31-07-2007 10:48

Geliniz, bir iyilik yayıp, M. Kemal’i ‘putlaştırılmışlık’tan kurtaralım!

Rivayet edilir ki, Karl Marx, 1860’larda Viyana’da, marksizmin tartışıldığı bir toplantıya Londra’dan gelip katılır, sıradan bir dinleyici olarak.. Sonra söz alır: ‘Bu anlatılanlardan sonra, şahsî görüşümü ifade etmek istiyorum: Ben marksist değilim.. Ve adım, Karl Marx!’

Geliniz, bir iyilik yayıp, M. Kemal’i ‘putlaştırılmışlık’tan kurtaralım!

Selahaddin ÇAKIRGİL / Haksöz Haber

Dostoyewsky’nin Hz. Îsâ Mesîh üzerine hikayesini tekrarlamanın tam zamanı..

Özetle şöyle: ‘Ortaçağ’da İspanya’da bir kasabanın pazar yerine gökten Îsâ Mesîh iniverdi.. İnsanlar etrafında toplanıp, ‘Ey Kutsal Peder, bizi bağışla!’ dediler..

Îsâ Mesîh, ‘Sizler kimlersiniz?’ diye sordu..

-Biz Senin ümmetiniziz!’

-O halde nedir bu hâliniz?

-Efendimiz, biz günahkar, cahil, güçsüz, zayıf insanlarız; bağışla bizi..

Ama, o sırada bir kardinal geldi ve bu yabancıya şöyle bir baktıktan sonra, polislere emretti, ‘Atın şu meczubu zindana ve zencire vurun!..’ 

Öyle de yapıldı.. Ancak, halk içten içe, ‘Gökten indi, gördük.. Îsâ Mesih idi..’ diyordu..

Gece olup el-ayak ortalıktan çekilince, Kardinal zindana gitti, Îsâ Mesîh’in zencirlerini çözdürdü ve ‘Ey Kutsal Peder.. Biliyorum ki, sen Îsâ Mesîh’sin de, niye geldin? Biz burada Senin adına bir düzen kurduk ve şimdi sen bu düzeni yıkacaksın.. Buna müsaade edemeyiz..

Ya, hangi yoldan geldiysen, o yoldan geri dön; veya, bir kez de ben gererim çarmıha seni!’

Îsâ Mesih gördü ki, takibçileri günahkâr, câhil, zayıf kimseler; kendi adına hükmedenler ise güçlü, organize, zorba!. Ve çaresizlik içinde, gecenin karanlığında, zindanın parmaklıkları arasından süzülüp gitti göklere.. Ve der ki, Dostoyewsky, ‘Biz mesîhîler, asırlardır O’nun dönmesini bekleriz, amma, nasıl gelsin.. Ümmeti hâlâ aynı günahlar ve cehalet içinde ve örgütsüz.. Onun adına hükmedenler ise, hâlâ, güçlü, zorba ve örgütlü.. Mesîh nasıl dönsün?’

***

Rivayet edilir ki, Karl Marx, 1860’larda Viyana’da, marksizmin tartışıldığı bir toplantıya  Londra’dan gelip katılır, sıradan bir dinleyici olarak.. Sonra söz alır: ‘Bu  anlatılanlardan sonra, şahsî görüşümü ifade etmek istiyorum: Ben marksist değilim.. Ve adım, Karl Marx!’

***

Şimdi de, Türkiye’deki ‘kemalist’lerin durumunu gözden geçirebiliriz..

Bu satırların yazarı M. Kemal üzerine konuşmakta daha bir dikkatlidir. Çünkü, üzerinde konuşulması, tartışılması hürr olunmayan bir konuda; ya, resmî ideolojiye yalakalık yapacaksın; ya da, sıkıntılarla karşı karşıya kalmayı göze alacaksın.. Birinci durumdan şiddetle kaçınırız, ikincisi ise, şu anda gereksiz.. Atılan taş, ürkütülen kurbağaya değmeli..

Ancak, merak etmişimdir; ‘atatürkçülük adına hareket edenler’,  daha 1930’larda, (çocukluk arkadaşı) Fethî (Okyar) Bey’e ‘Biz ki, Abdulhamid istibdadına karşı mücadele verdik. Ama, bugünkü manzaramız bir diktatörlük manzarasıdır!’ diyen M. Kemal’i de reddetmezler veya o ‘Ben M. Kemal’im, amma kemalist değilim!’ demez miydi?’

Açık olan şu ki, kemalizm, 80 yıldır, ‘ideolojik ve resmî- siyasî riyakârlığın bayrağı’ haline gelmiştir ve de ‘taqıyye’ciliğin.. Gerektiğinde en dindar veya en ateist nutuklar atarak.. İktidarı ele geçirip korumak adına her türlü pragmatizmi caiz bilen bir iktidar meclûbiyeti!..

Ve, ortaya üç tip çıkmıştır: ‘Atatürkçüler, Atatürkçü geçinenler ve Atatürk’ten geçinenler..’

Ve, tarihimizin son 80 senesinde hep onlar vardır, biz hiç birinden olmasak da..

Şimdi, Anayasa Prof.’u Zafer Üskül, ‘Atatürk, atatürkçülük ve kemalizm vurgusunun olmadığı yeni bir anayasa yapalım’ dedi diye, ‘derin iktidar’ odaklarının hücumuna uğradı.. Çünkü, bu istekle, ‘oligarşik düzen’in temel sütunlarının dinamitleneceğinden korkuluyor.. ‘Kemalizm yoksa, Cumhuriyet de yok demektir!.’ (!?) gibi laflar bile yazılabiliyor; eski komünist diktatörlüklerdeki ‘lidere tapma hastalığı’nın yansıması şeklinde... Bazıları da, şimdi AK Parti m.vekili olan Üskül’ün, niye bu kadar erken açıklama yaptığından yakınıyor.

Halbuki, Üskül’ün ‘zamanlama’sı çok yerinde.. Çünkü, m. vekilliği vazifesine başlayabilmesi  için birkaç gün sonra toplanacak olan Meclis’de, metni Anayasa’da yazılı olan bir yemini etmeye mecbur.. O yeminde, ‘Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık’  ibaresi de bulunuyor..

Bu yemini ettikten sonra, öyle bir istekte bulunsa, o yemine sadâkat göstermesi hatırlatılacak.. Şimdi ise, o yemini, ‘Ben bu yemini, sırf, irademe ipotek koyan bir kanunî şekil şartı yüzünden ediyorum ve buna inanmadığımı kamuoyu da biliyor’ diye etmiş olacak. O halde, Üskül’e kızmak yerine, onu anlamaya çalışmak lâzım.. (Ki, daha 24 Temmuz tarihli yazımda, bu rejimin, sistemin kurallarına göre düzenlen bir seçimin sonucundan çok şey beklenmemesi gerektiğini hatırlatmış ve, ‘nitekim önümüzdeki hafta, bütün o milletvekilleri, millete mi, yoksa kime ve neye bağlı kalacaklarına dair bir yemin metnini okumak zorunda kalacaklardır.. Yani, su başlarını devler tutmuştur, hâlâ da..’ demeyi ihmal etmemiştim..)

Evet, bu sistem ve Anayasa’ları, silâh zoruyla dayatılmıştır, millete.. 1961 Anayasası da silâh zoruyla dayatılmıştı. Bugünkü, 1982-Anayasası ondan da baskıcıdır.. Ve 61 Anayasası da yine askerler tarafından yapılmıştı ve ‘1924-Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (anayasası)’ndan daha baskıcı idi. Egemen güçler, iktidarlarının sürmesini sağlamak için, ikide bir ihtilal yapıp kendilerini daha bir garanti altına almak için, bağlarla bağladılar milleti ve sonra da millete, ‘Haydi seçin vekilinizi..’ diyorlar.. Onlar da o bağlar içinde, Meclis’e gelip ‘özgür’ olarak yemin edecekler, ‘bağlarına bağlı kalacakları ve onları kırmaya çalışmayacakları’na dair..

Hatırlayalım ki, Sâmi Selçuk, ‘Yargıtay Başkanı’ olduğu sırada, ‘bu anayasa süngü ucu dayatmasıyla, zorla; ikrah ve cebr ile kabul ettirilmiştir, bu bakımdan ‘keenlemyekûn’ (bütünüyle yok) ve ‘mutlak butlanla bâtıl sayılmalıdır’ demişti, 7 yıl öncelerde..

Şimdi, Üskül o sözü biraz daha açmak ve ‘M. Kemal’in putlaştırılmışlığı’na son vermek, tarihe intikal etmiş bir kişiye bir iyilik yapmak istiyor. Ama, ‘kemalist’ler tepiniyor şimdi.. İlginçtir,  Prof. Üskül bu önerisini yıllarca önce, CHP’ye de sunmuş ve oradan kabul görmüş imiş.. Ama, o şimdi, AK Parti’li.. Problem de oradan kaynaklanıyor.. Putlaştırdıklarını yemek gerekirse, onu başkalarına yedirmek istemiyorlar.. Kendileri yiyeceklerdir, bu zamana kadar olduğu gibi.. Çünkü, kemalizm, ‘tek parti diktatoryası’ günlerinden kalma, o dönemin faşist ve komünist liderlerine özentiyle ortaya çıkmış, her renge bürünen, bir bukalemun ideolojisidir..

Şimdi, medenî bir topluma yakışan bir anayasa ile, hem toplum o utanç verici ipotek ve esaretten ve hem de M. Kemal, ‘putlaştırılmışlık’tan kurtarılmak baht ve iyiliğine erişebilir.

 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !