Nihat GÜÇ

19 Ekim 2022

GELECEK KAYGISI

Her insanın yüreğinde saklı olan bir gelecek kaygısı vardır. Bu kaygı bazen hüzünlü bazen de bayram havasında depreşir durur sinelerde. 

Burada iki çeşit kaygıdan bahsetmek istiyorum. Hem dünyayı imar eden ve yeniden şekillendiren bir kaygı hem de ahireti kurtaran ve cennete kavuşturan bir kaygı. Gelecekle (ahiretle) irtibatlandırılamayan her kaygı; beyhudedir, nafiledir, kadüktür. Ancak içinde yaşadığımız dünyayı imar etmek kaçınılmazdır. Peki dünyayı imar ederken hissettiğimiz kaygılarımızın temelinde yatan hakikat nedir?

Kaygı; insan olmamızın, düşüne bilmemizin, plan ve projeler üretebilmemizin, geleceğe ait bir isteğin içinde yer almamızın bir neticesidir. İyi bir insan geleceğini iyi bir düşünceyle şekillendirebileceği gibi kötü düşünceleri karıştırmakla da her şeyi alt-üst edebilir. İyi bir kaygının doğru bir inançla şekilleneceğini unutmamak gerekir. O halde doğru bir inanç, kaygının zirvesidir.

Birçok yüreğe sinmiş olan kaygı daha çok dünya yaşamıyla sınırlıdır. İlerleyemez. Çok azı vahiyle belirlenir ve ahirete yöneliktir. 

Günümüze kadar ayakta kalan eserlere baktığımız vakit evvela imanla yoğrulmuş olduklarına şahit oluruz. Daha sonra inşa edilen her eserin günün şartlarına göre değil, geleceğe ulaşma arzusuyla örüldüğünü görebiliriz.

Hem dünya arenasında hem de ahirete intikal ettikten sonra nadide bir yaşamı arzulamak yürekte hissedilen kaygıların baş kahramanıdır. Bu kaygı doğru bir şekilde yönlendirilmezse başa bela olabilir. Ancak insanlarımız dünya kaygısından kendilerini kurtaramazlarsa ahirete yönelik bir kaygıyı da sinelerinde hissedemezler. Dünyaya ait kaygılar, ahirete yönelik her kaygıyı şekillendirmeyebilir ancak ahirete yönelik her kaygı dünyaya ait kaygıları her zaman zemin hazırlar.  

Egoist yaklaşımlar, bencil kaygılar, bireysel hedefler doğru bir sonuç vermez insana, doğruya sevk ve idare de edemez. Doğru, yerinde ve hedefe matuf olmayan her kaygı zamanla sahibini dinden ve imandan da uzaklaştırabilir.

Bireysel olarak insanoğlu, gelip geçici bir varlıktır. Ama toplumsal manada insanlık var olandır ve kıyamete kadar da var olacaktır. İnsana ait basit, sıradan ve süfli argümanlarla gelecek inşa edilemez. Geniş düşünmek, geleceğe nakış örmek ancak insanlar üstü bir şemsiyeye sahip olmakla mümkündür. O halde beşeri değişimlerden etkilenmeyecek, beşeri her değişimi değiştirecek bir argüman gerekli Müslümanlara. Her değişimin fevkinde yer alan değişmeyen şey vahiydir. Kim vahye uyarsa hem dünyasını onarmıştır, hem de geleceğe ait kaygılarını dindirmiştir. Ahiretini mamur edenler işte bunlardır.

Hz. Muhammed (s.a.v.) cahiliye dönemini geleceğe taşımadı, bunun için çalışmadı da. İnsanlık üstü bir hedef tayin etti iman edenlere. Cahiliye toplumunda büyümüş ancak cahiliye gelenek ve göreneklerine ket vurmuş insanlara; “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz…” (Al-i İmran/110) diye hitap etti. Cahiliye dönemiyle ilgili var olan ne kadar bağ varsa hepsi bir bir kesildi keskin kılıçlarla. Bu vesileyle tüm Müslümanlarda bölgesel düşünmenin, tensel varlıklara değer atfetmenin yerini ilahi bir düşünce yeşeriverdi. Hz. Muhammed (s.a.v.), çevresindeki insanlara; tüm bir insanlığı vahyin şekillendirdiği yepyeni argümanlarla yola çıkmaya, hayata ve geleceğe ait her ne varsa vahye göre değerlendirmeye; her zaman, her mekanda ve her insana lazım olan unsurları Kur’an’a göre ileri sürmeye ikna etti. 

Gelecek günün şartlarıyla ve imkanlarıyla değil, vahye göre günün şartlarında meydana getirilecek yepyeni değişikliklerle şekillenebilir. Evet! Geleceği şekillendirmek bu olsa gerek. 

O halde geleceği inşa etmek için; insanlar üstü, akıllar üstü, kültürler üstü ve zamanlar üstü bir argüman lazım. Kişilere göre değişmeyen bir argüman. Bu argüman ayetlerden hali kılınamaz. 

Bazı insanları dışlayan bölgesel bir söylem, diğer ülkeleri diskalifiye eden ülkesel bir eylem, farklı renkleri yok sayan tensel bir plan yerel kalmaya mahkumdur. Kadüktür, geleceği yoktur bu gibi girişimlerin. 

Kendi gündemini belirleyemeyen, akıl üstü olmayan, vahye dayanmayan bir hedef geleceğe de yürüyemez. Kültürler üstü olmayan bir gelecek günümüzde olduğu gibi iç çatışmalardan yakasını da kurtaramaz. Kültürler üstü olmayan her hesap, her kitap işi sığ kalacaktır. O halde zaman, zemin ve şahıslara bağlı ve sınırlı olmayan bir gelecek oluşturmak her Müslümanın birincil ve öncelikli görevidir. 

Tutunduğumuz dalın dini bir argümanı yoksa her an düşebiliriz. Rezil oluruz ahirette Rabbü-l Alemin’e. Tutunmaya çalıştığımız her dal, dinden uzaklaşmamıza sebebiyle verebileceği gibi ayaklarımızı daha sağlam basmaya neden de olabilir.

 Yere basmayan, vahye dayanmayan her girişim mutlak manada başarısızdır. Dalın yerden yüksekliği tutunanlar için her an felakete sebep olabilir.