeki Veday kralligini kendine bagladi. Bu devlet, 1878 - 1900 yillari arasinda saltanati elinde tutan Rabih bin Zubeyr zamaninda bölgenin en güçlü devleti oldu Rabih bin Zubeyr'in saltanatinin devam ettigi siralarda Fransiz sömürgeciler bölgeye askeri güçler göndermeye basladilar. Fransiz güçleri girdikleri yerlerdeki yerel yöneticilerin saltanatlarina son veriyorlardi. Kral Rabih Fransizlara karsi koydu. 1880 ve 1890'da Fransiz birliklerine karsi verdigi savaslari kazandi. Bu durum karsisinda Fransiz sömürgeciler Çad çevresinde bazi yerlere yeni askeri üsler kurdular. 4 Subat 1894'te de Fransiz, Ingiliz ve Alman sömürgeciler aralarinda anlasma yaparak Çad gölü çevresini paylastilar. Bu paylasmada bugünkü Çad topraklari Fransa'nin payina düstü. Fransizlarin Çad topraklarini ele geçirmek için saldirilari devam etti. Müslümanlar uzun süre vatanlarini kahramanca savundular. Bu kahramanca mücadelenin basini çeken Sultan Rabih 1900'de öldürüldü. Ondan sonra oglu Fadlullah bu mücadeleyi sürdürdü. O da 1909'da öldürüldü. Fransizlar bu arada bölgedeki önemli merkezleri ele geçirmis birçok yerel yönetimi ortadan kaldirmislardi. 1911'de gerçeklesen bir savastan sonra da Çad'in tamamini ele geçirdiler. Fransiz arastirmacilar Çad'in tarihini Fransa'nin burayi isgal ettigi yildan baslatirlar ve öncesini bir vahset olarak nitelerler. Oysa isin gerçeginde Fransizlarin Çad'i isgalleriyle birlikte bu ülkede bir kara dönem, bir vahset dönemi baslamistir. Isgalci Fransizlar Çad'da çok sayida camiyi ve medreseyi yiktilar. Islâmi egitimi tamamen yasaklayarak Müslümanlarin dinlerini ögrenmelerine engel oldular. Bütün dini cemiyetlerini kapattilar. Çok sayida ilim adamini zindanlara atarak iskenceyle öldürdüler. Müslüman kadinlari rencide ettiler. Bazi Müslüman ilim adamlari Fransiz zulmünden kurtulmak için çesitli yerlere kaçtilar. Fransizlar bunlari ortaya çikarmak amaciyla 1917'de Çad'da dini hayatin yeniden düzenlenmesi konusunda Abese sehrinde bir sempozyum düzenlenecegini açikladi ve bunu her tarafta ilan etti. 400 kadar ilim adami olumlu bir gelisme olacagini ümit ederek sempozyumun düzenlenecegi salona toplandilar. Ancak çok geçmeden Fransiz güçleri salonu her taraftan sararak toplanan ilim adamlarinin hepsini öldürdüler. Fransizlarin cinayetleri ve katliamlari sonraki yillarda da devam etti. Fransizlarin Müslüman ilim adamlarini ve dinlerine bagli Müslümanlari yok etmekteki amaci Çadlilara dinlerini ögretecek, Islâm'i hakkiyla bilen birini hayatta birakmamakti. Fransizlar Çadli Müslümanlari dinlerinden habersiz bir hale getirdikten sonra ya hiristiyan yapacaklarini ya da eski putperest adetlerine döndüreceklerini umuyorlardi. Fransizlar Çad'in güneyinde yasayan putperestlerle isbirligi yaparak siyasi ve ekonomik politikalarinda sürekli onlari gözettiler. Bu yüzden ülkedeki ekonomik denge Müslümanlarin aleyhine bozuldu. Bu durum sonraki yillarda istikrarsizliga ve ciddi problemlere yol açti.

1944'te Çad'a Fransa'ya bagli bir deniz asiri ülke statüsü verildi. Bu, Çad'a kismi özerklik verilmesi anlami tasiyordu. Ancak disislerinde Fransiz denetimi devam edecekti. 1947'de Fransa'nin denetiminde ilk genel seçim yapildi. Seçim sonrasinda olusturulan parlamentoya hep Fransa yanlilari seçilmislerdi. 1947'de seçim yapilmasina ragmen Çadlilar ilk hükümetlerini ancak on yil sonra yani 1957'de kurabilmislerdir. Bu ilk hükümetin basina da Bati Hindistan'dan gelerek Çad'a yerlesmis olan ve Fransa'ya bagliligiyla bilinen Gabriel Lisette getirilmisti. Onun hükümetinde görev alanlar da hep Fransa'ya yakinliklariyla bilinen, Fransa'nin çikarlarini gözeteceklerine kesin gözüyle bakilan kimselerdi. Yani Fransa'nin çikarlarini koruma görevi artik Çadlilara verilmisti.

Gabon

1839'da, bugünkü Gabon topraklarini Fransizlar, Portekizlilerden satin alarak buraya bir sömürge merkezi kurdular. Bu satin alma isleminden sonra Fransizlar, Atlas Okyanusu kiyisina bir köle ticareti merkezi kurarak insanlari zincirlere vurup satma isini sürdürdüler. Gabon'u Fransiz Bati Afrikasi'nin bir parçasi haline getiren Fransizlar 1886'da burayi Fransiz Kongo'suna bagladilar. Fransiz sömürgesi döneminde Gabon'da genis çapli bir hiristiyanlastirma çalismasi da baslatildi. Fransiz isgalciler maddi yönden destekledikleri çok sayida hiristiyan misyoneri Gabonlularin arasina yaydilar. Ancak misyonerler, genis maddi imkânlara sahip olmalarina ve bir yüzyildan fazla çalisma yapmalarina ragmen ülke nüfusunun sadece üçte birine yakin bir kismini hiristiyanlastirabilmislerdir. Misyonerler genelde putperest Gabonlular arasinda etkili olabildiler. Müslümanlara yönelik çalismalarindan hiçbir basari elde edemediler. Fransiz sömürgecilerin Islâmi çalismalari engellemelerine ve Müslümanlari kiskaca almalarina ragmen sömürge döneminde, Gabon'da Müslümanlarin sayisi daha da artmistir. Bunda Fransiz ordusunda görev yapmaya zorlanan Afrikali Müslüman askerlerin de etkisi oldu. Bu Müslüman askerler Fransizlarin baskilarina ragmen ordudaki görevleri sirasinda dinlerini yasamaya devam ettikleri gibi çevrelerindeki insanlara da iyi muamelede bulunarak onlarin Islâm'a isinmalarini sagladilar. Gabon'a 1958'de Fransiz Milletler Toplulugu'na bagli özerk bir sömürge statüsü verildi. 17 Agustos 1960'ta da bagimsiz bir ülke haline getirildi.

Gine

1885 Berlin Konferansi'nda Avrupali sömürgeciler Bati Afrika topraklarinin paylasilmasi konusunda aralarinda bir anlasma imzaladilar. Bu anlasmada Gine, Fransizlara verildi. Bundan sonra 1887'de bugün Gine'nin baskenti olan Konakri'ye askeri garnizon kuran ve Gine'deki askeri güçlerini artiran Fransizlar, Futa Calon emirleri üzerindeki baskilarini artirdilar. 4. Ibrahim Sori'den sonraki emir Ebu Bekir Sori'nin 1896'da öldürülmesinden sonra yerine geçen emir Fransiz himayesini kabullendi. Bu olaydan sonra Gine, Fransiz Bati Afrikasi'nin bir parçasi oldu. Bu olaydan sonra Futa Calon Müslümanlarinin ileri gelenlerinden Imam Samori Ture ve oglu Karamoko, Fransiz himayesine karsi çikarak cihada devam ettiler. Ancak Imam Samori 29 Eylül 1898'de Fransizlara esir düstü ve Gabon'a sürgün edildi. 1900'de de orada vefat etti. Fransiz sömürgeciler diger Bati Afrika ülkelerinde yaptiklarini Gine'de de yaptilar. Ülkeden Islâm'in izlerini silmek için Islâmi egitimi yasakladilar, Islâmi medreseleri ve egitim kurumlarini kapattilar, ilim adamlarini ya öldürdüler veya vatanlarini terk etmeye zorladilar. Onlarin yerine ülkenin her tarafina hiristiyan misyonerleri yayarak hiristiyanlastirma çalismasi baslattilar. Ancak halk isgal yönetimini hiçbir zaman benimsemedi ve hiristiyan misyonerlerin propagandalarina da ragbet etmedi. Bagimsizlik arzusu da Ginelilerin gönüllerinden hiç silinmedi. 1950'lerden sonra bagimsizlik arzusu fiili eylemlere, genel grevlere, isçi hareketlerine vs.'ye dönüstü. Bu mücadelenin öncülügünü Ahmet Seku Ture adli bir sahis yürütüyordu. Ahmet Seku Ture, Gine Demokratik Partisi adli bir parti kurdu ve 1957'de yapilan seçimlerde 60 kisilik mecliste 56 üyelik kazandi. Gine halki Fransiz cumhurbaskani De Gaulle'ün sunmus oldugu yeni anayasayi reddetti. Sonuçta Gine, 2 Ekim 1958'de bagimsiz devlet oldu.

Kamerun

1916'da Fransizlar ve Ingilizler Kamerun'u isgal etti ve aralarinda paylastilar. Bu paylasmada ülkenin dörtte üçünden fazlasi Fransizlarin payina düstü. Fransiz ve Ingilizlerin Kamerun üzerindeki hâkimiyetleri 20 Temmuz 1922'de Milletler Cemiyeti tarafindan da onaylandi. Fransiz ve Ingiliz isgalciler, bu ülkeyi onlardan önce isgal altinda tutan Almanlarin yaptigi gibi Müslümanlara baski ve misyonerlik faaliyetlerine agirlik verme isini sürdürdüler. Misyonerler daha çok yerel dinlere mensup animistler arasinda etkili oldular. Müslümanlarin sayisinda hiçbir azalma olmadi. Aksine artis oldu. Fransiz Kamerunu denilen kisim, 1 Ocak 1960'ta BM gözetiminde gerçeklestirilen bir referandum sonucunda bagimsizligini elde etti.

Komor Adaları

Bugünkü resmi adi Komorlar Federal Islam Cumhuriyeti olan Komor Adalari'na karsi 1830'lu yillarda Fransiz sömürgeciler saldirilar baslatti ve 1841'de Mayot (Mayotte) adasini ele geçirdiler. Büyük Komor'da 1875'te Sultan Ahmed'in yerine geçen torunu Seyyid Ali, Fransizlara yanasmak ve onlarin himayelerini kabullenmek zorunda kaldi. Fransizlar Anjuvan Adasi'ni da 1886'da Sultan III. Abdullah'in adaya hükmettigi sirada hâkimiyetlerine aldilar. Böylece bütün Komor Adalari Fransiz hâkimiyetine geçmis oldu. Adalardaki geleneksel sultanlik yönetimi (emirlik) Fransiz hâkimiyeti altinda 1912'ye kadar devam etti. Fransizlar 1912'de bütün yerel yönetimleri ve Islâmi uygulamalari ortadan kaldirdilar ve Komorlar'i yine kendi hâkimiyetlerinde olan Madagaskar'a bagladilar. II. Dünya Savasi'ndan sonra Komor Adalari Müslümanlari bagimsizlik mücadelelerine hiz kazandirdi ve bu amaçla Tanzanya'da bazi örgütler kurdular. Bu örgütler sonra Komor Adalari Milli Kurtulus Hareketi bünyesinde birleserek organize bir faaliyet içine girdiler. Fransa da 1974'te adalarin gelecegiyle ilgili bir referandum yapmak zorunda kaldi. Açiklanan sonuçlara göre Mayot Adasi halkinin % 65'i Fransiz idaresinin devamini, diger adalardaki halkin ise % 95'i bagimsizligi istemisti. Fransa, 1 Ocak 1976'da Mayot Adasi disindaki adalarin bagimsizligini kabul etti. Ancak ilginçtir ki kurulan bagimsiz cumhuriyetin baskanligina bir bati hayrani olan Ali Suveylih geçirildi. Ali Suveylih ülkesini modernlestirme iddiasiyla Islâmi tesettürü ortadan kaldirmak dahil birtakim reformlar gerçeklestirmek suretiyle Fransiz isgalcilerin basaramadiklarini basarma çabasi içine girdi. Ancak 1978'de Ahmed Abdullah tarafindan gerçeklestirilen bir darbeyle Ali Suveylih görevden uzaklastirildi. Yeni baskan Ekim 1978'de anayasayi degistirerek devletin resmi adini "Komorlar Federal Islâm Cumhuriyeti" yapti.

Moritanya

Sömürgeci güçler Senegal ve Moritanya konusunda aralarinda uzun süren bir kavga sürdürmüslerdir. Bu kavga 1814 Vaterlo savasindan sonra Napolyon'un diger sömürgeci güçleri yenilgiye ugratmasinin ardindan imzalanan anlasmayla Senegal topraklarinin, hâkimiyet sinirlarini genisleten Fransa'ya birakilmasiyla sona erdi. Fransiz sömürgeciler Moritanya'yi ele geçirmek için 19. yüzyilda birçok kez saldirilar düzenledilerse de basarili olamadilar. Ama bu isi fitne yoluyla basarabildiler. Fransiz sömürgeciler bazi firsatlari kullanarak birtakim kabile baskanlariyla iliski içine girdiler ve bu iliskiler sonunda Araplarla Berberiler arasina düsmanlik sokmayi basardilar. Bunun üzerine çikan Arap - Berberi kavgasindan yararlanan Fransiz sömürgeciler 1903 yilinda Moritanya'nin Trarza bölgesini ele geçirdiler. Sonraki yillarda da saldirilarini sürdüren Fransizlar 1920'de Moritanya'nin tamamini isgal ettiler. Isgalden sonra Moritanya, sekiz eyaletten olusan Fransiz Bati Afrika'sinin bir eyaleti oldu. Fransizlar Moritanya'yi isgal ettikten sonra ülkenin her tarafina yaydiklari misyonerler vasitasiyla genis çapli bir hiristiyanlastirma çalismasi baslattilar. Ancak dinlerine son derece bagli olan Moritanya Müslümanlari arasinda Fransizlarin saldigi hiristiyan misyonerler hiçbir basari elde edemediler. Moritanya halki isgal yönetimine karsi sürekli mücadele etmistir. Bu mücadelede bazi tarikat seyhlerinin ve din alimlerinin önemli etkinlikleri oldu. Bagimsizlik mücadelesi 1958'de oldukça etkili duruma geldi. Fransa yönetimi, 5. Fransiz Cumhuriyet Anayasasi'ni kesinlikle reddeden Moritanya'ya Fransiz Milletler Birligi içinde bagimsiz bir üye statüsü verdi.

Nijer

Nijer topraklari 19. yüzyilin sonlarinda Fransiz sömürgeciler tarafindan isgal edildi ve 3 Agustos 1960 tarihine kadar Fransiz isgalinde kaldi. Fransiz isgalciler diger Afrika ülkelerinde basvurduklari baski ve hiristiyanlastirma uygulamalarina aynen Nijer'de de basvurmuslardir.

Senegal

Bugünkü Senegal topraklarinda, sömürgecilerin bölgeye girmelerine kadar Murabitlar devleti hüküm sürüyordu. Bu devletin hakimiyeti, sömürgecilerin 1885 Berlin anlasmasiyla Bati Afrika topraklarini aralarinda paylasmalarina kadar sürdü. Bu paylasimda bugünkü Senegal topraklari Fransiz sömürgecilere düstü. Fransizlar 1904'te bugün Senegal'in baskenti olan Dakar'i Fransiz Bati Afrika'sinin merkezi yaptilar. Bu sehri hem Bati Afrika'daki hâkimiyet sinirlarini genisletmek için bir hareket merkezi, hem de bir ticaret merkezi haline getirdiler. Senegal halki Fransiz isgaline basindan itibaren karsi çikti. Bazi Müslüman liderlerin öncülügünde degisik zamanlarda ayaklanmalar oldu. Ancak Fransiz sömürgeciler ellerindeki teknik imkânlari kullanarak bu ayaklanmalari bastirdilar. Fransiz sömürgeciler isgal ettikleri diger Afrika ülkelerinde oldugu gibi Senegal'de de hâkimiyetlerini saglamlastirabilmek amaciyla genis çapli hiristiyanlastirma faaliyetleri baslattilar. Ancak bu konuda hiçbir basari elde edemediler. Ülkede kurulmus olan Islâmi egitim kurumlarinin ve Müslüman ilim adamlarinin gösterdikleri gayretlerin, hiristiyanlastirma çalismalarinin sonuçsuz kalmasinda önemli etkinligi olmustur. Senegal'e 1958'de Fransiz Uluslar Toplulugu'na bagli özerk bir cumhuriyet statüsü verildi.

Tunus

Tunus, 12 Mayis 1881'de Fransiz sömürgeciler tarafindan isgal edildi. Bundan sonra Fransizlar ülkeye "yüksek komiser" dedikleri genel vali tayin ederek yönetmeye basladilar. Fransizlar isgal ettikleri bütün diger ülkelerde basvurduklari zulüm uygulamalarina burada da basvurdular. Bu zulme karsi bagimsizlik yanlisi örgütlenmeler ve bazi ayaklanmalar oldu. Ancak bütün bu ayaklanmalar insafsizca ve kanli bir sekilde bastirildi. Tunus'ta bagimsizlik mücadelesini organize etmek ve bu mücadeleye yön vermek amaciyla Dustur Partisi adinda bir siyasi parti kuruldu. Ancak Fransiz sömürgeciler isgal ettikleri diger ülkelerdeki bagimsizlik mücadelelerini kendi kontrollerine almak için basvurduklari sinsi oyunlara burada da basvurarak kendi elleriyle yetistirdikleri Habib Burgiba'yi bagimsizlik mücadelesinde önemli bir konuma getirmeyi basardilar ve ona Yeni Dustur Partisi adinda bir parti kurdurdular. Habib Burgiba baslangiçta Islâmci düsünceyi destekliyor, camilerde namaz kildirip hutbeler veriyor, konusmalarinda Islâmi kavramlar ve özellikle cihad konusu üzerinde agirlikli bir sekilde duruyordu. Oysa Burgiba çocuklugundan beri Fransizlarin gözetiminde bulunmus, bir Fransiz ailenin yaninda büyümüs ve Fransa'da hukuk ögrenimi görmüs biriydi. Fransizlar Burgiba'yi Tunus halkina kabul ettirebilmek amaciyla 1934 - 36 ve 1938 - 42 yillari arasinda hapse de attilar. Burgiba sinsi politikasina dis destek bulmak amaciyla 1945'te Fransiz isgal yönetiminden kaçtigi görünümü vererek Kahire'ye geçti. 1949'a kadar Kahire'de kalarak bu dönem içinde Arap ülkeleri basta olmak üzere Islâm ülkelerinin destegini saglamaya çalisti. Tunus'a dönüsünden sonra halki isyana tesvik eden Burgiba bu arada Fransiz isgalcilerin Tunuslu Müslümanlari kirip geçirmeleri için gerekli sartlari olusturuyordu. Sonuçta Fransizlar kendi adamlari olan Burgiba'nin konumunu saglama aldiktan sonra 20 Mart 1956'da isgale son vererek Tunus'un bagimsizligini tanidilar. Bagimsizlik sonrasinda Burgiba, Tunus cumhurbaskanligina getirildi. Ancak tutumunu birden bire degistirerek Islâm aleyhtari bir siyaset izlemeye basladi. Partisinin adini Sosyalist Dustur Partisi olarak degistirdi. Zulüm uygulamalarina da Fransizlarin kaldigi yerden üstelik her geçen gün biraz artirarak devam etti.

(islamkutuphanesi)

 


 

 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !