Hızır YILDIRIM
GELİN KUR’AN İLE HAYATI OKUYALIM
Küçük beyinler kişileri,
Orta beyinler olayları,
Büyük beyinler ise fikirleri tartışırlar.
Peygamberlik gelmeden önce de, Hira mağarasına gidip inzivaya çekilen ve insanlığın kurtulması için, karanlığın yerini aydınlığa bırakması için, “ne yapabilirim” diye tefekkür eden Resul (sav), hiçbir zaman insanlarla kısır çekişmeye girmemiştir. Hayatı merkezden okuyarak, insanlığın kurtuluşu için sürekli çözüm üretmiş, hiçbir zaman geriye takılmadan hep ileri dönük adım atmıştır. Mekke sürecinde Alak suresiyle başlayan ve Müzzemmil suresiyle zirveye ulaşan inşa ayetleriyle kendilerini donatan öncü sahabe nesli, bu ayetlerle ilk önce kendi nefislerini, ardından ailelerini, daha sonra da öğrendiklerini tüm katmanlarına anlatarak halkın tezkiye olmasına ve tüm toplumun üstün ahlaka ulaşmasına aracı olmuşlardır. Hiç bir zaman ve zeminde halkı dışlamamışlardır. Sürekli olarak halkı İslam’a davet etmişler, kurtuluşuna vesile olacak güzel örneklik göstermişlerdir. “İslam’ın tüm güzellikleri, hayatı nasıl kuşatır” diye düşünmüşler ve şahıslarla uğraşma değil, aksine onlara, hayatlarını kurtaracak projeler sunmuşlardır.
Her türlü zorluğa göğüs germişler ve birçok bedel ödemişlerdir. Dünya hayatını bir imtihan yeri olarak iyi bellemişler, ne ekeceklerini iyi kavramışlardır. Davalarında samimi olmaları neticesinde, sonsuz ahir hayatlarında mahsulü toplayacaklardır.
Onlar ilk önce hayat kitabını okumuşlar ve KUR’AN ile birlikte zirve yapmışlardı. Her zorluğun ve meşakkatin sonunda “hayır” olduğunu, dünya ve ahiret dengesini iyi ayarlamışlardı. Adeta bedevilikten medeniyete nasıl geçileceğinin örnekliğini sunmuşlardı.
Mekke’deki zorlu süreci başarıyla tamamlamışlar, zorlu hicret yolculuğundan sonra Medine yurtları olmuştu.
İleriye dönük okumalarının ve samimiyetlerinin mükâfatı olarak, Allah (cc), onlara Medine İslam devletini nasip etti.
Medine sürecinde ise, Mekke’deki birikimlerin üzerine koyarak, İslam’ı daha iyi hayata geçirmişler, sorumluluk bilinci ile insanlığa örnek rol model olmuşlardır. Bedir’i, Uhud’u, Hendek’i, Hayber’i, Huneyn’i, Mute’yi, Tebuk’u bizzat yaşayarak okudular ve bizlere ders olarak okuttular.
O güzel ve eşsiz örnekliğin üzerinden asırlar geçti.
Ve ümmete bıraktıkları o güzelim mirası malesef ümmet koruyamadı.
Ümmet olarak niye koruyamadık diye sorarsak eğer, KUR’AN’ı mehcur bıraktık. Kur’an’sız bir hayatı okuduğumuzdan, kılavuzumuz maalesef heva ve hevesimiz oldu. Haliyle batıl düşünce, hayatımıza sirayet etti ve çok acılar çektik. Horlandık, sürüldük, öldürüldük.
Hayat kitabımızı ölülere okuduk, hastalara okuduk, mevlitlerde okuduk, anlamadan okuduk. Menkıbe okuduk, hikâye okuduk, masal okuduk, menfaatimiz icabı okuduk, büyüklerimizin kitabı diye okuduk, eski ümmetlerin kıssalarını masal okur gibi okuduk.
Nerde gereksiz yer var, orada okuduk. Hırsız girmesin diye okuduk, deprem olmasın diye okuduk, nazar değmesin diye okuduk. Okuduk da okuduk.
Ancak, Allah’ın kitabı olan KUR’AN’ı hayatımıza anlam katsın, bizi inşa etsin, bizi haramlardan korusun, bizi Rabbimize yaklaştırsın diye okumadık. Hâlbuki o kitap ki hem dünya hayatını doğru inşa edecekti, hem de ahirette beratımız olacaktı.
“Kur’an’ı okuyup onunla amel eden Mümin turunç gibidir. Tadı güzel kokusu güzeldir. Kur’an okumayıp onunla amel eden Mümin hurma gibidir. Tadı güzeldir ama kokusu yoktur. Kur’an okuyan münafık reyhan gibidir. Kokusu güzeldir, tadı acıdır. Kuran okumayan münafık ebucehil karpuzu gibidir. Tadı acıdır, kokusu yoktur.” (Buhari)
“Onlar hâlâ Kur’an’ı gereği gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı mutlaka onda birçok çelişkiler bulurlardı.” (Nisa:82)
“Andolsun biz Kur’an’ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?” (Kamer: 17)
“Elif, Lam, Mim. Bu kitapta asla şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayet kaynağıdır.” (Bakara: 1, 2)
“Şüphesiz ki bu Kur’an, insanları en doğru ve en sağlam yola iletir ve salih amel işleyen müminlere büyük bir ecir olduğunu müjdeler.” (İsra: 9)
Kitap (amel defteri) ortaya konulmuş olur. (Ey Muhammed!) Suçluların onun içindekilerden dehşetli bir korkuya kapılmış olduklarını görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitapmış ki, küçük büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış dökmüş” derler. İşlediklerini önlerinde hazır bulurlar. Rabbin kimseye zulmetmez. Kehf Suresi 49
Ayetler bize gösteriyor ki sen kendin okumaz ve yaşantına geçirmezsen, birileri senin yerine okur, seni peşine takar sonra da canına okur. Kolaylaştırılmış bir kitap var elimizde rehber ve hidayet kaynağı.
Yol uzun, bu yolda meşakkatler var, sapak yollar, saptırıcı yollar var, elinde kılavuz olmadan yolun sonuna yani cennete nasıl varacaksın? Başka yolların, yani Kur’an’sız yolların, seni çok daha sıkıntılı olan cehenneme götüreceğinden hiç şüphen olmasın!
Bir şehirden diğer şehre gitmek için yollarda levhalar var, ona göre yolu buluyorsun değil mi? Peki ya sonsuz yurt olan ahirete kılavuzsuz giden, sence bu yolculuğa ehil mi? Ben, beni en iyi tanıyanın kılavuzluğunu tercih ederim, akıllı kişi işte budur.
Beni tanıyıp anlayan, daha ilk ayette bana sahip çıkan Rabbe kulluk etmeyeyim de, kime edeyim? O’nun sözünü dinlemeyip kimin sözünü dinleyeyim? O kadar saptırıcı yol varken, insanı doğru yola götüren O Rabbe kulluk edilmez mi? Elbette ki edilir. Hiç ölmeyen, eşi benzeri bulunmayan, en güzel isimlerin sahibi olan, kendisine kul olanın dostu olan Allah’ı tek Rab kabul edenden daha özgür kim olabilir. Sen bir cevhersin, o cevheri dışarı çıkar ve işlet, işlet ki atıl kalmasın. Bir elmas düşünün, toprağın altında değeri yok, dışarı çıkartılıp işlenince değerine değer katar.
“Ben çok iyiyim” demekle iyi olunmaz, ancak pasif iyi olunur ki, çok bir değer ifade etmez.
“Aktif iyi” üretirse, çalışan fabrika gibi, hem kendisini, hem çevresini besler, hem de Allah’ı razı eder ve övgüye mazhar olur.
Ümmet 200 yıldır aktif iyilikten pasif iyiliğe geçtiği için zalimler azgınlaştıkça azgınlaştılar. Zulümde sınır tanımadılar. Ne yapıkta bu hale düştük? sorusunun nedenleri bir hayli çok. İman ettiğimiz değerleri yaşamadıkça, yaşadığımız değerlere sahip çıktık, din zannettik ve zillet kaçınılmaz oldu. Elimizde kitap olduğu halde kitapsız yaşayan bir nesil olduk. Pasif olunca hep birilerinden bekledik, elması topraktan çıkarmadığımız için elmasa taş muamelesi yaptık. Kendi değerimizi görmedik veya göremedik. Kitabımız Kur’an’ı vicdanlara hapsettik. Okuduklarımızı duymayan ölülere okuduk, bizleri diriltecek olan Kur’an’dan fersah fersah uzaklaştık. Birileri bizim yerimize okudu, insan beşerdir hata yapar diye düşünmedik.
İşimize gelmedi çağdaş köleler olduk. Kendimiz dâhil, ailemizi, çocuklarımızı birileri gelip elimizden aldı. O çocuklar da bizi adı “huzur” olan “huzursuz evlere” kapattı. Hâlbuki kitaplı bir hayatı tercih edip ailemizi kitaplı eğitseydik durum farklı olacaktı. Dünyanın cazibesi bizi esir aldı şeytana gerek kalmayan ins ve şeytanlar yetişti. Akla hayale gelmeyecek cazibelerle başımız döndü ve hala dönmeye devam ediyor.
Ümmet Tih çölünde 200 yıldır asalak gibi dolaşıyor. Hala küllerinden doğma vakti gelmedi mi? Okumayı sadece din adamlarına bırakmadan, her mümin şahsiyet, Kur’an’ı hayat ile birlikte okumalı. Doktor, hâkim, avukat, öğretmen, bilim adamı, ilim adamı, biyolog, sosyolog, fen, arkeolog, müdür, memur, amele, işçi, vs. mesleği ne olursa olsun, insanların en üst perdede faydalanacağı, eşsiz bir değer olarak gördükleri ve her kesime hitap eden bir kitap olmalı KUR’AN. Birlikte okunan kitap insana neler vermez ki.
Beşer öğretilerle hayata tutunmaya çalışan yığınlardan insanlığa faydalı olacak fazla bir şey çıkmaz. Çıkarsa zalim, hırsız, bencil, kendini düşünen bir nesil çıkar. Bugün de yaşanan odur. Hayatını KUR’AN ve Resulün (sav) öğretileriyle yetiştiren toplum, insanlığı refah düzeyine yükseltecek, emin, güvenilir, çalmayan, çırpmayan, adil şahsiyetler üretir. Haktan sapan insanoğlunun reçetesi ve ilacı, ancak böylesine güzel ilahi bir yönetim ile olur.
İnsanlık böyle bir yönetime şiddetle muhtaçtır.